28 Ocak 2018 Pazar

Hüküm / Achilles Valentin


 
 
Gözlerini açtığında nerede olduğunu anlayamadı. Bulunduğu yeri aydınlatan kudretli ışığı bedeninin tamamında hissetti. Işığın neden gözlerini almadığını düşündü. “Demek uyandın Urik.” dedi çok eskilerde bir tarihte kalmış gibi tanıdık gelen ses. Sesin sahibine doğru döndü. Tanıyor olabileceğine dair inancı kuvvetlendi. İçindeki kuvvetli hisse karşın içinde bir yerlerde bu kişiyi tanımadığını biliyordu. Karşısındaki kişinin, bir kişiden daha çok bir kişi fikri olduğunu idrak ettiği anda ona seslenme biçimini hatırladı. “Urik mi?” diye sordu merakla.

“Uyandın ama henüz hatırlamıyorsun?” diye yanıtladı onu daha çok bir Gölgeye benzeyen kişi fikri. Gölgenin gülümsediğini görebiliyordu ama belli bir yüze sahip değildi. Şimdiye kadar tanıdığı herkesten bir parça vardı Gölgenin yüzünde. Filmlerini seyrettiği yıldızlar, arkadaşları, ebeveynleri, sevgilileri teker teker geçti gözünün önünden. Gölgenin yüzü oldular bir bir ve sonra silinip gittiler. Tarihi geçmiş arkadaşlıklar gibi kayboldular. En sonunda yine bir Gölgeye dönüştü karşısındaki yüz. “Senin buradaki adın buydu.” dedi sakince. Gölgenin elinin başında hissetti birdenbire. “Hatırla!” diye gürledi Gölge. “Hatırla. Gizli ismi kulağına fısıldadığımız günü hatırla. Senin anlaşmayı bozduğun günü hatırla.”

Her şey bir anda çözüldü. Gözünün önüne takip edilemez bir hızda gelen görüntülerin hepsini anladı, hatırladı. Milyonlarca yaşamından kesitler sunuldu gözlerinin önüne. Yaptığı sözleşmeler, verdiği sözler, çıkmayı beceremediği basamaklar. Karanlıkta üzerine doğru gelen ışık görebildiği son görüntüydü.

“Sen!” dedi Gölge. “Bir kez daha yenildin. Savaşı kaybettin. Sana verdiğimiz son şansı kullanmamak için elinden geleni yaptın.”

Cevap vermek istemedi Urik. Haklıydı Gölge ve aklından geçenleri okuyabildiğini biliyordu. Başka şeyler düşünmeye çalıştı, beceremedi. Üzerine doğru hızla gelen ışığın hatırası gözünün önünden gitmiyordu.

Yağan yağmura aldırmadan dizlerinin önüne çökmüştü. Gökyüzüne kaldırmıştı kafasını. Çaresiz gözlerle göremediği bir şeyleri görmeye çalışmıştı. Gözyaşlarının yağmur damlalarına nasıl karışıp yanağından dudaklarına aktığını hatırladı. “Yeter artık!” diye bağırmıştı. Diline nereden yerleştiğini bilmediği bir ismi fısıldamıştı hemen ardından. Kendi kulaklarının bile duyamadığı çağrısı hiç beklemeksizin yanıt bulmuştu. Caddenin ortasında dizlerinin üzerine çökmüşken üzerine gelen bir kamyonun altında kalıvermişti.

“Sana en çaresiz anında söylemen için verdiğimiz gizli ismi gereğinden çok önce kullandın.” diye hatırlattı Gölge bir kez daha. “Şimdi anlıyorum.” dedi Urik. Sesindeki utancı gizleme gereği duymadan. “Geri gönderin beni, telafi edeyim.” Son anda gelmişti aklına bu çare. Fakat Gölge başını olumsuz anlamda salladı. “Biliyorsun, kurallar.” dedi sertçe. “Ama yarım kaldı, tamamlayamadım hayatımı.” diye ısrar etti Urik. Gölge elini omuzunun olması gerektiği yere koydu. Ona acıdığını düşündü Urik fakat sesinde acımanın zerresi yoktu. “Zaman çok ilerledi. Seni çekip aldığımız sırada dünyada seninle nefes alan kimse kalmadı.”

“Ne olacak peki?” diye inledi Urik. Gölgenin etrafında süzüldüğünü hissetti. Ona asır kadar uzun gelen bir süre sonunda konuştu Gölge; “Hükmün kesilecek. Artık bildiğin şeyleri sormaktan vazgeç Urik. En başından başlayacaksın her şeye. En temelden. Senin yüzünden zamanı uzattık. Gelmiş geçmiş bütün yaşamlara karşı borçlusun artık.”

Urik içinin ezildiğini düşündü. Söküp atamadığı bir hüzün yerleşti göğsünün ortasına. Gittikçe ağırlaştı hüzün, hareketsiz bıraktı. Felçli gibi kıpırdayamaz hale gelene dek büyüdü ve sonunda patladı. İnleyerek “Ama bu çok ağır.”  dedi.

“Sen biraz daha dayansaydın; üstüne aldıklarını tamamlamayı başarabilseydin eğer;  dünyanın çok az zamanı kalmıştı. Ama şimdi… Şimdi senin yüzünden zaman uzatıldı. “ Söylediklerinin etkisini artırmak ister gibi bir ara verdi Gölge; “En baştan başlayacaksın.” dedi bir kez daha.

Kabullenmiş gibi görünmeye karar verdi Urik. En azından bir süre sonra kendiliğinden kabullenmesine yol açardı bu tutum. Kendisini, sadece kendisini kandırabileceğini biliyordu. Bulundukları odaya doluşan birbirinden farklı ve bir o kadar aynı Gölgeyi tek tek inceledi. Hepsini tanıyordu. Bu sefer emindi tanıdığından. Çünkü sözleşmeleri hatırlamıştı. Onlardan istediklerini, vermeyi taahhüt ettiklerini. Utançla eğdi başını. En başından beri yanında olan Gölge konuştu;

“Yargı Urik’in itirafıyla tamamlanacak. Bu odadaki herkes sebepleri ve sonuçları biliyor. Urik’in itirafı hükmün tamamlanması için gerekli.”

Bedenli olsa ağlayacağını düşündü Urik. Cevap vermek istemedi ama Gölge’nin ona dokunmayan elleri boynunun olması gereken yere yaptığı baskı fikrini değiştirdi. “Tamam.” dedi kısık bir sesle. “Tamam anlatacağım. Bütün kapılar kapalıydı. Biliyorsunuz. Beni çevreleyenler vardı. Aranızdan kimse bana yardım etmedi. Kapalı kapılarla donatılmış dört duvarın arasında kalakaldım.” Gölgeye döndü hiddetle “Ve sen. Beni şimdi yaptığım ve yapmadıklarım için yargılamaya kalkan. Sen neredeydin? Neden şimdi olduğu gibi o eşsiz kendine güveninle yanıma gelip bana sabretmemi fısıldamadın?”

Sözlerini tamamlamaya kalmadan gözünün önüne gelen görüntü donup kalmasına neden oldu. “Yanındaydım.” dedi Gölge. “Hem de doğduğun andan itibaren. Ama senin bir an için bile olsun beni fark edecek kadar gevşemediğini, ne yaparsam yapayım anlamadığını…”

“Tamam.” diye bağırdı Urik daha fazlasına gerek yok. “Suçluyum. Zamanından önce vazgeçtim yaşamaktan. Kesin hükmümü. Dayanamayacağım.”

Gölge odayı dolduran diğerlerine baktı. “Söylenmesi gerekenlerin tamamı söylenmedi. Ama hepsi biliniyor. Aranızdan onu affetmeyen var mı?”

“Var.” dedi ince bir ses. Küçük bir kızın gölgesini gördü Urik. “Asume.” diye inledi ama itiraz eden gölgenin konuşmasını engelleyemedi. “Beni görmedi. Onun önüne geçtim. Ağladım. Anlasın diye ağladım. Ama beni tersledi. İşi olduğunu söyleyip tersledi. Ben sadece o istediği için son bir kez gitmiştim oraya. Ama şimdi onun yüzünden bir kez daha gitmek zorunda olmayı kabullenemiyorum. Ben affetmiyorum. Kimse affetmesin. Tek başına gitsin o cehenneme. O tamamlaması gereken ömrü tek başına geçirsin.”

Asume’yi onaylayan mırıltılar doluştu odaya. Gölge keyiflenmişti. “Öyleyse hüküm verildi.” dedi o ana kadar hiç olmadığı kadar sakin bir sesle. “Dünyanın sonunu tek başına karşılayacaksın. Ne destek alacağın bir omuz, ne de yanında ferahlayacağın bir yol göstericin olacak. O koca düzlükte bir ömrü tek başına tamamlayacaksın.”

Gölgenin sözleri biter bitmez karardı göz alıcı ışık. Karanlığın içinde kaydığını hissetti Urik. Başını her taraftan sıkıştıran dar bir tünelden yukarı doğru itiliyordu. Ellerini kıpırdatmak istedi beceremedi. İradesi dışında itiliyordu. Kendini bıraktı onu iten gücün ellerine. Küçük bir ışık demeti belirdi önce. Yavaş yavaş. Dışarıdan gelen bir çığlık duydu. “Tek başıma olacaktım.” diye düşündü. “Belki de fikir değiştirmişlerdir.” Bin yılın sonunda kendisini sıkıştıran duvarlardan tamamen kurtuldu. Etrafına baktı. Kan süzülen bacakları gördü önce. Doğrulmak istedi beceremedi. Bedeninin onu sıktığını fark etti ilk olarak. Kafasını kaldırıp bacakların ötesini görmeyi denerken pürüzlü bir el tarafından yukarı kaldırıldı. Tanımlayamadığı siyah renkli, kaba tüylü bir canavarın elindeydi. Canavarın burnunu yaklaştırıp koklamasına izin verdi. Aynı anda kan içindeki bacakların ötesini görebildi. Cansız yatan bedeni. “İşte başladı.” diye düşündü kendi kendine. Sesinin düşüncelerini kelimelere dönüştüremeyeceğinin bilinciyle inledi canavarın pütürlü ellerinde.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder