18 Şubat 2017 Cumartesi

Mavi Yol - Denizi Eksik Paris / Firkan Gülaydın


Saint Sebastian'ın Ocak Irmağında gün ilk kez Tanya için olağanın dışındaydı. Her sabah su verdiği ve tüm seyahat boyunca yanından ayırmadığı çiçekleri bile uzun süre sonra doğan güne gülümsemişlerdi. Sanki Tanya'yı hissediyorlardı.
Tanya tüm neşesi üzerinde şarkılar mırıldanarak ayna karşısında saçlarını yapmıştı. Daha sonra her sabah olduğu gibi saat 8.20 de bay ukalanın adaçayını hazırlamış Tualinin yanındaki deskin üzerine bıraktıktan sonra odayı terk etmişti.
Otelin 1746 nolu bu odası her zaman özel müşterilere ayrılırdı. Çünkü kurtarıcı İsa heykelini ve Rio de Jenerio'yu kuş bakışı gören bir manzarası vardı.
Tanya'nın öğlen yemeğine kadar serbest vakti vardı. O da otelin alt katında kendine verilen ve rutubet kokan odasında gezi anılarını küçük pembe not defterine yazıyor ve iyimser bir şekilde gelecek güzel günlerin hayalini kuruyordu.
Çok geçmeden bu hayal bulutu bay ukalanın öğle yemeği için sipariş ettiği somonlu ve avokadolu salatayı servis etmek üzere bozuluyordu.
Bay ukala tüm yemeklerini odasında yerdi. Otelin restoranını kullanmazdı. Bazı zamanlar üç , dört gün odasından çıkmadığı anları olurdu.
Ve servisi asla otel personeline bırakmaz, Tanya'nın bu işi üstlenmesini isterdi..


Altı ay önce Yunanistan’ın Santorini adasında butik bir pastane işleten ve günlük sıcak turtalar pişiren Tanya’ın yaşamı bir sabah büyük bir değişim göstermişti. Bu adaya Avrupa’nın her yerinden binlerce turist gelirdi. Hem ekonomik hem de görülmeye değer bir yerdi. Tanya okuldan mezun olduktan sonra kız kardeşi Natalia ile beraber bu adaya gelerek derme çatma bir ev satın almışlardı. Aldıkları ahşap parçaları, kumaşlar, boyalar ile burayı minik bir cennete çevirmişlerdi. Çok geçmeden küçük bir fırın, mikser ve ufak tefek mutfak malzemeleri de satın alarak her gün adaya gelen tur gemilerine taze turta ve kahve satmaya başlamışlardı. Yine olağan bir gündü, Tanya her sabah olduğu gibi saat yedide turtaları fırına atmış ve bu kırk beş dakikalık zaman içinde de sabah kahvesini alarak evin çatı katına çıkmıştı. Buradan denizin sonsuzluğuna bakıp hayaller kuruyordu. Yanda ki otelin üçüncü katının terasında ki iri yapılı esmer adam Tanya’nın dikkatini çekmişti. Adam bir ressam olmalıydı, nitekim denize bakarak tuale bir şeyler çiziyordu. Yavaş, dikkatli ve narindi. Tanya gözlerini bu ilginç adamdan alamamıştı. Boş ve sonsuz bir maviliğe bakarak insan ne çizebilirdi ki? Tanya çocuksu bir merak içinde yandaki otelin çatısına atlayarak geçmişti. Hem dizini yaralamış hem de eteğini parçalamıştı. Ne olursa olsun bu garip adamın çizdiklerini görmek istiyordu. Tanya’da yağlı boya ve karakalem üzerine bir süre eğitim almıştı ancak kardeşi Natalia’nın hastalığı yüzünden bu eğitime ara vermiş ve bu adanın yolunu tutmuşlardı. Çünkü buranın nemli havası ve volkanik yapısı Natalia için en uygun hava koşullarına sahipti. Çok geçmeden Tanya adamın bulunduğu terasa en yakın yerde durarak onu izlemeye devam etti. Tualde dalgaları köpüren bir denizin ortasından yükselen bir el vardı. Güneşin denizin üzerine kusursuzca vurduğu, dalga seslerinin bu güzel manzarayı bütünlediği böylesi güzel bir günde insan neden bir ironiyi resmedebilirdi ki? Oysa aynı manzarayı Tanya çizseydi kesinlikle bir mutluluk veya huzuru resmetmeyi denerdi. Bu adam ya çok yaralı ya da delinin teki diye düşündü Tanya. Az sonra karşı çatıdan yükselen Natalia’nın sesi ile irkildi birden, ‘’ Tanrı aşkına Tanya orada ne işin var, sanırım bugün turta yerine misafirlere kömür ikram edeceğiz’’ . Gülümsedi Tanya. O gün bu ilginç adamın çizdiği resmi aklından hiç çıkaramadı… 


 

TANYA’NIN TUALİ

 

 Ertesi sabah günün ilk ışıklarıyla beraber Tanya yine kahvesini alarak çatıya çıktı. İri yapılı adam çok geçmeden yine terasa çıkarak yavaş ve narin bir şekilde boyalarını hazırladı. Bu kez Tanya'da çatı katına üç yıldır el sürmediği tualini ve kullanılmadığı için bazılarının kuruduğu boyalarını yanına almıştı. Yaklaşık iki saat sonra Tanya resmini tamamladı. Ancak adam henüz yarısını bile bitirmemişti.

Tanya resmi kuruduktan sonra cafenin üst katındaki duvara asmıştı.

Bu ilginç adama karşı çocuksu bir ilgi duyan Tanya, otel resepsiyonundan ve işletmecisinden onun hakkında birkaç bilgiye ulaşmıştı.

Adı Kağan olan türk bir iş adamıydı bu esrarengiz kişi. Onun dışında bir e posta hesabı ve oda numarasından başka bir şey bulamadı. Birde dört gün sonra adayı terk edecek olduğunu öğrenmişti.

Tanya, bir şekilde bu adama ulaşmalıydı. Ancak Kağan odasından dışarı bile çıkmıyordu.

Tanya da otelin oda servisini ayarlayarak Kağan'ın kaldığı 308 numaralı odaya bir davet notu gönderdi.

 

Merhaba Bayım ;

Santorini adasının en iyi turtasını yemek ve kahvesini içmek istiyorsanız sizi yarınki partiye bekliyoruz. Katılımınız bize onur verecektir...

 

Ms. Tanya Patarikosia 

Saat 14:00 Turta House

 

O gece sabaha kadar uyumadı. Aklında hep Kağan'ın gelip gelmeyeceği sorusu vardı.

Sabah Tanya yine çatı katına çıktı ancak bu sabah Kağan'ı görememişti. Saatler ilerledikçe heyecanının dozu artıyor, kalp atışları hızlanıyordu.

Mis kokulu kurabiyeler, pastalar, kokteyller, kahveler... Herşey hazırdı. Natalia ablasının bu anlamsız heyecanı yüzünden gergindi ve bilmediği bir şey daha vardı, o da bu muazzam partiye sadece Kağan'nın davetli olduğuydu.

 

Saaat 13:59'da kapıda göründü Kağan. Tanya'nın kalbi dışarı fırlamak üzereydi, dikkatle iri yapılı bu Türkü süzdü. Sonra içeri davet etti. Arka bahçede denizi ve ada evlerini gören en güzel masayı Kağan için ayırmıştı. Kağan, önce masaya oturmak yerine bahçede yavaş adımlarla bir tur attı. Duvarlardaki eşyaları, tabloları, yazıları dikkatle inceledi.

Masaya geri döndüğünde sadece bir adaçayı sipariş etti. Çok konuşmadı Kağan.

Tanya adaçayını hazırladı ve masaya götürdükten sonra Kağan'a, tatilinin nasıl geçtiği sordu. Kağan tek bir cümle ile cevap verdi bu soruya. ''Bu bir iş seyahati''. Tanya iyice gerilmişti masadan uzaklaştı. Anlaşılan, bu Türk zor bir insandı.

Kağan gözlerini denizden ayırmıyordu ve bu sipariş ettiği beşinci ada çayıydı.Bunun yanında leziz turtalarında tadına bakmıştı. Bu güzel davet için küçük bir tebessüm ve anket defterine yazdığı teşekkür notunu bırakarak masadan kalktı. Dükkanın üst katınıda görmek istediğini söyledi. Tanya merdivenlerden çıkarken ona eşlik etmişti. Kağan duvarda asılı olan, amatörce çizilmiş yağlı boya tablosunun karşına geçti ve incelemeye başladı. Tarihi henüz düne aitti ve butik bir otelin teras katında denize bakarak tuale bir şeyler çizen adam vardı resimde. Denizin içinden dalgaların ortasından çıkıp gelen bir kadın eli ona doğru uzanıyordu. Gülümsedi Kağan. Tanya'ya dönerek, ''Sanırım insanları röntgenlemeyi seviyorsun''. Yanakları kızardı Tanya'nın. Başını yerden kaldırıp, engin bir cesaretle Kağan'nın gözlerinin içine baktı. ''Halka açık bir alanda, görüş mesafesi içine giren insanlara bakmak asla röntgencilik değildir bayım. Ben sadece hayatın içinde ki aykırıkları kovalıyorum ve bunları ölümsüzleştiriyorum.'' Kağan arkasını döndü, merdivenlerden aşağı indi. Kapıdan çıkmadan Tanya'ya kartını uzattı ve '' Resim çizmek konusunda berbatsın ama turta pişirmede üstüne yok.'' diyerek uzaklaştı. 

 

Ve şuanda bu konuşmanın üstünden sadece kırk altı saat ve on beş dakika geçmişti. Ancak; Tanya ne olduğunu bile anlamadan Marsilya limanına giden bir geminin 806 nolu kamarasında buldu kendini. Pencereden dışarıya baktı sadece maviyi gördü gözleri…

 

MAVİ YOL

 

Saat 8.10 da Tanya geminin uyandırma servisi tarafından uyandırıldı. Hızlıca üzerini değiştirip, restoran katına çıkarak çay servisinin yapıldığı yerden bir tane adaçayı alarak gayet dikkatsiz bir şekilde geminin en lüks kamaralarının olduğu bölmedeki 1078 numaralı kapıyı çaldı. ‘’Gir’’ dedi içeriden tok bir ses. Tanya kapıyı araladı, ‘’Günaydın Bayım, çayınızı nereye bırakmamı arzu edersiniz’’, diyerek yavaş adımlarla ilerledi. Yatağında uzanmış vaziyette olan Kağan ayağa kalktı. ‘’ İlk iş gününde geç kaldın’’ dedi. Şuanda saat 8.25’ti ve Tanya çay servisi için beş dakika gecikmişti. Çayı cam kenarında duran tualin yanına bıraktı ve saat 9.30’da ki kahvaltı saatinde daha dikkatli olma konusunda ikaz aldıktan sonra kamarayı terk etti. Tüm koridor beyaz tenli, uzun boylu, narin bu kızın ‘’Uukaalaaaa’’ diye haykırmasıyla inledi.

 

Tanya zor bir hayatın içinde büyümüştü. Yaşam tüm zorbalıklarını ona göstermişti. Bunun için hep bir çıkış yolu aradı. Maviye bakıp hayaller kuran küçük bir çocuk olmuştu ve o yıllardan beri sınırlarını zorlayıp – olmak – istediği şeyi olmak için maviyi aşması gerektiğini biliyordu. İte bu nedenle şuanda bu gemideydi. İri yapılı bay ukala ressam ona bir iş teklif etmişti. Yaptığı seyahatlerde ona eşlik edecekti. Her gün yemek servislerini yapacak, gezi programlarını, otel rezervasyonlarını vs kısaca tüm görevleri Tanya üstlenecekti. Kibirli Kağan ise sadece resim yapacaktı. Bunun karşılığında Tanya’nın hesabına her hafta yüklü bir para yatacaktı. Bu para haftada milyonlarca turta satmalarından bile daha fazlaydı. Bu sayede Tanya birikim yapabilecekti ve hiç zorluk çekmeden kardeşinin tüm tedavi masraflarını kolaylıkla karşılayabilecekti. Aynı zamanda haftanın belli günlerinde Kağan’dan resim dersleri alacaktı ve kim bilir ilerdeki hayallerini gerçeğe dönüştürebilecekti.

 

Tüm bunlar için Tanya’nın yapması gereken günlük iş listesi bir hayli kalabalık ve dakikti.

Kağan dakikalar ile oynayan bir adamdı. Her şeyin tam zamanında olmasını ister, günlük programını bir dakika bile aksatmazdı. Tanya ilk günlerde zorluk çekecek olsada zamanla bu tempoya o da ayak uyduracaktı.

 

Gemideki son günlerinde Tanya serbestti. Kağan’da ilk kez kamarası dışına çıkmış ve güvertede denizi izliyordu. Çaylak ressam onu orada gördüğünde gözlerine inanamadı. Bu adamın denizle ne alıp veremediği var diye aklından geçirdi.

Marsilya Limanına yakın bir otelde bir gece konakladıktan sonra. Paris’e doğru yola çıktılar. Tanya sadece verilen listeye, günlere, saatlere göre bu programı yürütüyordu. Bay ukalanın kalacağı oteller ve oda numaraları bile önceden belirlenmişti. Eğer yoğunluk nedeniyle istediği oda dolu ise. Başka bir otelde o odanın boşalmasını bekleyecek kadar manyak bir adamdı Kağan. Bu bazen haftalar alırdı…

 

DENİZİ EKSİK PARİS

 

Paris, aşıklar ve şarap başkenti.

Eifel’i en net gören otellerin bir tanesinde konaklamaya başlamışlardı. İkinci gün Kağan bu manzaraya bakarak resim çizmişti. O gün saat 20:40’ta akşam yemeğini odasında yemek yerine restoranda Tanya’ya eşlik etmeyi seçmişti. Bu durum karşısında şaşkınlığını gizleyemedi Tanya. İnanılmazdı. Kağan masadan kalkarken Tanya’ya bir not bırakmıştı. Ertesi gün Kağan’ın odasını kullanacak ve Paris’e tepeden bakarak bir resim çizecekti. Zaman Tanya için bir türlü geçmek bilmedi. Güneş ışınları Eifel’in kibirli tenine dokunduğunda Kağan odayı terk ederek çaylak ressama rahat bir ortam yaratmıştı.

 

Tanya tam iki saat boyunca ne çizeceğini düşündü. Heyecandan elleri titriyordu. Paris'e baktı, baktı, baktı.. Sonra insanların bu demir yığını kulesinde beğenecek ne bulduklarını. Şehrin tüm gizemi ve çıplaklığı üzerine inşa edilmiş koca bir demir yığını.

Saatler sonra resmi tamamlamıştı. Resepsiyonu arayarak bay ukalanın artık odaya gelebileceği notunu iletti. Çok geçmeden geldi Kağan. Tual’deki yağlı boyaya baktı. Tanya görünen manzaranın aynısını çizmişti. Avaneue Hoche, Avoneu De Friedland, Şanzelize, Aveneu d'lena ve Avenue Kleber, tüm her şeyi çizmişti. Tek eksik Eifel’di. Kağan fırça darbelerinin ve ışığın yetersizliğinden bahsetti. Kızgın ve agresifti. Tanya büyük bir hayal kırıklığı yaşıyordu. Oda bir profesyonel olmadığını biliyordu. Kağan pencerenin kenarına oturdu, biraz sakinleşmişti. Tanya’ya baktı. Uzun süre sonra bu kadar dikkatli bakabilmişti onun yüzüne. Masumluğu yeryüzünden taşıyordu. Yüzündeki çillerin ona ne kadar da yakıştığını fark etti. Eline yüzüne bulaştırdığı boyalarla tam bir okul çocuğu gibiydi. Sol göğsündeki güneş dövmesinin anlamını sordu Tanya’ya. Çaylak ressam bu soruya çok şaşırmıtı. Çünkü ; Kağan ilk kez onun yaşamına ait bir şeyi merak etmişti.

‘’Yeryüzüne düşen ilk güneş ışığının adı Tanya’dır, Annemde onun hayatına güne gibi doğduğum için bana bu ismi vermiş. Aynı zamanda rus mitolojisinde de bereket Tanrı’sının adıdır. Hem aydınlık hemde bereket getirdiğim için bana bu ismi vermiş annem. O şimdi cennette ve benim kalbimde bu yüzden bu dövme kalbimin üstündedir bayım’’ dedi Tanya. Gözlerinden yaşlar süzülürken. Kağan’ın buz gibi tavrı biraz olsun bile yumuşamamıştı ve teselli bile vermedi.

Sabah 7.40 ta Kağan’ın yaptığı resmi resepsiyona bıraktı Tanya. Bay ukala her yaptığı tabloyu özenle kendisi paketler ve ertesi gün hemen İstanbul’a Kağan’ın şirketteki müdürü ve yakın dostu Sezgin’e gönderirdi. Tanya’da kendi yaptığı acemi resimleri Yunanistan’a gönderiyordu ve Natalia’ya bunları dükkanın duvarlarına asması konusunda uyarıyordu.

 

Ancak o sabah Tanya ilk kez kural dışına çıkmıştı. Dün kendi resmini aşağılayan bay ukalanın aynı manzara bakıp ne çizdiğini merak etmiş ve paketi açmıştı. Resimde ufak bir yat limanı, deniz ve Paris’in kuzeyini içine alan bir sahil vardı. Eifel kulesi tıpkı Özgürlük Anıtı gibi denizin tam ortasında kalmıştı.

Bu adam denizle kafayı bozmuş diye düşündü. Sonra tabloyu özenle geri paketledi. İstanbul’a gönderilmek üzere resepsiyona bıraktı.

Yeni yolculuk İtalya’nın Sicilya adasınaydı. Tanya’nın burnuna şimdiden mis gibi pizzalar kokmaya başlamıştı. Yolculuk için bu kez de Monaco Limanından kalkan bir gemiye binmişlerdi. Sanırım bay ukala uçaktan korkuyordu. Çünkü tüm seyahatleri gemi ile yapıyorlardı. Programın tamamı deniz kıyılarından oluşuyordu. Sadece Paris bunun dışındaydı. Oraya da zaten bay ukala deniz getirmişti ve her şey eksiksiz olmuştu. Marsilya’dan Paris’e oradan da Monaco’ya uzun saatler süren kara yolculuğu yapmışlardı…

 

DENİZ’İN SIRRI

 

Güneş ışınları tüm zararlı şekliyle kusursuzca denizin üzerine düşüyordu. Küçük bir yelkenli tutsak olduğu limandan özgürlüğe yürürcesine ufka doğru göğsünü esen poyraza açarak ilerliyordu. Bulutlar mavinin içindeki beyaz melekler gibiydiler. Son fırça darbesini de vurduktan sonra, Kağan'ın kendisini izlediğini fark etti Tanya. Sessizce köşede oturmuş onun resim çizmesini izliyordu. '' Sanırım bu işi öğreniyorsun!'' dedi Kağan. İlk kez övgü almıştı Tanya, yüzü kızararak kısıt bir ses tonuyla teşekkür edebildi sadece.

 

Ertesi gün Kağan'ın yakın dostu Sezgin konakladıkları otele geldi. İstanbul'daki şirket hakkında bay ukalaya bilgi aktarıyordu. Her gün saat 14:00'te lobide ve yaklaşık bir saat süren görüşmeler yapıyorlardı. Onun dışında program değişmiyordu. Yine her sabah 8.20'de ada çayı, 9.30'da kahvaltı, 12.30 öğlen yemeği, 13:00-15:00 serbest zaman vs vs vs... Tanya'nın günlüğündeki sayfalar bu yazılarla doluydu. Bir akşam Sezgin İstanbul'a dönmeden Tanya ile birlikte akşam yemeği yemişlerdi. Sohbet ilerledikçe Tanya Kağan'ın yaşamı hakkında yeni şeyler öğreniyordu. '' Zor bir patronun var '' dedi Sezgin'e. Gülümsedi, ''evet Kağan zor bir insandır. Şımarık ve anlayışsız gibi görünsede içinde saklı limanları vardır. Onu bir yap boz gibi tamamlamak lazım. Parçaları ne kadar düzgün yerleştirirsen çıkacak resmin büyük bir hazine olduğunu görürsün'', dedi Sezgin.

Tanya; içinde aylardır tutuğu soruyu artık sorabilirdi çünkü ; Sezgin, Kağan gibi değildi ve anlayışla karşılayacaktı bu soruyu. Kağan'ın neden şirketi varken böyle bir tur yaparak resim çizdiğini sordu. Ve neden her sabah dakik bir biçimde ısrarla istediği ve bir yudum bile içmediği ada çayını. Sezgin masadan ayağa kalkarak Tanya'nın omzuna teselli verircesine dokundu ve benimle gel, dedi. Az sonra sahile indiler.

Söze başladı Sezgin, madem her şeyi bu kadar merak ediyorsun. Önce bir anlaşma yapalım. ''Tamam'' dedi Tanya, kararlı bir ses tonuyla. Kağan'ın hayatına dair her şeyi merak et ama yaptığı resimleri asla. Merakını anlıyorum ama bir daha sakın paketlenmiş bir tabloyu açma. Bu senin işinin sonu olabilir. Tanya utancından yüzünü yere düşürdü. ''Ben sadece şey ... '' Sözünü kesti Sezgin. ''Seni anlıyorum. Bunu Kağan bilmeyecek ama ikincisi olmasın'' dedi. Bu konuda anlaşma sağladıktan sonra devam etti Sezgin '' Kağan eskiden çok konuşkan, deli dolu bir insandı. Etrafındaki her insanı kahkahaya boğardı. Üç yıl önce çok sevdiği büyük bir aşk ve tutkuyla bağlı olduğu karısını kaybetti. Hilal onun yaşamındaki en büyük hazineydi. Ondan sonra büyük bir bunalıma girdi, Kağan. Kimseyle konuşmadı. Aylarca şirkete ve eve uğramadı. Hilal eşsiz bir ressamdı ve ölümünden önce deniz kıyılarına gemi ile seyehat etmek, her uğradıkları liman ve kentlerde resim çizerek onları ölümsüzleştirmek ve büyük bir sergi açarak buradaki gelirleri ihtiyaç sahibi çocuklara bağışlamak istemişti. İki yıl kadar heyecan içinde Kağan ile bu seyahati beklediler. Sonunda şirketteki işlerde yoluna girince bu yolculuğa çıktılar. Hilal sabahın ilk ışıklarında denizi çizmeyi çok severdi ve güne hep ada çayı içerek başlardı. Bu nedenle hergün saat 8.20 de ada çayı hazırlıyorsun ve hiç içilmiyor.

Şimdi Kağan eşinin bu seyahatini ve hayalini gerçekleştirmenin peşine düştü. Ona söz verdi, o sergi açılacak ve çocuklar gülümseyecekti. Onun adına bir vakıf kurdu ve her yıl onlarca çocuk burada resim çizmeyi öğreniyor. Kağan'da iki yıl boyunca resim eğitimi aldı bu yolculuk öncesinde. Daha önce eline fırça bile almamıştı.'' diyerek sözlerini bitirdiğinde Tanya hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Kağan için sarf ettiği tüm kötü sözler ve düşünceler için derin bir pişmanlık yaşıyordu. ''Peki Paris, Paris'te deniz yok ki'' dedi Tanya. Sezgin yine gülümsedi '' Düğün sonrası Kağan bir sürpriz yaparak eşini Paris’in en lüks otellerinden bir tanesinde götürmüştü. En iyi odaydı ve aşıklar başkenti Paris'i tüm gizemi ile tepeden görüyordu. Geceyi kutlamak için şampanyalarını alarak terasa çıktıklarında, Kağan manzaraya bakmıştı uzun uzun, Hilal'e dönerek '' Aşkım baksana ne kadar da kusursuz bir manzara. Eminim sabah olduğunda burayı muazzam bir biçimde resmedeceksin'' demişti. Hilal, saçlarını arkaya attı ve '' Denizi eksik'' dedi. Onun için denizi olmayan tüm şehirler eksikti ve o böyle eksik bir tabloyu asla çizmek istemezdi.

Gece sonunda Tanya neden Kağan'ın Paris'e deniz çizdiğine anlam vermişti. Ertesi gün Sezgin bıraktığı tüm sırları ile geri döndü. Geride ise Tanya ve içindeki kırgınlıkları kalmıştı.

 

Artık Tanya'nın bay ukalaya karşı bakışları değişmişti ve bir daha ona karşı bu kelimeyi asla kullanmadı. O Tanya için bundan sonra bir kahramandı, centilmendi, vefakardı. İçten içe Hilal'in ne kadar şanslı bir kadın olduğunu düşündü ve istem dışı bir şekilde onu kıskanmıştı.

 

HAVANA DA ON İKİNCİ GECE

 

Havana’da gün fazlası ile sıcaktı. Burada konakladıkları otel diğerlerinin aksine çok daha butikti. Tanya en çok burayı sevmişti. Çünkü ; gösterişli, zengin yerler onu geriyordu. Ve çok samimiyetsizdi. Buradaki personelin arkadaşça ve ailedenmiş gibi sergiledikleri tavır Tanya’ya çok daha sıcak ve gerçekçi geliyordu. Hatta otelin aşçıları ile birlikte mutfakta yemek bile pişirebiliyordu. Bu onun için çok eğlenceliydi. Orada çalışan bir türk aşçı ile tanıştı. Eylem isminde su gibi bir kızdı. Boncuk gibi şirin gözleri, masum bir gülüşü vardı. Onunla türkler hakkında uzun uzun sohbet etme şansı olmuştu. Eylem her sabah leziz krepler pişirirdi. Bir peşembe günü Tanya’yada bu işin inceliklerini göstermişti. Tanya’da ona turta yapmanın sırlarını anlatmıştı.

On ikinci gece Tanya rahatsızlanmıştı. Halsizdi ve sürekli ateşi çıkıyordu. Otelin doktoru gereken müdahaleyi yapmıştı. Sadece biraz dinlenmeye ihtiyacı vardı. Tanya odasında dinlenirken Kağan doktorun verdiği ilaçları getirmişti. Tanya, kapıyı açtığında çok sevinmişti. Çünkü; bu ana kadar hep Tanya ona bir şeyler getirmişti. Şimdi ise Kağan elinde ilaçlar, yiyecekler ve içecekler ile kapıda duruyordu. Tepsinin tam ortasında bir de özenle toplanmış çiçek buketi vardı. Tanya yemeğini yiyene kadar Kağan ile sohbet ettiler. İri yapılı bu ressam endişeli gözüküyordu. Sürekli Tanya’nın ateşini kontrol ediyor ve telkinlerde bulunuyordu. Çok geçmeden Kağan ayağa kalktı ve Tanya’yı dinlenmesi için yalnız bırakmak istedi. Tanya Kağan’ın yanında kalmasını istemişti. ‘’ Lütfen bayım, beni yalnız bırakmayın.’’ dedi, çocuksu bir masumiyet takınmıştı. Kağan gece boyu Tanya’nın ateşine bakıyordu. Yine böyle anların birinde elini tutu Tanya ‘’ Üşüyorum, lütfen yanıma uzan’’ dedi. Kağan şaşkındı. Ne yapacağını bilemedi. Eşinden sonra hiçbir kadına dokunarak uyumamıştı. Sabah güneş pencereye düştüğünde Kağan ve çaylak ressam doğan güne yan yana uyanarak başladılar. Tanya için gece fazlası ile huzurluydu. O gün birbirlerini bir daha görmediler.

 

Yine bir iş günü Tanya Ada çayını alarak Kağan’ın odasına götürdü. Ama kapıda bir notla karşılaştı ‘’ Bugün kahve lütfen, iki adet ‘’ yazılıydı. Tanya o andan sonra Kağan’ın hayatında bir şeyler değimeye başladığını sezmişti. Somurtan, bağıran, aşağılayan adam artık yoktu.

Yine, Tanya’ın önünde koca bir duvar vardı ancak bu kez bahçeye atlamak daha kolaydı..

 

Yabancı ama tanıdık bu ikili yaklaşık sekiz aydır beraberdiler. Bazı geceler hiç konuşmadan, beraber uyuyorlardı. Bazen Kağan Tanya’nın kapısını çalıyor tek kelime bile konuşmadan ona sarılarak uyuyordu. Bazende tam tersi. Onlar birbirleri için sığınacak bir liman ve yaslanacak bir dağ olmuşlardı. Kağan ne kadar güçlü görünsede aslında bir çocuk kadar ilgiye muhtaçtı.

Sabah olduğunda ise her şey kaldığı yerden devam ediyordu. Yine tablolar uluslar arası kargoya veriliyordu. Tanya bunun yanı sıra hergün yaşadıklarını anları gün sonunda Natalia’ya mail gönderiyordu.

 

Artık yolculuğun son demleri yaklaşmıştı. Son olarak Yeni Zellanda da bir hafta konaklayacaklar ve eve dönüş yolculuğu başlayacaktı. Tanya nasıl bir sergi olacağını ve Kağan’ın nasıl resimler çizdiğini merak ediyordu. Kendisi için ise bu iş bittikten sonra ne yapacağı konusunda en ufak bir fikri yoktu…

 

 

Yeni Zelanda turunun son gününde Kağan Tanya’ya programın yaklaşık yirmi gün daha uzaması gerektiğini söylemişti. Bunu söylerken de Tanya’nın çok sevdiği bezeleride ikram etmeyi ihmal etmedi. Tanya zamanın uzamasına sevinmişti. Çünkü böylelikle Kağan ile daha çok vakit geçirebilecekti. Aralarında farklı bir bağ oluşmuştu. Kağan artık adaçayı istemiyordu sabahları. Tanya bu adama minnettardı ve şimdi çok daha güzel resimler çizebiliyordu. Çizdiği resimlerin Turta House’un duvarlarında nasıl durduğunu görmek için sabırsızlanıyordu. Natalia’dan çok istemesine rağmen o ablasına hiç fotoğraf çekip göndermedi. Tanya kardeşi ile iş birliği yaparak Kağan için çok güzel bir sürpriz yapmaya hazırlanıyordu. Hem ona bir teşekkür etmek hem de minnettarlığını belli etmek için kendince ufak bir hediye hazırlamıştı.

 

Pasifik üzerinde muhteşem bir yolculuk sonrası, Atlantik ve Bermuda’yıda geçerek Miami sahiline ulaştılar. Bu son duraktı. Bu yolculuğun bitecek olması ikisini de hüzne boğmuştu.

 

 

MİAMİ DE GÜNEŞ BAŞKA DOĞAR

 

 Miami’de altıncı günleriydi ancak Kağan hiç resim çizmemişti. Tanya’ya her gün izin veriyordu. Tanya ise neden Miami’de olduklarını anlamamıştı. Bir akşam Kağan Tanya’yı partiye davet etti. Artık eve dönüş yoluna çıkacaklarını ve baş başa güzel bir kutlama yapmak istediğini söyledi.

Ertesi gün saat 18:15’te Tanya’yı alarak kutlamanın yapılacağı yere gittiler.

Tanya arabadan indiği anda onu starları karşılayan bir kırmızı halı ve kamera ordusu karşıladı. Kağan Tanya’nın elini tutarak eşlik etti. Tanya kırmızı halıda yürürken binanın girişine koyulmuş ve çatıya kadar uzanan lcd de kendisini gördüğünde titremişti. Giydiği siyah elbisesi ile çok asil görünüyordu. Ve burası ne bir restoran ne de bir otel gibiydi. Sanki bir müze, parti için hazırlanmıştı. Çok geçmeden ileride Sezgin ve eşinde giydikleri şık elbiseleri ve ellerindeki kadehlerle kapıda göründüler. Sezgin Kağan’a gecenin akışı hakkında bilgiler vermişti. İçeriye geçtiler. Tanya şaşkındı. Sanki bu koca parti sadece onlar için düzenlenmiş gibiydi. Kalabalığın içinden geçtiler. Kağan kürsüye çıkarken Tanya ise ilk sırada onu bekliyordu. Tüm misafirlere bu açılışa geldikleri için teşekkür etti Kağan. Tüm salon alkış sesleri ile inlemişti. Bu açılışın İstanbul’da olması gerektiğini düşünmüştü Tanya. Konuya yanında duran Sezgin açıklık getirdi. Resimler burada sergilendikten sonra İstanbul’da, Munih’te ve birçok kentte daha sergilenecekti. ‘’Kağan bey ; açılışın burada yapılmasını istedi ve son bir aydır tüm hazırlıkları bu şekilde devam ettirdi,’’ dedi. Tanya çok hazırlıksızdı. Şakındı.

Çok geçmeden kardeşi Natalia’da kalabalığın içinden çıkıp geldi ve ablasının boynuna sarıldı. Çok özlemişlerdi birbirlerini. Kağan açılışa Natalia’yıda çağırarak Tanya’ya güzel bir sürpriz yapmıştı.

Kırmızı kurdaleyi kesti Kağan. Tanya ve diğer tüm misafirler resimleri görmek için sabırsızdı. Tanya içeriye adımını attığında heyecandan bayılmak üzereydi ve gördüğü resimler karşısında şok olmuştu. İlk girdikleri salondaki resimler Tanya’nın yolculuk boyunca çizdiği ve Kağan’ın beğenmeyip aşağıladığı çizimlerdi. Evet, diğer salonlarda da hep Tanya’nın resimleri vardı. Her resme bir isim verilmiş ve yaldızlı bir yazıyla üzerine yazılmıştı. Gelen konuklar resimlere bakıp övgüler yağdırıyorlardı ve altında Kağan’ın değil de bir bakasının imzası olduğu için şaşırıyorlardı. Serginin en son ve en gösterişli bölmesine geldiklerinde içeride üzeri kapalı tek bir resim vardı. Kağan resimin yanına çıktı. Tüm kalabalığı önünde topladı. ‘’Değerli dostlarım, bize onur veren sayın misafirler hepinizin şaşkınlığını anlıyorum. Evet tahmin ettiğiniz gibi resimler bana ait değil. Bu sergi eşimin en büyük hayaliydi ve o eşsiz bir ressamdı. Onun için buraya yakışan resimlerinde kusursuz ve duygu dolu olması gerekirdi. Ben küçük bir turtacı dükkanında en az eşim kadar iyi bir ressam buldum ve bu yolculuğa dahil ettim. Şuan sizlerden daha çok Tanya şakın bir durumda. Bir hayal gerçekleşecekse, en iyisi olmalıydı. Çünkü Tanya harika bir ressam ve her yaptığı resmin bir duygusu var. Ben bir gün küçük derme çatma bir dükkanda resim gördüm. O andan sonra kararımı vermiştim. Şimdi sizlerin de huzurunda bu tabloyu açmak istiyorum.

Çalışmanın adı sergininde adını taşıyor ‘’Tanya’nın Tuali’

Siyah perdeyi indirdi Kağan. Ortaya çıkan tabloyu gördüğünde Tanya ağlamaya başlamıştı. Çünkü Santorini’de çatıda özensiz şekilde çizdiği ve dükkanın üst katına astığı tablo şimdi buradaydı.

Kağan ön sırada duran Tanya’yı yanına çağırdı ve tüm konuklara bu değerli, eşsiz, ressamı taktim etti. Tanya bir rüya bulutunun içinde gibiydi. Az sonra bir fırtına çıkacak, bulutlar dağılacaktı ve Tanya sabah saat 8.20’de ada çayı hazırlayarak bay ukalanın odasına götürecekti. Ama böyle olmadı her şey gerçekti. Tüm salon bu şanslı kadını alkışlıyordu. Tanya küçük ve utangaç bir teşekkür konuşması yaptı.

Kağan tüm her şeyi önceden planlamıştı. Kendi resimleri berbattı ve bu sergiye asla yakışmayacaktı. Bu nedenle Tanya’yı yanına aldı. Ona gerçeği söylemedi. Çünkü Tanya’nın çaresizliğinden ve umudundan doğan renkler muhteşemdi. Tanya’nın çizdiği bu tablolar Natalia’ya hiç gitmedi. Şuanda Santorini’deki turtacı dükkanının yerinde ‘’Çaylak Ressam’’ isminde bir resim atölyesi vardı ve Kağan’ın çizdiği uyduruk resimler orada duvarlarda sergileniyordu. Natali’a tedavisi için son beş aydır Amerika’da yaşıyordu ve birgün Kağan’a ablasının en büyük hayalinin Miami’de Dünya’nın en büyük sergilerinden birinde tablolarının sergilenmesi olduğunu söylemişti. Bu yüzden Kağan açılışı burada yapmıştı. Her şey Tanya’nın küçük günlüğünde yazdığı gibi olmuştu ve tüm hayelleri gerçeğe dönüşmüştü.

Kağan hem ölen eşinin hem de Tanya’nın hayallerini gerçekletirmişti. Gece boyunca Tanya’nın elini bir an olsun bile bırakmadı. Herkes bu genç ressamı tebrik edip hatıra fotoğrafı çektiriyordu.

Gece sonu yaklaşamaya başladığında Natalia ablasının kulağına Kağan için düşündükleri hediyenin hazır olduğunu söyledi ve ablasının eline bir paket verdi. Natalia gecenin burada olduğunu bildiği için ablasının tahmininden daha once bunu hazırlatmıştı.

Biraz sonra Tanya’da kürsüye çıktı. Heyecanlıydı. İlk kez böyle bir kalabalığın önünde konuşma yapıyordu. Ona bu geceyi yaşatıp, değer veren ve onu ölümsüzleştiren Kağan’a teşekkür etti. Minnettardı. Kalabalığın önünde Kağan’ı öptü ve hediyesini verdi. Kağan şaşkındı ve ilk kez yanakları bir çocuk gibi kızarmıştı. Paketi açtığında ‘’Mavi Düş’’ isimli bir kitapla karşılaştı. Kitabın kapağında Tanya’nın o gün çatıda yaptığı resim vardı.

Ve bu kitabın yazarının adı Tanya Patarikosia’ydı.

Arka kapağı çevirdi. Hayata küskün bir adamın hala aşkla bağlı olduğu eşi için çıktığı yolculuk anlatılmıştı. Tanya her gün Natalia’ya bunları yazmıştı ve biriktirdiği parayla bu kitabı bastırmasını istemişti. Kitap çıkalı henüz bir ay kadar olmasına rağmen Yunanistan’da en çok satanlar arasına girmişti bile. Önümüzdeki günlerde üç ayrı dile çevrilecekti.

Kağan bu özel hediye karşısında ne diyeceğini bilemedi. İri yapılı, güçlü Türk ağlıyordu. Tanya’ya sarıldı. Ve hiç bırakmadı.

İkisi de birbirlerinden habersiz muhteşem hediyeler hazırlamışlardı.

Çok geçmeden yine mavi bir yolculuk sırasında evlendiler.

 Ve isimleri gibi aşklarıda ölümsüzleşerek okanusların, denizlerin dalgaları üzerinde yüz yıllarca yol aldı…

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder