15 Nisan 2018 Pazar

Uyumsuz Bir Zihnin Not Defteri / Achilles Valentin




Kim bilir kaçıncı sabah bu; ezanla birlikte karşıladığım. Uyumak sağlıklı insan işi. Ruhu yerinde duranlara özgü bir kabiliyet. Geceymiş, gün doğmuş, akşam olmuş umurunda olmayanların uyumaması da normal bir yerde. Günler günleri kovalarken büyük bir kayıtsızlıkla izliyorum oturduğum yerden düşen takvim yapraklarını. Dudağımın ucunu kıvırarak gülümsüyorum artık; gerçekleşmeyen hayallerimi hatırladıkça. Tamam, ben beceremedim, ama yine de naif hayallerim vardı be. Öyle yükseklerde değildi gözüm. Belki de olmalıydı, bilemiyorum. Üzerime giyecek bir kuantum gerzekliği bulamadığım için hala bir kalıba sokamadım hayatı.

Gözümün önünden geçip gidiyor her şey. Sanki kendim o yılları hasarsız atlatmışım gibi; uzun zamandır görmediğim birine rastlayınca “Çok yaşlanmış be!” diye geçiriyorum içimden. Yemekle birlikte pişmediğim için çiğ kalan tuza döndüm. İtiraz hakkım olmadan rastgele bir yemeğe serpildiğim için de geri toplanamıyorum. Beyaz taneler olarak seçiliyorum uzaktan. Nasıl göründüğümün farkında bile değilim.

Rüyamda bile düşünüyorum. Uyumsuzluğuma kılıflar uyduruyorum. Rüyalarımda gittiğim yerlere isimler takıyorum. Gerçekten gitmişim gibi hatırlıyorum sokakları, yolları. Sorana adres bile tarif ediyorum hiç gitmediğim, görmediğim yerlerde.

Doktorlar henüz sigarayı yasaklamadı bana. Yakındır; ucunu ateşlememi engelleyecekleri günler. Herkesten gizli içiyorum alkolü de. Gerçi evimin önünden geçenlerin haberi var, görüyorlar. Birçoğu komşu sayılır. Kırk yıldır oturduğum semtin artık görmekten yüzlerini eskittiğim sakinleri. Ama ya resmen tanışmadığımız için ya da önemsemedikleri için görmezden geliyorlar küçük dünyamdaki kadeh yuvarlamalarını. Aslında bütün problem de bu biliyor musun; ben görmezden gelinecek biri değilim. Hiç birinizi görmezden gelmeyi beceremedim. Her birinizin her şeyini bilmekten yorgun düştüm; hiç biriniz de “ya bu çocuk bizim yüzümüzden bu hale geldi” diyemedi.

Doktorlar sorunun kaynağına inmeyi beceremiyorlar. Ben doktor olmuş olsaydım her hastamın geçmişini izlemek için bir sistem kurardım. Öyle kan tahlili, röntgen, tomografi ile uğraşmazdım. “Neyiniz var?” diye de sormazdım. “Gel bakalım kardeş.” derdim ki; ben doktor olsaydım herkese “Kardeş.” derdim sanıyorum. “Gel bakalım kardeş, daya çeneni şuraya, içerideki kırmızı ışığa bak sadece.” derdim. O kırmızı ışığa bakarken ben de ışığın arkasından keşfederdim kanayan yarasını. Şunu yeme, bunu içme de demezdim. Ye kardeşim derdim, ama eskisi gibi yeme. Yediğini, içtiğini bari görmezden gelme. Sanki ilk defa ağzında bir lokma yuvarlayacakmışsın gibi şaşkınlıkla çiğne ne yiyeceksen. İçtiğin sıvıyı boğazından akarken hisset. İnsanlığın yararına tek hareketim doktor olmayı aklımdan bile geçirmemektir. Eğer zamanında doktor olmayı düşleseydim doktorluğu yasaklarlardı.

Şimdiye kadar ne hayal ettimse olmadı. Kimi şanslı karşılaşmalar sonrasında hayatım değişmedi mesela. Olabilecek bütün karşılaşmaları hayal ettim kafamın içinde. Düşündüm durdum bütün olacakları. Elle tutulur bir şey düşündüğüm de yok. Gezsem diğer insanlar gibi diye düşünüyorum. Her akşamım, hafta sonum başka bir yerde geçse. Eve taksiyle gitsem, eve gitmeden bir hamburger yesem. Sigara alsam köşedeki büfeden. Bir şeyler arayan kadına çekinmeden ne aradığını sorsam, o da bana “Sigara.” dese. Ben de onunla birlikte arasam, ama bulamasak. Bu arayıştan ötürü aramızda bir sıcaklık olsa. Kahve içmek için sözleşilse. Evde kahve olmadığı için mecburen kendini kadının evine davet ettirmenin bir yolu bulunsa. Çok eğlenilse kahveler içilirken, sonra birden ciddileşilse sigara dumanının altına. Çatlamış dudaklar birbirini bulup ıslansa. Hayat dolsa bedenlere. Hep o kadınla içilse kahveler, sigaralar, rakılar. Hiç sıkılmasa kimse kimseden. Biri ölünce, diğeri de yokluğuna dayanamayıp hemen ölse. Aynı kefene sarılsa cansız bedenler. Cenaze sahipleri bu isteğe hoşgörüyle yaklaşsa. Aynı çukura koysalar kadınla adamı, ölünce de ayrılmasalar. Tarihte ismi bilinmeyen iki insanın hikâyesi olarak anlatılsa hayatları. Başka işim olmadığından böyle şeyler kuruyorum, ama gençlik zamanlarında sevdiğimiz kızlar bile ortalıkta yok. Ya soy isimleri değişti ya da sırf ben onları hayal ettim diye tedavülden kaldırıldılar.

Uyumak için yatağa gireli iki saat oldu. Kendimden geçtim, ama düşünmekten dinlenemedim. Düşüncelerim bedenimi ele geçirdi. Her şeyi görüyor insanlar, her şeyin farkındalar. Parmaklarının ucundaki ekran görüntüsünü kaydırır gibi kayıtsız bir şekilde izliyorlar olan biteni. Bir sonraki sıkıntımı merak ederek geçiriyorlar hayatlarını. Acaba bu sefer anlatacak mı diye birbirlerine soruyorlar. Bana sormuyorlar. Nasıl sorulacağını bilmiyorlar. Kelimeleri özenle seçmeyi beceremiyorlar. Patavatsız, kaba cümlelerle dünyama girmeye çalışıyorlar. En azından bir kere gözlere bakılır. İnsanın ne hissettiği gözlerinden beli olur. Gülse de acı çektiği, canının sıkkın olduğu insanın gözünden belli olur. Bakmasını bilen görür. Bulutlara bakarak sorulmaz neyin var diye. Göğe bakma durağı burası değil, yanlış gelmişsiniz, üzgünüm. Burada sizin sorularınıza cevap verilmez.

Vaktiyle bu evde her gün çay demlenirdi. Çünkü kalabalıktı, birlikte içilirdi. Sonra herkes gitti teker teker. Çay yerine kahve içilir oldu evde. Yapması kolay diye, yapınca kalmıyor diye. Bu çayın sevilmediği anlamına gelmiyor. Tek anlamı çayın yalnız içilmediğidir. Bir çay içmeye bile gelmeyip “Onu neden öyle yaptın?” diye sorulmasına dayanılmadığı için demlenmiyor bu evde çay. Akıl vermeye kalkmayacaksın, hele benim yanımda kendi yokluğundan, yoksulluğundan bahsetmeyeceksin.

İki buçuk saat sonra güneş doğacak. Millet kalkıp işine gücüne gidecek. Ben anca rahatlamış olacağım ya da yorgun düşeceğim, öğlene kadar uyuyacağım. Sonra yine evimin önünden geçenleri izleyeceğim. Sigara aranacağım. Akşam olacak, bir sıkıntı basacak. Yalnızlık de, ne yiyeceğim kaygısı de, sigarasızlık de. Ne istersen de. Ama bir şeyler basacak bana. Yaşamaktan sıkılıp, yine düşünmeye başlayacağım. Uyumsuzluğuma bir kılıf daha uyduracağım, böyle böyle çürüyüp gideceğim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder