23 Mayıs 2016 Pazartesi

Ünlü Oyuncu Emre Kızılırmak Röportajı / Ahmet Yılmaz






Ünlü Oyuncu Emre Kızılırmak, Mutfakta Hünerlerini Sergiledi ...
 



Biz Emre Beyin herkesin bildiği yanlarının dışında gastronomi ve edebiyat ile olan ilişkisini ele almak istiyoruz.

İlk olarak ;
Son yıllarda gelişen gastronomi hakkında ne düşünüyorsunuz ve ilginiz var mı?

Gastronomi aslında sürekli hayatımın ve alışkanlıklarımın içinde var olan bir konu. Söz kendi kültürümüzün bilinen veya daha denemediğim lezzetlerine gelince sahip çıkıp koruma hissi doğuyor içimde.

Mutfakta yemek yapmayı sever misiniz? Ve en çok sevdiğiniz yemek nedir?

 Çok nadir yemek yaparım ama işin başına geçince sonuç olarak lezzetli şeyler çıkarırım ortaya. Balık güveç çeşitleri ızgara gibi üzerinde kaşarı erimiş mantarlı karidesli kalamarlı sofralar tam benlik.

Misafir gelse ne yemek yaparsınız ?

Hemen ikişer lahmacun söylerim eve bol yeşillikli limonlu yeriz. Yanında da ayran olmaz mı?  Yaptığım yemekleri kendi usulüme göre yapıyorum aslında. Evde o an ne varsa hepsini karıştırıp haşlama tarzı bir şeyler yaparım genelde. Yanında da yoğurt iyi gider.

En çok hangi ülkenin mutfağını seviyorsunuz ? 

Türk mutfağından daha zengin, daha yararlı, hijyenik ve lezzetli başka mutfak yok bana göre.


 
 
Spor yapıyorsunuz, göründüğü gibi fitsiniz de :)  formunuzu ne tarz ürünler tüketerek koruyorsunuz? 

               İçinde şeker olan hiçbir şey tüketmiyorum. Ambalaj içindeki hiçbir atıştırmalık gıdayı yemem. Akşam yemeğinde protein ağırlıklı beslenmeye çalışırım.
 
 

Fastfood ürünler tüketiyor musunuz?

Izgara ya da döner gibi etinin ne olduğu belli yani kendi kültürümüze ait yiyecekleri yerim ama hamburgerin içinde ne var bilemediğimden yiyemem.

Kitap okumayı sever misiniz? İlk okuduğunuz kitap hatırlıyor musunuz?

                Severim. Şeker portakalı. gastronomiye uygun bir kitap ismi oldu.

Hayatınızı değiştiren veya yön veren kitaplar oldu mu?

Yaratma Cesareti (Rollo May) ve Enformasyon Bombası kitapları şu an aklıma gelenler. Tavsiye ederim.

Roman okumayı mı daha çok seversiniz Şiiri mi?

Roman.
 

Şiir yada öykü tarzı şeyler yazar mısınız?

 Bazı senaryo yazma girişimlerim oldu aslında. Ama pek alışkanlığım yok.

Bir filmde 'şef' rolünü canlandırmak ister misiniz?

Neden olmasın. Anlatmaya değer bir derdi, davası olduğu sürece her şeye varım.

Dizi ve sinemada oynayacağınız  karakteri neye göre seçiyorsunuz?

Öncelikle hikayenin ne anlatmak istediği, sonra karakterin bu hikayenin neresinde ve nasıl var olduğu gibi kriterler üzerinde düşündükten sonra karar veriyorum. 

Sizi drama üzerine filmlerde izledik. Komedi filminde oynamayı  düşünüyor musunuz?

               Kısmet olursa bir gün komediyi de denemek isterim. 

Gastroedebiyat  kulübü  hakkında ki düşünceleriniz nelerdir?

Sadece damak zevkinin değil aynı zamanda sanata ve edebiyata dair keyifli ve eğitici bir karma oluşturduğunuz için tebrik ederim. Can boğazdan gelir ama bize de o canı yorumlamak düşer.


Emre Kızılırmak - Ahmet Yılmaz


 

 

21 Mayıs 2016 Cumartesi

Kendine İyi Bak / Gözde Çıbık


Son sözlerin en umutlusu değil midir ? Kimbilir, belki de hala kendime iyi bakmamı isteyecek kadar seviyordur beni. Ne acıdır, son sözden bile medet ummak. Geçirilen tüm zamanı, kaderi,’zamanında o kimseye emanet edemediğini’, can çekişen üç kelimeye teslim etmek..

Bir zamanlar, sadece bir kez olsun yüzünü görebilmek için yana yana özlediğin o Sevgili. Yeryüzünün en güzel sesiyken, her sözü büyüyken şimdi işlediği sızı nasıl da derinden. Halbuki tek kelimesiyle sevinçlerin en büyüğünü yaşatırken, şimdi uçsuz bucaksız okyanusun derinliklerinde yalnız bırakmak neden ?

Gözlerinde kitaplar dolusu cümleler bulurken, kendi halinde minicik bir notayken şarkılar bestelediğiniz,ölüme yürüdüğünüz, kahrolası törelerin altında can çekiştiğiniz, özlemeye yattığınız,kesik nefesler içinde uyandığınız o Sevgili.

Şimdi söylemek istediğin tüm sözler içinde kalacak. Gözlerine bakamadan, kucaklayamadan, boğazının ortasını ikiye ayıracak o düşünceyle başbaşasın. Önce korkacak, tüm kelimelerin anlamlarını hiçe sayacak, bekleyecek bekleteceksin hayatı. Geceler dönüp dönüp yalnızlığı üzerine yıkacak. Elin telefonda bir acabaya muhtaç  ‘Sana, ya da en azından dostluğuna ihtiyacım var’  nasıl diyeceksin ?

Kendinden başlayacaksın suçlamaya, herkese her şeye düşman olmaya.

Rüyalarında ayrılığı bir süre unutacaksın belki ama bir karabasan gibi ruhun kilitli ve her şeyin farkında olurken bile elden hiçbir şey gelmeyecek. Kimsenin seni anlamadığını hissedecek, için kuruyana kadar ağlamak isteyeceksin.

Yüreğin çökecek uzunca bir zaman, ama sen zamanın dostluğuna inanmaya başlayacaksın.

Limanda kaçırdığın ilk geminin sadece‘o’ olmadığını farkederek, açık denizde savuran fırtınanın yolunu çizmesine izin vereceksin.

‘Gönül bıçak yarasına alışır da, ayrılığa alışmazmış’ diyenleri duymayacaksın.

Zamanın gücünü, acıdan büyük tutarak,acıyı bile yaşayarak tüketeceksin.

Kalbi yetmeyeni sevmeyecek, önüne duvar olmayanı istemeyeceksin.

Gerçekten ‘Canın içine,Can içinde’ hissettiğine, Can-ı yürekten söyleyeceksin Canımıniçi kelimesini.

Yeniden sarhoş olup,kendinden bile daha çok değer verebilecek gücü bulacaksın.

İkinci baharları unut, her bahar senin İlkbahar’ın.

Küsme unutana, kızma arayana.

Hayat nefes aldığın değil, nefesinin kesildiği anların toplamıdır, unutma.

İyi bak hayatına.

19 Mayıs 2016 Perşembe

“FASHION TALKS” / Didem Aydın


 
 
“FASHION TALKS”
 
 
Heyecanla beklediğimiz 2016 Yaz sezonu ve beraberinde getirdiği yepyeni trendler yavaş yavaş gün yüzüne çıkıyor. Stilinizi tazeleyecek ipuçları için takipte kalın!

 
Moda tasarımcılarının her yaz sezonunda sizlere demet demet çiçek bahsetmelerine alışkınsınızdır. Geçtiğimiz yaz sezonlarında olduğu gibi bu sezonun motifi de floral baskılar. Birçok ünlü markanın koleksiyonunda bu baskıların abartılı renk ve çeşitlerini görebileceğiniz gibi ben de kendi yaz koleksiyonumda oldukça fazla kullandım. Floral baskılar, monogram çiçek desenleri ve fırfır detayları kullandığım oldukça severek karşınıza çıkarttığım yaz koleksiyonumda kalem etekler, yüksek bel şortlar ve crop top modelleri emrinize amede. Bu sezon da bir buket çiçeğe kalplerimiz seve seve teslim ettik diyoruz!
 
 
 
Ahengi Yakalayın
Bu sezon kadınlara "Doğruluk mu, cesaret mi?" diye soruyoruz. Renkleri, desenleri, dokuları karıştırmaya cesaret edense kazanıyor. Sezonun gözdesi canlı çiçek desenlerini fazla “tatlı” bulanlardansanız, direksiyonunuzu şaşırtan desen ve renk birlikteliklerine kırın. Desenler gözünüzü korkutmasın. Çizgiler yuvarlaklara, kareler elipslere karışsın. Kargaşadan doğan ahengi yakalayın.
 
Etek Kodu
Maksi ve mini etekleri unutup, midi eteklere “Merhaba” diyoruz. Bu yaz belden kloş midi etekler ve midi kalem eteklerin yılı olacak. Diz altında biten kloş etekler, sezonun en önemli modeli. Sanıyorum herkes de lady görünüm egemen olacak. Tasarımcılar  Az çoktur” atasözünden yola çıkarak çalışmalarını tamamladılar bile. Sizde midi boy elbiseler ve eteklerle baharın romantik havasını üzerinizde taşıyın.
Dizde, dizin hemen altında biten midi etekleri ister vücuda yapışan bluzlarla veya bol kazaklarla ve yüksek stilettolarla kombinleyebilirsiniz. Kalem ve kloş midi etek severler!
 
 
 
 
“NOT JUST FOR BED”
 
 

 
Evlerinde sadece kendi keyifleri için giydikleri pijamaları, keşke hiç çıkarmasam diyenlerin duası kabul oldu, müjde! Tasarımcılar, sportif ve rahat tarzı 2016 ilkbahar-yaz sezonunda bir tık ileriye götürerek, yatak odasını sokağa taşıyorlar. Saten ve ipek ağırlıklı parçalar, pijama elbise ve takımlar, kimonolar, robdöşambrlar, dantel elbiseler bu yazın en çarpıcı görünümlerine imza atıyor. Takım olarak kullanılsa da bazen başka parçalarla da meç edilerek kullanılabilir. Pijama takımlarının altına genelde açık burunlu bantlı topuklular  tercih ediliyor. “Üstünü giyinmeden mi çıktın?” ya da “Üstünü değiştirmeyecek misin?” gibi yorumları duymaya hazırım diyorsanız buyrun siz de deneyin. Ben bu trende aşık olanlardanım! Siz bu trend hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce nasıl görünüyorlar ?
                                                                                                                   
 

18 Mayıs 2016 Çarşamba

Cinsel İstismardan Çocuğumu Nasıl Korurum? / Evren Hoşrik




Bir çocuğun, yetişkin bir kişi ya da akranı olmayan başka bir çocuk tarafından cinsel haz amacıyla zorla ya da kandırılarak cinsel etkileşime maruz bırakılması cinsel istismardır. Akran çocukların birbirlerinin cinsel organlarına bakması, dokunması ise bir cinsel birleşme olmadığı sürece –belli sınırlar çerçevesinde kaldığı sürece– gelişim açısından normal kabul edilmektedir. Bu tip etkileşimler, çocuğun kendini ve bir başkasını tanıma sürecinde deneyimlediği, yetişkin cinselliği gibi olmayan, çocuksu oyunlar olarak nitelendirilmektedir. Ancak, akran olmayan çocukların, örneğin 10 yaşındaki bir çocukla 6 yaşındaki bir çocuğun cinsel etkileşiminde cinsel istismardan şüphelenilir.

İstatistiklere bakıldığında yaklaşık her 4 kız çocuktan biri ve her 10 erkek çocuktan biri 18 yaşına gelene kadar en az bir kez cinsel istismara uğramaktadır. İstismar türleriyse teşhircilik, röntgencilik, çocuğa yetişkin cinselliği içeren filmler izletilmesi, uzayan ya da aşırı yakınlık içeren öpme davranışı ya da her türlü cinsel ilişki vb. olarak sıralanabilir.

1. Öncelikle şunları bilmelisiniz:

– İstismarcıların % 80’i çocuğun tanıdık çevresindendir. % 20’lik kısmı, çocuğun daha önce hiç görmediği, etkileşime girmediği tanıdık olmayan kişilerdir.

– İstismarcılar genellikle şüpheli görünmezler, sıradan ve güvenilir görünen kişilerdir.

 – Çocuklar cinsel istismar konusunda genellikle yalan söylemezler. Bu konuda yalan söyleme nadirdir ve ancak bir uzman görüşmesinde anlaşılabilir. Dolayısıyla çocuğa güvenmek ve inanmak çok önemlidir. Ne kadar önlem alsanız da çocuğun bir kez istismara uğraması belki her zaman -% 100- kontrol edilemezdir, ancak istismara bir kereden fazla maruz kalan çocukların ebeveynlerinin -en yumuşak tabirle-  sorumsuz davrandığı, çocuğunu yeterince koruyamadığı düşünülür.

 – Yaşanmış tek bir cinsel istismar bile çocuğun ruh sağlığı için zarar verici olabilir. Bu nedenle, böylesi bir durumda ailelerin bir uzmandan destek alarak çocuklarına gerekli özeni göstermeleri şarttır.

 – Cinsel istismara hemen her türlü ailede rastlanabilmektedir: Zengin ya da yoksul olmak, eğitimli ya da eğitimsiz olmak ve dini inançlar ayırıcı değildir.

 

– Cinsel istismarcıların yaklaşık % 80’i  erkek, geriye kalan kısmı kadındır.

Parklar, genel tuvaletler, karanlık sokaklar, karanlık yerler, boş inşaat alanları en çok korkulan yerler olsa da cinsel istismara çoğu zaman evde, okulda ya da ev ile okul arasında kalan yol ve çocuğun çevresindeki alanlarda rastlanmaktadır.

2. Çocuğunuza İç Çamaşırı Kuralını Mutlaka Öğretin.

Çocuklarınıza vücutlarının kendilerine ait olduğunu ve hiç kimsenin, kendi izinleri olmadan, vücutlarına dokunamayacağını öğretmelisiniz.

 İç Çamaşırı Kuralı Nedir?

Kural: Başkaları çocukların iç çamaşırlarına ve çamaşırın iç kısmındaki bedenlerine dokunamazlar. Çocuklar da aynı şekilde başkalarının bu yerlerine dokunmamalıdır.

İstisna durumlar: Doktorlar, anne baba ya da bakıcılar vb. gerekli durumda istisnadır. Yine de en ufak bir rahatsızlık hissettiklerinde “Hayır!” demeleri gerektiğini çocuğunuza açıklamalı ve gerektiğinde “Hayır Dokunma!” demeye teşvik etmelisiniz.

3.  Çocuğunuza İyi ve Kötü Sırların Ne Olduğunu Öğretin.

İyi sırlar mutluluk verir, kötü sırlarsa mutsuzluk… İstismarcılar, sıklıkla “bu bir sır, aramızda” kalsın derler. Eğer çocuğunuza, kötü sırları saklamaması gerektiğini öğretmediyseniz, istismara uğradığı takdirde, “sır tutmak her zaman iyidir” kanısı ve yanılgısıyla bunu size söylemeyebilir. Çünkü çocukların kural algısı yetişkinlere göre daha katı olabilmektedir. Bir kural koyduğunuzda, o kuralı bozabileceği istisna durumlarını ona öğretmezseniz ne pahasına olursa olsun o kurala sadık kalabilirler. Benzer biçimde, “başkalarına bağırmak, başkasını itmek” sıradan koşullarda çocuğunuzun yapmasını istemediğiniz davranışlardır ve ona öğrettiğiniz kurallardandır. Ancak bu kuralları, kendisine yaklaşılmasından rahatsızlık duyduğu, hoşlanmadığı bazı durumlarda bozabileceğini ona açıkça anlatarak öğretmelisiniz.

4. Çocuğunuza İyi ve Kötü Dokunmaların Neler Olduğunu Öğretin.

– İyi dokunmalar ailemizin, arkadaşlarımızın ve diğer tanıdık çevremizin bizi önemsediğini hissettirir. 

– Kötü dokunmalarsa kendimizi kötü hissettirir. Kötü bir dokunma sezdiğimizde kendimizi öfkeli ve kirlenmiş hissederiz.

Çocuğunuza, kötü dokunmaya maruz kaldığında, “dokunma!”diyebilmesini; gerektiğinde çevresinden yardım istemesini, bağırmasını ya da kötü dokunan kişiyi itip kaçmasını söyleyin.

5. Çocuğunuza Mutlaka Cinsel Eğitim Verin.

Cinsellik hakkında yaşına göre bilmesi gerekenden daha az bilgiye sahip olması çocuğunuzun cinsel istismara maruz kalma riskini arttırır. Çocuğun olası tacizlere karşı kendini koruyabilmesi için sağlıklı bir cinsel bilgiye ihtiyacı vardır. Örneğin, çocuğunuz size “ben nasıl doğdum/oldum?” sorusunu sorduğunda ona“seni leylekler getirdi” demek hatalı ve yararsız bir açıklamadır. Bunun yerine, çocuğun yaşına göre açıklama yapılmalıdır. Örneğin, “biz annenle/babanla birbirimizi severek evlendik. Daha çok sevdiğimizdeyse sen oldun” gibi. Eğer çocuğunuzun yaşı bu açıklamadan tatmin olmayacak kadar büyükse -açıklamayı yapan ebeveyne göre- “annenin yumurtalarıyla benim tohumlarım birleşti ve bu birleşmeden yaklaşık 9 ay sonra sen doğdun” diyebilirsiniz. Eğer çocuğunuzun yaşı daha büyükse, artık cinsel birleşmenin ne olduğunu, bu konuda yazılmış ve görsellik içeren kitaplardan yararlanarak onunla birlikte okumalı ve ona gerekli açıklamaları yapmalısınız. Unutmayın, çocuğunuza zamanında ve doğru bilgiler içeren cinsel eğitim vermek, çocuğunuzu cinsel istismardan korur, yetişkinlik döneminde daha sağlıklı bir cinsel hayatı olmasına katkıda bulunur. Doğru bilgiye dayanan ve çocuğun yaşına göre cinsel eğitim vermek aynı zamanda sizin analık/babalık görevinizdir.

6. Çocuğunuzun Özel Alanı Olduğunu Öğretin ve O Alana Öncelikle Siz Girmeyin.

– Çocuğunuz fiziksel yeterliğe ulaştığında genital bölgelerini, siz değil kendisi temizlemelidir.

– Çocuğunuzun yatağını uygun zamanda ayırın (2 yaş civarı), gerekirse bir uzmandan bu konuda destek alın.

  Cinsel organını uygun olmayan yerlerde bir başkasına göstermesi için çocuğunuzu teşvik etmemelisiniz. Kız çocuğunun da erkek çocuğunun genital bölgelerinin aynı derecede özel olduğunu unutmayın.

– Çocuklarınızı dudaklarından öpmeyin ve iyi niyetle ya da oyun amacıyla da olsa kimsenin öpmesine izin vermeyin! Özel alan ve özel bölge kavramlarını edinen çocuklar cinsel istismara karşı daha iyi korunmuş olacaklardır.

7. Çocuğunuzun cinsel istismara uğradığından şüphelenirseniz ne yapmalısınız?

– Öncelikle onu yargılamadan dinlemeye hazır olduğunuzu gösterin.

– Çocuğunuza inandığınızı hissettirin.

– Ona her türlü yardım için hazır olduğunuzu sözle belirtin.

– Suçluluk duymaması için çaba gösterin.

– Çocuğunuz ve gerekirse kendiniz için uzman desteği alın  (psikolog, psikiyatrist, çocuk gelişimi uzmanı, sosyal çalışmacı vb.)

Cinsel Bilgiler Veren ve Çocuğunuzla Birlikte Okuyabileceğiniz Bazı Kitaplar:

– 4-6 Yaş Çocuklar İçin Cinsel Bilgiler

Yazar: Isabelle Fougere

– 7-9 Yaş Çocuklar İçin Cinsel Bilgiler

Yazar:  Gilbert Tordjman…

– 10-13 Yaş Çocuklar İçin Cinsel Bilgiler

Yazar: Gilbert Tordjman…

-          Bedenim Bana Ait

Gergedan Yayınları

Daha fazla bilgi aşağıdaki siteyi ziyaret edin:

www.underwearrule.org/default_tr.asp

Not: Bu yazının hazırlanmasında büyük emekleri geçen: Psk. Selma YAZKAÇ, Sos.Çal. Şirin TARGAN ÇALIŞ, Pdr. Vildan ÜSTÜN ve Çoc.Gel. Banu IŞIK’a sonsuz teşekkürlerimle…

Uzm. Psikolog Evren Hoşrik

Kaynaklar: 1. Kara B, Biçer Ü, Gökalp AS, (2004). Çocuk İstismarı, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Dergisi, 47: 140-51.

Kaşarlı Pilav / Achilles Valentin



Kolunu kıpırdatacak hali yokken “artık bir şeyler yemem gerekiyor” diye zorla kalktı uzandığı yerden. Sarsak adımlarla yürüdü mutfağa. Eskiden bolca zahire bulunan dolabın kapağını açtı. Kavanozun dibinde kalmış pirinç tanelerine baktı. Manevi yakınlık hissettiği tek nesneye boşalttı hepsini. Çayı, kahveyi, suyu, gazozu hep aynı su bardağından içerdi. Hepi topu yarım bardak pirinç çıktı. "Yeter" dedi içinden. Buzdolabının yanındaki duvara astığı temiz tavalardan birini koydu ocağa. Kalınca bir parça tereyağı da attı içine. Yağ iyice eridikten sonra bardaktaki pirinci de boca etti tavaya. Yağda kavrulan pirinçler artık sınıf atlayabilirdi. Sofistike bir pilav olma yolunda önemli bir aşamayı ateşte kavrularak geçeceklerdi. Daha önce pirinç boşalttığı su bardağını ağzına kadar su ile doldurdu, hemen sonra da suyu kavrulan pirinçleri az da olsa serinletmek için tavaya transfer etti.

Pirinçler pilav olma merasimini hafifçe kaynamaya başlayan suyun içinde rahatça haşlanarak geçiredursunlar diye onları yalnız bırakmaya karar vererek, tavanın üzerine uyduruk bir kapak yerleştirip salona geçti. Televizyonu açıp karşısına konuşlanmış yemek masasının etrafına dizdiği plastik sandalyelerden birine oturdu. Bir sigara yaktı, hemen ardından da söndürdü. ("Aç karnına hiç çekilmiyor bu meret!")

Yeterince beklediğine kanaat getirerek tekrar mutfağa gitti. Tavanın üstüne koyduğu kapağı kulpundan tutup kaldırdı. Pilav suyunu çekmişti. Diğer eline aldığı çatalın ucuyla bir kaç pirinç tanesini tavadan ayırdı. Üfleyerek dilinin ucuyla ağzına transfer etti çatalın ucundakileri. Çatalın ucu bu duruma hiç bir tepki vermedi. "Biraz daha pişsin" dedi büyük bir bilgelikle. Çatalı tuttuğu eliyle kapağın metal kısmını tuttu ve tuttuğu gibi bıraktı. Çatal bir yana, kapak bir yana düştü. Kapağa bir tekme savurmak geldiyse de içinden yapmadı. Daha önce böyle öfkeyle yere düşen nesneye tekme atmak isterken ayak serçe parmağını kapı pervazına çarpmış, dakikalarca acı içinde kıvranmıştı. Onun yerine yanan eline üfleyerek analı avratlı bir küfür savurdu. Tecrübelerine her zaman önem verirdi. Fakat bu sırada yanan elini soğuk suya tutmayı akıl edemedi. Zaten böyle anlarda yardımcı olabilecek pratik hareketleri akıl etmek konusunda yetersizdi. Başkalarının başına gelen olaylarda; takındığı en bilgiç tavrıyla yapılması gereken doğru müdahaleyi söyleyebilirdi, ama iş kendine geldiğinde akıl edemezdi.

Doğduğundan beri kendi ile ilgili konuların uzun zamanda halledildiğini biliyordu. Annesi ile babası arasında çocuğa kimin babasının isminin verileceği konusu hakarete varan uzun tartışmalara yol açmış, çocuk iki yaşına gelince yoldan geçen herhangi birinin babasının isminin verilmesi konusunda anlaşma sağlanmıştı. Sokaktan geçen ilk kişinin bir Fransız olması yeni bir tartışmaya yol açmadan anlaşma yolu bulunmuştu. O sırada o mahalleden neden geçtiği hiç bir zaman anlaşılamamış Fransız'a çaresizlik içinde bakan gözlerle durum anlatılmış, kendisine verilen mühim görevi tam olarak idrak etmiş Fransız da gözyaşlarını tutamayarak babasının ismini bebeğin kulağına üç kere fısıldamıştı;  "Kari, Kari, Kari."

Tavanın altını söndürürken aklına günlerdir buzdolabının kapağını her açtığında ilk gördüğü yiyecek olan artık sertleşmiş kaşar dilimleri geldi. Pilav olma şerefine nail olmuş pirinçlerin üzerine yaydı dilimleri. Pilavın rutubetini alsın diye gazeteyi tavanın üzerine koydu özensizce, az önce elini yaktığı için kin dolu bir bakış attığı kapağı da gazetenin üzerine kapatıp tekrar salona, televizyona doksan derece açıyla yerleştirilmiş koltuğuna kuruldu. Hep aynı yerine oturulmuş olmaktan ötürü gözle görülür bir göçük sahibi olmuş koltuk gıcırdadı hafifçe. Hiç düşünmeden ve hatta bakmadan az önce bir nefes çekip söndürdüğü sigarayı yaktı. Bu sefer aç karnına çekilebilirdi. Televizyona bakıyordu, fakat aklı başka bir yerdeydi.

Babası az söylememişti; "yalnız yaşanmaz, bul birini evlen!" diye. Her seferinde babasına aynı cevabı vermekten usanmamıştı; "Siz evlendiniz de çok mu mutlu oldunuz, benden daha yalnızsınız işte!" Hâlbuki içinden "ah be babam! Biri bana vardı da, ben mi git dedim" diye geçirirdi.

En son sevgilisi kendisini beş yıl önce terk etmişti. Aslında kıza baştan beri kanı ısınmamıştı. Belki severim diye yola çıkmıştı. O belki hiç bir zaman gerçek olmamıştı. Mahallede sevilen bir dedenin cenaze merasiminde tanışmışlardı. Dede, yeni taktırdığı çanak antenin bazı kanallarda şifre sormasını içine sindirememiş, çatıda santim santim anteni çevirip bir yandan da televizyonun nasıl gösterdiğini görmek için eğildiği bir sırada bir kat alttaki balkona düşmüştü. Mahalleli dedenin bir iki kırıkla kurtulduğunu düşünürken bir kaç gün sonra kimsenin ona bakmadığı bir sırada emrihak vaki olmuştu.

Kızla da işte o dedenin cenazesinde tanışmışlardı. Daha doğrusu bizimki kapının önünde sigara içerken kız içerden mevlit şekeri ikram etmek için kapıya çıkmıştı. Kafasının üzerine öylesine attığı eşarbın ucu tuttuğu tabağa giriyordu. Böyle görüntülerden tiksinmesine karşın kızı tanımadığı için ses etmeyip oldum olası sevdiği naneli mevlit şekerlerinden ayıp olmasın diye bir tane almıştı. Yine ayıp olmasın diye "teşekkür ederim" deme gafletinde bulunmuştu sonra da. Kız bu teşekkürü bir ön evlilik teklifi olarak kabul etmiş, hemen o anda şeker dağıtma görevinden istifa etmiş,  evde ağıt yakmakla görevli müzevir teyzelerle konuyu münazara etmiş ve oğlan hakkında malumatlı bilgiler almıştı. Oğlanın bekâr olması o an için yeterli bilgi olarak kabul edilmiş, iletişim kurmak için kaynana adayının aranmasına geçilmişti.

Kari, hüzünlü sigara içme törenini de sona erdirdikten sonra kapıdan kafasını sokup annesine "ben gidiyorum" manasında işaretler yapmış, annesi de her zaman yaptığı gibi işaretten anlamayarak bütün ilgiyi üzerine toplayacak şekilde bağırarak; "ne?" demişti. Sesli iletişime geçmek zorunluluğu kız tarafından ortadan kaldırılmış; "eve kaçıyor teyzeciğim" diyerek olay kapatılmıştı. Bu "ciğim" 'in başına bela olacağını daha o anda anlamıştı Kari.

Ne var ki; kızın ısrarlı ve sistemli tacizleriyle bir iki yemek yendikten sonra hemen sevgili olunuvermişti. Daha Kari ne olduğunu anlamadan aileler birbiriyle tanışmış, kaynaşmıştı. Herkes onları birbirine çok yakıştırıyordu. Bir tek Kari yakıştıramamıştı kızı kendi koluna. Yine de ses çıkarmadan devam etmişti ilişkiye. ("Ayıp olmasın şimdi")

Bir yıl kadar gezdiler tozdular. Hatta kız bir punduna getirip yatağa bile attı oğlanı. Ama bu bile sevgi oluşmasını sağlamadı. Aksine Kari, kızdan daha çok soğudu. Kız'ın sevişme isteğini artık burnuna dolan ve 3 kere yıkanmadan kurtulamadığı kokudan anlayabiliyordu. Öyle zamanlarda kızın yaydığı koku yüzünden bir süre tüm kadınlardan iğrendi. Kızdan ayrıldıktan bir yıl sonra çok sarhoşken seviştiği bir kadın sayesinde kurtuldu bu rahatsızlıktan. Demek ki bütün kadınlar kokmuyordu.

Bir gün bütün cesaretini toplayıp ayrılma kararını bildirmek üzere kızı çağırdı. Konuyu evirdi, çevirdi, eveledi, geveledi bir türlü söyleyemedi. Kızın anlamaya çalışan gözlerine baktıkça daha çok bocaladı ve kendisinin iğrenç bir insan olduğuna kadar vardırdı meseleyi. Sonunda Kari'nin bir çeşit bunalımda olduğuna karar verildi.

Ayrılma kararını bildireceği ikinci deneme yaklaşık üç ay sonra oldu. Fakat bu sefer de kız ondan önce davranıp çat diye söyleyiverdi ayrılma isteğini. Aralarında hayal ettiği türden bir aşk yaşanmıyormuş, buluştuklarında ona bir çiçek bile almıyormuş, üstelik de sevişmeleri haddinden fazla uzun sürüyormuş, bu ilişkiyi devam ettirmenin anlamı yokmuş. Kari erken davranamaması nedeniyle daha önce terk edilmenin verdiği bir rahatsızlık içine yerleşse de ayrılığı ayıp olmasın diye kabul etmiş görünmüştü. İçinden göbek atarken, yüzüne takındığı acıklı ifadeyle "Yazık, hayallerim vardı seninle" demiş ve kalkmıştı masadan.

Sigarasından son nefesini çekerken beyninin sol yanından işaret veren bir sinyalle koltuktaki göçüğe yerleştirdiği kıçını kaldırdı koltuktan. "Pilav olmuştur artık!" Yepyeni icadı yarım bardak pirinçten mamul kaşarlı pilavına yumuldu. Elde ettiği zaferi yeni bir sigara yakarak kutladı. Bu gece tok yatılacaktı. Öyleyse acıkmadan hemen uyunmalı. "Yarını yarın düşünürüz!" deyip kapattı ışıkları.

Hikayeler Dükkanı / Firkan Gülaydın


Serum ve ilaç konusuna artık o kadar çok alışmıştı ki. Onun yaşamının bir parçasıydılar artık. Yine her ay olan olağan hastane nöbetlerinden bir tanesi de nihayet bitmişti. Yorgun ve uykusuz da olsa sabah İstiklal’de ve Beyoğlu’nda yürüyüş yapmayı ihmal etmemişti. İstanbul’a aşık bir kızdı. İstanbul ve insanlar onu günden güne daha çok yorsa da onun bu şehre aşkı hiç azalmıyordu. Gri bir sabah, gece yağan yağmurun ıslaklığı halen kaldırımların tenindeydi. Sokaklar ve yağmur gece boyu sevişmişlerdi. Bu ılıman havayı çocukluğundan beri hep severdi. İstiklal’den aşağı doğru yol aldı. Yeni demlenmiş çay kokusu her yanı sarmıştı. İnsanlar dükkanların kepenklerini açıyor, önlerini süpürüyordu. İşe gitmek için hızlı adımlarla ofislere giden bir çok robotlaşmış beyinler vardı etrafta. Gece barlarından kalma banklara sızmış üniversite öğrencileri de. Herkes bir şeyin peşindeydi. İnsanların yüz hatlarına yansıyan telaşları, acelecilikleri onu fazlası ile geriyordu.

Sokak satıcıları ve tramvayın çıkardığı sesin karışımı içinden, kendine en tanıdık olanı seçip benimsemeye çalışıyordu. Az sonra Galata’nın tarih kokan sokağına girmişti. Havanın gri rengi gittikçe siyaha bürünüyor ve gelecek yağmurun habercisi oluyordu. Yavaş adımlarla sokağın tarihini derin derin içine çeken genç kız, aniden hızlandı ve ne olduğunu anımsayamadığı bir dükkanın vitrininin önünde durdu. Rafta her türden ve her boyutta farklı mumlar vardı. Hepside yanıyordu ve oluşturdukları loş ışık muazzamdı. İçeriden keman sesi duyuluyordu. Tamda bu sırada alçak, eski ahşap kapı açıldı ve kapıda görünen genç onu içeri davet etti. Yağmur gelmek üzereydi. Her ne kadar girmekten çekinse ve gitmeyi düşünse de içeride olanları merak ediyordu. Her yeri mum alevleri aydınlatıyordu. Çok alçak tavanı vardı ve bazı bölümlere geçmek için sıkça eğilmesi gerekti. Büyük holün köşesinde metal bir plaka üzerinde duran gramofon vardı. Ondan yükselen yalın ve berrak keman sesi bu küçük dükkanın her yerinde yankılanıyordu ve sanki ses dalgaları içeride sürekli geziniyordu. Sol bölümde tozlu, bakımsız bir kitaplık vardı. Uzun zamandır temizlenmediği aşikardı. Duvarlar da siyah beyaz İstanbul resimlerinin yanı sıra devasa at çizimleri hakimdi. Genç kız tedirgin, ürkek adımlarla ilerliyordu. Sanki garip bir büyünün tam ortasındaydı. Aniden dükkan sahibi yirmili yaşlarda olan ve dingin bir tavır sergileyen gencin sesi ile irkildi. ‘’ Burayı sevdiniz mi?’’ Usulca başını sallamakla yetindi. Kapıya doğru yöneldi. Gitmek üzere adım attığı sırada mumların satılık olup olmadığını sordu. Hepsi çok güzeldi ve sıradan dükkanlarda onlar gibisini bulamayacağının bilincindeydi.

Genç kızın odasında onlarca mum vardı. Nereye gitse mutlaka bir mum alır onları yakmaya kıyamazdı. Çoğu kez cebinde ki son parasını bunlara vermiş eve yürüyerek gitmek zorunda kalmıştı. Dükkan sahibinden ‘’ onlar satılık değil’’ cevabını aldığında derin bir hüzne kapılmıştı. Ama centilmen genç ona bir tane hediye edebileceğini söylemişti. Kız şiddetle bunu reddetti. Çok yakın arkadaşlarından bile hediye aldığında fazlası ile mahcup oluyordu. Bu hissi sevmiyordu. Kaldı ki şimdi hiç tanımadığı bir adamdan hediye alacaktı. Bir iki dakika gencin uğraşları sürse de kızın haklı inadı galip çıkmıştı. Ama genç, kıza dükkanda ki en güzel mumu vermeye kararlıydı. Kafasında şimşekler çakıyordu. ‘’ Peki o zaman ‘’ dedi. ‘’Şu karşı kaldırımda duran evsiz amcayı görüyor musun? Buradan çıkında mumum parasını ona ödersin böylece ben amacıma ulaşıp sana bunu vermiş olurum, sende hem ücret ödemiş hem de onu almış olursun. Böylece o garibanda nasiplenir’’. Genç adamın bu adalet dolu fikrine kız hayır diyemedi. Gözlerini kısarak içten ve sıcak bir tebessüm etti sadece. Kız buranın ne dükkanı olduğunu merak etmişti açıkçası. Yüzlerce mumdan bir tanesi bile satılık değildi. Geriye satılabilecek tek şey eskimiş kitaplar kalmıştı. Belki de bir sahaftır diye düşündü. Kitaplığa yaklaştı. Ama hiçbir tanesinin üzerinde isim olmadığını gördü. Düz renkli kalın kapak baskının isim yerleri boştu. Daha yakından bakabilmek için izin istedi ve dışında piyano tuşlarını anımsatan baskılı olanı eline aldı. İçini açıp baktığında derin bir hayal kırıklığı yaşadı. Çünkü tüm sayfalar boştu. Genç çocuk gülümsedi. Kızın soru sormasını beklemeden hemen bir açıklama yaptı. Ben hikayeciyim. Burası da benim hikayeler dükkanım. Kız anlamsız ve şaşkın bir ifade ile gencin yüzüne baktı. O an kızın yüz hatlarına yansıyan mum ışığı ile ne kadar da güzel olduğunun farkına vardı. Usulca bembeyaz karların içinden gelen ve okyanuslara kadar uzanan berrak bir nehir gibiydi bakışları. İnsanı içine hapsediyor, yaradılışını anımsatıyordu. Bu büyüden kendini almayı başardığı anda, kıza dükkanın nasıl işlediğini anlattı. Buradan bir kapak seçmesi gerektiğini söyledi önce. Kız zaten seçimini yapmıştı ve elinde tutuyordu. ‘’ Şimdi sana başka bir defter vereceğim ve sende bunu alıp eve gideceksin. Yazmamı istediğin hikayeyi yaratacaksın, bana karakterler, olgular, kavramlar, bütünlükler vereceksin. Zaman, renk, mekan tüm her şey senin istediğin gibi olacak. Aklına gelen ve hayal ettiğin tüm detayları bu deftere yazıp bana getireceksin. Bende senin hikayeni yazacağım’’ Kızın gözleri parlamıştı. Ama hala bir tedirginlik ve şaşkınlık içindeydi. Bir süre sessiz kaldılar. Genç kız duvarda ki at resimlerini inceledikten sonra bir hikaye değil de bunun bir şiir olmasını istediğini, hikaye yazıcısına söyledi. Genç yazar bunu kabul etti. ‘’ Birkaç gün içinde sana defteri getireceğim’’ dedi kız ve evsiz amcaya vermek üzere çantasından para çıkaracağı sırada çantayı yere düşürdü. İçinden bir sürü çikolata ve bir parfüm şişesi dışarı fırladı. Delikanlı hemen yardım etti, kızın yüzü kızarmıştı ve gencin gözlerine bakamadı. Çocuk gülümsedi ‘’ Çikolataları seviyorsun’’ dedi sakin bir ses tonuyla. Birazda kızı rahatlatmak için ‘’ Şimdi sana bir sır vereceğim ‘’ dedi ve masanın çekmecesini açtı. Bir sürü çikolata, jelibon ve şeker vardı. Kız kahkaha attı. ‘’Sen bir delisin’’ dedi. İkisi de birbirinin sırrını öğrenmiş oldu. ‘’Çünkü çikolata bir mutluluk nedenidir’’ …

Çocuk kıza vermek için dükkanın arka bölümden bir mum getirdi ve ona uzattı. Vitrindekilerden ve dükkanın içinde olan mumlardan çok gösterişsiz ve sıradandı. Kız vapursuz kalmış İstanbul boğazı gibi hüzünlenmişti. Bu güzel dükkandan böylesine sıradan bir mum alacağını ummamıştı. Yağmur dinmişti, çocuk kıza kartını verdi ve vedalaştılar. Kız evsiz amcaya mumum parasını da vererek tarih kokan sokaklar içinde gözden kayboldu. Delikanlı bu karşılaşmadan oldukça memnundu. Gramofona en sevdiği plağı koydu ve dükkanın açık olan yazısını kapalıya çevirerek saatlerce bu güzel kızı düşündü. Güzelliğinde ötesinde, yüreğinin de tertemiz olduğunu hissetmişti. Yorgun bir şekilde eve dönen kız, sanki hala bir hayal bulutunun içindeydi. Dükkanın şirinliğini, çikolataların yerlere saçıldığı anı düşündü durdu. Oysa hastane o gece onun için berbat geçmişti. İlk kez bir kadavra görmüştü ve yemek bile yiyememişti. Ama bu güzel karşılaşmadan sonra evinin yakınında olan waffle restoranına giderek kocaman ve bol çilekli bir tabak waffle yiyerek kahvaltı yapmıştı. Çok geçmeden uykuya daldı.

Akşam saatlerinde uyandı ve nöbetten çıktığı içinde ertesi gün izinliydi. Genelde geceleri çok geç yatardı. İnsanların uykuda oldukları anı çok seviyordu. Çünkü gece içinde bolca huzur ve hikayeler barındırıyordu. Birde şiir dinlemeyi ve seslendirmeyi çok severdi. Bunları amatör olarak kaydediyordu. Arkadaşları onun bir radyo kanalına başvurması gerektiğini söyleseler de o henüz bu kararı vermemişti. Akşam yemeğinden sonra keyfide iyiden iyiye yerine gelmişti. Işıkları kapattı, bir yandan şiir dinlerken diğer yandan da gencin bugün verdiği mumu yakmıştı. Mum alevi odanın içinde loş bir gezintiye çıkmaya başlamıştı ki içerisini muazzam bir çikolata kokusu kapladı. Genç kız hayretler içindeydi . Evet bu mum beyaz çikolatadan yapılmıştı ve eridikçe eşsiz bir çikolata kokusu yayıyordu. Derin bir iç çekti. Oysa bugün dükkanda ki en gösterişsiz mumu verdiği için gence haksızlık etmişti. Biraz üzüldü ve onun gönlünü almaya karar verdi. Çok geçmeden hikaye yazmakta olan delikanlının telefonuna gizli numaradan bir mesaj geldi. – Kız numarasını paylaşmaya henüz hazır değildi – mesajda ‘’Serotonin’’ yazıyordu. Genç garipsedi ve anlam veremedi. Hemen internete girdi ve karşısına çıkan ilk sonuçtan sonra yüzüne kocaman ve aptalca bir gülümseme takılmıştı. Evet bu mesaj genç kızdan gelmişti. Serotonin tıp dilinde mutluluk hormonu salgılayan bir nörotransmitterdi. O an genç kızın bir doktor ya da tıp öğrencisi olduğunu düşündü. Az sonra yine gizli numaradan bir sesli mesaj vardı. Bu mesajda da genç kızın kendisinin seslendirdiği bir şiir vardı. Çocuk o an yeryüzünün en mutlu insanıydı. Ses kaydını onlarca kez dinledi. Ve kızın tekrar geleceği anı merakla beklemeye başladı. Birkaç gün sonra dükkanın küçük kapısında kız göründü. Elinde çocuğun ona verdiği defter vardı. Genç çok heyecanlandı. Daha önce ki karşılaşmalarında bu kadar heyecanına yenik düşmemişti. Aksine kız bu kez daha soğuk kanlı ve kendinden emindi. Çok kalmadı ve pek konuşmadı. Defteri bıraktı şiirde olmasını istediği kesin çizgileri defalarca vurguladı ve gitti. Gencin başarısız olma şansı artık kalmamıştı.






Notlar Şu Şekildeydi ; .Birinin gürültü dolu bir sokakta duyduğu müzik tema olsun istiyorum. .Onca insanı değil sadece o kalabalıkta yalnızlık senfonisini duyuyor. .Çok fazla yalnızlık çektiğini ama bu yalnızlıkta yalnızlık duymadığını anlatsın ama bu cümleler kurulmasın. Okuyan çıkarsın. . Cinsiyet, yaş,ırk verilmesin. . Zaman gece. Gökkuşağı gece çıksın. . Sarılmak yasak olsun o bölgede. Ama bu kelimeyi kullanmadan anlat. . Bitişte her şeyi açıklayan bir cümle olsun. . Pi sayısı, diyafram, çaput, merdiven, antika kelimeleri kullanılsın. . Bir çanta ve içinde kutu olsun ama kutuda ne olduğu bilinmesin. . Mumdan yapılmış bir heykel olsun. O bölgenin simgesi. Buluşma noktası olsun. . Kahramanmaraş dondurmacılarının müşteriye yaptığı şaka gibi bir an olsun.

Defterde yazılanlar bu şekildeydi. Kız çok çetin ve zeki doneler getirmişti. Üstelik bu bir şiirdi hikaye değil. Gencin işi bir hayli zor olacak gibiydi. Hemen çalışmalara başladı. Önce doneleri kafasında canlandırdı. Ve net bir şekilde hatırlamak için kızın verdiği detayların resmini kağıda çizerek çalışma masasının karşısına astı. Bunu sıklıkla yapardı bu şekilde objeler kafasında daha çok yer ediniyordu. Genç bir gün boyunca kafasında bu şiir ile dolaştı. Yürürken, kahve içerken, araç kullanırken her an. Sonunda kağıda dökmeye karar verdi. Çünkü; vakit çok dardı ve kız her an kapıdan içeriye girebilirdi. Çocuk kızın seçtiği üzerinde piyano tuşu motifi olan boş kitabı aldı ve sayfaların ortasına yakın bir yere şu şiir yazdı ;

SEROTONİN …

Sabahı olmayan ve gün ışığının yüzyıllardır dokunmadığı bir sokak.

 Çılgın bir gök gürültüsü eşliğinde düşen yağmur,

 Diyaframıma sıkışmış acının sesini bastırıyor.

Her gün binlerce insanın geçtiği sadece bazılarının -o da kısa süreli - varlığımı hissettiği bir süreç.

Yalın bir yalnızlığın çığlığıyım ben. ; Gece teninde ıslak aşıklar barındırıyor, el ele tutuşmayan, öpüşmeyen. Aşıklar ortak oluyor piyano tuşlarında yükselen hikayelere. Girişte ki herkesin buluşma noktası mum heykelinden, sokağın bitiş yeri olan eski Bizans merdivenlerine kadar dans ediyorlar. Sonra işte yine terk ediliş zamanım geliyor.

Hani bazen bir hisse kapılırsın ya, Dünya yalnızca senin için dönüyor. Her şey ve herkes senin için var. Öylesine kutsal ve ürkütücü. İşte yine o sabahı olmayan gecelerden bir tanesi. Keman tellerine sıkışmış aşklar mırıldanıyorum. Antika saatçide ki tüm yelkovan ve akrepler duruyor ansızın.

Hiç kimse beni duymuyor. Gece karartısının içinde sureti olmayan kırmızı bir çanta terk edilmiş. Uzanıp bir hevesle açıyorum içini, Hüsrana uğruyorum ahşap kenarları yıpranmış bir kutu bulduğumda. Sağ tarafıma onu bırakıp başımı dizlerim arasına alıyorum.

Hiç kimse beni duymuyor. Bir anda kutu açılıyor ve gökkuşağı yükseliyor diğer gezegenlere. Tüm renkleri barındırıyor sokak. Köşede ki çaputlarda renkleniyor. Ben mutluluk hormonlarımı dizginlemeye çalışırken.

; ilerde bir dondurmacı çocuklara oyun yapıyor. Aslında onların yaşamında ölümsüz olacağından habersiz. Biraz pişkin biraz sevecen bir gülümsemeyle. Gri bir iple astığı inek çanına vuruyor her defasında. Çandan yaralı hayatlar yükseliyor. Yaşam mücadelesinin sesi kaplıyor sokağı.

 Burada sessiz notalar. Pi sayısı mırıldanır klarnetler. Yeşil besteler çalar ramazan davulcuları.

 Evet artık tanışalım. Merhaba ben 'müzik' Sokağın yerlisiyim. Binlerce insan geçerken buradan bir giriş katında ki gramofondan yükselirim. Sararmış perdelerin arasından sokağa düşerim.

Kimse duymuyor beni. Herkesin içinde farklı bir telaş. Yalnızca acı çekenler duyar beni.

 Ben acının ezgisiyim. Yalnızca aşıklar duyar beni. Ben tutkunun senfonisiyim. Bir birine dokunamayan. Öpüşemeyen çaylak aşıklar. Çünkü mumdan burada aşklar. Mum alevinde gizli sevdalar.

 Dokunursan erirsin.

 Dokunursan ölürsün...

 Kimse beni duymuyor!!

Son cümleyi de yazdıktan sonra hemen bir kahve koydu. Akşamüzeri kız gelmişti. Heyecanla şiirini okudu. Çok sevmişti ve mutlu olmuştu. Önce gence biraz çıkıştı. Çantanın içinde ki kutuda ne olduğu bilinmemeliydi ama sonra gökkuşağını bu hikayede en iyi yerde kullandığı için tebrik etmiş ve bu noktada yazarı biraz özgür bırakmıştı. Kız içinde şiir yazılı olan kitabı iki elinin arasına alarak göğsüne yasladı. ‘’Evet artık gitmem gerek.’’ Dedi memnun bir ses tonuyla. Delikanlı kızın bir nebzede olsa hayal dünyasında bir mum alevi gibi yansıma olabilmişti. Birbirini tanımayan iki insan artık yeryüzünde ölümsüzdürler. Az sonra kız yavaş adımlarla Beyoğlu’nun dar sokakları içinde kayboldu. Genç hikayeci ise ‘’Serotonin’’ adını verdiği hikaye kitabını ‘’satılık değildir’’ diye etiketledi ve tozlu yaşanmışlıkların arasına koydu. Yarım kalmışlıkların.

Çünkü; Mumdan burada aşklar.

Dokunursan erirsin.

Dokunursan ölürsün.

 Ve bir hikaye yazılırsa sonsuz olur….

Günümüz Teknolojisi / Esin Aykan


 

İnsanlara olan tahammül, katlanma duygusu öylesine azaldı ki.Teknolojinin gelişmesiyle birlikte birçok sosyal ağ yaşamın bir  parçası haline geldi.Yenilen yemeklerden, tüketilen  içeceklere kadar  öfkelerimiz hep sosyal medya aracılığıyla yer yeryüzüne çıkar oldu.Kızılan insanlarla yüz yüze konuşmak yerine klavyeden dert anlatılır,çeşitli göndermeler içeren paylaşımlarla yersiz tartışmalar vuku bulur hale geldi .Yüz yüze iletişim unutuldu da tuşlarla sırdaş olundu. 90’lı yılların başından 2000’lerin ortalarına kadar sokaklar çocukların sesleriyle yankılanıp, oyunların içinde eve gitme vaktinin geldiğini annelerinin çağrısıyla hatırlayan çocuklar evden çıkmaz oldu.

Bir örnekle devam edecek olursak atarilerimiz vardı ve disket adı verilen  kasetlerle çalışırdı, içerisinde en popüler olanı süper mario oynuydu.Oyun sıralamasının ikincisi ise bomberman yer alırdı. Sıra benim-senin tartışmaları olur sonrasındaysa adaptör ısındı cümlesiyle bir süre ara verilirdi.İki kişi bir araya geldiyse bir kitap alınır bir sayfa o bir sayfa diğeri okurdu eğlenceliydi o zamanlar.Gelişen teknolojiyle beraber kitaba dokunmayı bilmeyen nesil var dijital ortamlardaki hikâyeleri okuyup klasiklerden isim duyunca “yeni mi çıktı ?”, “dizisiyle eş zamanlı çıkmış” söylemleriyle karşılaşır hale geldik.Kütüphane kavramı evlerimizden de hayatlarımızdan da çekildi.Eskiden kütüphane olarak zihinlerimizde yer eden mekânlar şimdilerde yerini gösterişli cafelere bıraktı. Eskiden sokaklar karanlıktı şimdilerde her yer ışık huzmesi,karanlıklar aydınlık artık.Bireyler içlerinde hapsettiği karanlığı başkalarının üzerine gölgeliyor.

Neşe içinde edilen muhabbetler vardı bir de, vaktin nasıl geçtiğini anlamaz uyku saati çoktan geçmiş olurdu.Günümüzde bırakın sohbet etmeyi en yakınınız olan bireylere şaka dahi yapamayan bireylere dönüşüld.Sabır ağır,tartışıp içindeki kini dökmek kolay geldi.Televizyon programları da bir o kadar güzeldi onu güzel hale getirense aile ortamında izlenebilecek nitelikte oluşuydu kuşkusuz.Şimdilerde birbiriyle bağdaşmayan programlarla dolu,bir zamanlar “Şirinler, Temel Reis” ekranlarda var olurken,Peppe ve Niloya eşlik ediyor miniklere..Elbette ki olumsuz örneklerin yanı sıra olumlu örnekleri de var.Sevilen sanatçının x şarkısı için albüm almak yerine saatlerce televizyonda ya da radyoda çıkmasını beklemeden tek tıkla erişilebiliyor oluşu,yıllardır görmediğimiz arkadaşımızın tek tıkla ulaşması gibi..