Gün ışımak
üzereydi. Son bir kez gözden geçirdiği mektubu özenle ikiye katladı. Bir yüzüne
‘Hançer’ yazıp üzerindeki yazı görünecek şekilde masanın üzerine bıraktı.
Telefonunun ve tabletinin butonlarına bir kez daha bastı boş bir umutla.
Ekranların ikisinde de yeni bir bildirim yoktu.
İçine yazlık
ve kışlık bir kaç parça giysi tıkıştırdığı çantayı eline alıp kapıya yöneldi.
Çıkmak üzereyken 25 yılını geçirdiği eve son bir kez bakmayı düşündüyse de
yapmadı. Anıları silmek için atıyordu bu yeni adımları. Gereksiz yere yeni
anılar edinmenin bir anlamı yoktu. Bir an önce sıyrılmak gerekti bu köhnemiş
hayattan. Akılda yer edecek son bir izi kaldıracak kadar yüreği kalmamıştı.
Kapıdan çıkar
çıkmaz bildik adımlarının sesi duyuldu evin içinden. Birkaç adım sonraysa
mutlak sessizlik girdi içeri. Eşyalar bile birbirleriyle konuşmaya utanıyor,
kendi hüzünlerini çekmek için birbirlerine saygı gösteriyorlardı.
Bir zaman
sonra telefonun ekranı parladı. ‘Hançer’ yazıyordu yanıp sönen ekranda. Kısa
bir müddet sonra eski karanlığına döndü telefon. Bir kaç saat sonra tabletin
ekranı ışıldadı. “Naber?”diye soruyordu ‘Hançer’.
Derin bir
sessizlik koyverdi kendini hava kararana dek. Kımıldamaktan korkuyordu eşyalar.
Sonsuz yalnızlıklarının başında olduklarını biliyorlardı. Olanlarda hiç bir
suçları olmadığı halde terk edildiklerini uzaklaşmasını dinledikleri ilk
adımlarla anlamışlardı sabah.
Akşamüstü bir
kez daha parladı telefonun ışığı. ‘Hançer’ arıyordu yine. Uzun uzun yanıp
sönmedi telefonun ışığı ama hemen ardından parladı tabletin ekranı. “Küs
müyüz?”
Sessizce
bekledi ev, kapısının tekrar açılacağı günü. Daha ikinci günün başında tabletin
ve telefonun sessiz can çekişmeleri başladı. İkisinin de sonsuz sessizliğe
gömülmeleri uzun sürmedi. Güçleri yetmedi ayrılığa kapattılar kendilerini hesap
günü için.
Bütün terk
edilmişlerin çektiği acının bedelini yüzüne bakmadan çekilip kapatılan kapı
ödedi. Kilidi kırılarak daldı içeri endişeli gözler. Mektup ilişiverdi eve
yabancı gözlerin bebeğine. Heyecanla açıldı üzerindeki notun sahibi olmayan
eller tarafından.
“Arka yüze yazdım
ama belki anlamamışsınızdır. Bu mektup Hançer’e yazıldı. Bulun onu ve ona
okutun. Siz okumayın.” diyordu en başında.
Çok gördü meraklı
gözler ‘okumayın’ isteğini. Bir sorun vardı demek ki. Sorunun kaynağı belli ki
bu mektup kişisiydi. Öylece bırakılmış gidilmiş evin terk edenini bulma
ihtimali bu mektuptaydı belki diyerek avuttu kendini titreyen eller. Bir
solukta okundu sahipli mektup sahibi olmayanlarca. Tıpkı birazdan sizin
yapacağınız gibi.
“Biliyor musun? Dediğini yaptım ve çok
düşündüm. Kafam kalın olduğu için anlamam günler aldı. Vardığım sonuç kalben
inanmasam da sana ilk anda verdiğim cevapla aynı oldu. “Seni anlıyorum”
demiştim ya, belki hatırlarsın. Gerçekten anladım.
Elime yüzüme bulaştırdım. Bütün ihtimalleri
bir hamlede boşa çıkardım. Belirsiz, karanlık, gölgelerin hâkim olduğu yeni bir
gelecek yazılıyor, makul bir gelecek inşa edilecekken ve kafamda ihtimal denizi
kurumuşken.
Suç ve ceza. Bir suç işlediysen, kesilecek
cezayı adam gibi çekmesini de bileceksin. Heyecanım kendime ihanet etmeme yol
açtı. Söylediklerinin büyük bir kısmında haklıydın. Ama yine de tokat yemek
nasıl ağır gelirse bir yetişkine sözlerinin bir kısmı çok ağır geldi. Kendimi
senin yerine koydum sonra. Sonuna kadar haklıydın. Ben olsam ben de aynısını
yapardım bana.
Neden böyle yaptım bilmiyorum. Ama sonuçta
böyle oldu. Düşününce bir sıkıntı yok, evet. Ne ekiyorsan onu biçiyorsun bu
hayatta. Ama yaşamın kendisinde kabul edilemez değişiklikler olunca ne
yapacağını şaşırıyor insan.
Uykuya dalmak güçleşti mesela. O güzel huzur
dolu rüyaları görme umuduyla yastığa baş koyma dönemi bir anda bitti. Yatak
kırışık çarşafların arasında boğulmama mücadelesi verilen bir alan oldu.
Gözlerimin gördüğü her nesne özelliğini yitirdi. Çiçeklerim bile ağlar oldu. İki
günde bir onları sulayan ben, kendimle beraber onları da unuttum.
Çok uzatmaya gerek yok. Sen farkında olmasan
da kayan yıldızlarla senin varlığın arasında bir bağ var. Sahte Işık'ların
turuncuya boyadığı gecelerden birinde gözümün önünde art arda kayan yıldızları
izlerken aklıma senin gelmen başka bir tehlikeyi getirdi aklıma.
Aynı gökyüzünün altında, hani elini uzatsan
dokunacak uzaklıkta yaşıyoruz. Benim gördüğüm gökdelenleri muhtemelen sen de
görüyorsun evinin penceresinden. Aldım iki elimin arasına başımı: düşündüm. Ya
seninle karşılaşırsam? Kayan yıldızlardan birine atlayıp kaçabilsem tümden.
Önce
birbirlerine sonra etrafa baktı meraklı gözler. Biri telefonu uykusundan
uyandırdı elektrikle temas ettirerek. Açılır açılmaz tek kelimelik bir mesaj
belirdi ekranda. Hançer’den geliyordu;
“Elveda”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder