Allı pullu akmıyor gözyaşı
öyle anne sarılışı
öyle çocuk yürüyüşü
balık yüzgeci
yaprağının damarı gibi masum kokuyorsa
yirmi bir yaşımın başında
Her şey geçiyor canımın en derini
Sana söylüyorum duy beni
Duy da söyle cevizağacına
Altmış yaşında da öyle kimselere söylemeden geçecek içim
Yeşil saflığı değil
Zifir siyahı saflığıyla bu sefer
Kanepelerinin rengini unuttuğum salonunda yalnız oturacağım,
Yaş süzüledursun sabahsızlığımızın uykulu morluklarından
Sen yine kimbilir bu yengeçliğinle bile nerelerde olacaksın
Tahta gıcırtılarıyla anlaşmalar imzalayacaktım bir de
Bak nolur erkenden onun için yumurtalar kaynatacağım
Kahve ölçeğini kendi göz kararımla ayarlamış olmamdan gurur
duyacağım
Gel biraz sessiz olalım yedisinde saatin
Penceresine sarkan cevizağacının
Olağan kıskançlığına o sabah bir tanesini daha ekleyeyim
Bilmese de
Yedisini okuyamadan gözlerinin içinde ölesi tutmuş hevesini
İçerdeyim evinin
Hatta daha da kıskan cevizağacı
Salonun üçlüsünde
Onun olmasa da salonun kalbindeyim
Ucu püsküllü kırlentleri öpen de benim
Yaş burnumu geçti geçecek
Kırk yıllık hatrı olmayan kahve içmişiz o sabah
Yanlış ölçüden hep bunlar
Yanlış ölmeyelim de
Severek birbirimizi mazallah
Mezarımızın başına seni dikmesinler cevizağacı
Güldüğünü ilk kez gördüm onun
Ben çakmağı yakarken
Çakmak öyle yakılmazmış
İnsanın canı da bu kadar yakılmaz diyemedim
Birçok kum azaldı saatimden
Bir kum kaldı on biri kırk üç geçe
Yastığımızdaki toz zerreciklerinin annesi bu
Çocuklarını arayan gözü yaşlı
Kavuşamıyor içimdeki kum o yastıkla bir daha
Benim gözyaşı şimdi dudağımın kenarında
Kapı ağzında biriktirmişim gideceklerimi meğer
Ne çok kelime var hakkımızda biliyorum
Düğümlenemedik
Sonuç kısmı geldi hikayenin ne çabuk
Küçükken arka kapaklarını öptüğüm kitaplar gibi kaldı
Bir tahta gıcırdadı cevizağacı
Düştü galiba gözyaşı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder