21 Kasım 2016 Pazartesi

Hançer / Achilles Valentin



Gün ışımak üzereydi. Son bir kez gözden geçirdiği mektubu özenle ikiye katladı. Bir yüzüne ‘Hançer’ yazıp üzerindeki yazı görünecek şekilde masanın üzerine bıraktı. Telefonunun ve tabletinin butonlarına bir kez daha bastı boş bir umutla. Ekranların ikisinde de yeni bir bildirim yoktu.

 

İçine yazlık ve kışlık bir kaç parça giysi tıkıştırdığı çantayı eline alıp kapıya yöneldi. Çıkmak üzereyken 25 yılını geçirdiği eve son bir kez bakmayı düşündüyse de yapmadı. Anıları silmek için atıyordu bu yeni adımları. Gereksiz yere yeni anılar edinmenin bir anlamı yoktu. Bir an önce sıyrılmak gerekti bu köhnemiş hayattan. Akılda yer edecek son bir izi kaldıracak kadar yüreği kalmamıştı.

 

Kapıdan çıkar çıkmaz bildik adımlarının sesi duyuldu evin içinden. Birkaç adım sonraysa mutlak sessizlik girdi içeri. Eşyalar bile birbirleriyle konuşmaya utanıyor, kendi hüzünlerini çekmek için birbirlerine saygı gösteriyorlardı.

 

Bir zaman sonra telefonun ekranı parladı. ‘Hançer’ yazıyordu yanıp sönen ekranda. Kısa bir müddet sonra eski karanlığına döndü telefon. Bir kaç saat sonra tabletin ekranı ışıldadı. “Naber?”diye soruyordu ‘Hançer’.

 

Derin bir sessizlik koyverdi kendini hava kararana dek. Kımıldamaktan korkuyordu eşyalar. Sonsuz yalnızlıklarının başında olduklarını biliyorlardı. Olanlarda hiç bir suçları olmadığı halde terk edildiklerini uzaklaşmasını dinledikleri ilk adımlarla anlamışlardı sabah.

 

Akşamüstü bir kez daha parladı telefonun ışığı. ‘Hançer’ arıyordu yine. Uzun uzun yanıp sönmedi telefonun ışığı ama hemen ardından parladı tabletin ekranı. “Küs müyüz?”

 

Sessizce bekledi ev, kapısının tekrar açılacağı günü. Daha ikinci günün başında tabletin ve telefonun sessiz can çekişmeleri başladı. İkisinin de sonsuz sessizliğe gömülmeleri uzun sürmedi. Güçleri yetmedi ayrılığa kapattılar kendilerini hesap günü için.

 

Bütün terk edilmişlerin çektiği acının bedelini yüzüne bakmadan çekilip kapatılan kapı ödedi. Kilidi kırılarak daldı içeri endişeli gözler. Mektup ilişiverdi eve yabancı gözlerin bebeğine. Heyecanla açıldı üzerindeki notun sahibi olmayan eller tarafından.

 

“Arka yüze yazdım ama belki anlamamışsınızdır. Bu mektup Hançer’e yazıldı. Bulun onu ve ona okutun. Siz okumayın.” diyordu en başında.

 

Çok gördü meraklı gözler ‘okumayın’ isteğini. Bir sorun vardı demek ki. Sorunun kaynağı belli ki bu mektup kişisiydi. Öylece bırakılmış gidilmiş evin terk edenini bulma ihtimali bu mektuptaydı belki diyerek avuttu kendini titreyen eller. Bir solukta okundu sahipli mektup sahibi olmayanlarca. Tıpkı birazdan sizin yapacağınız gibi.

 

“Biliyor musun? Dediğini yaptım ve çok düşündüm. Kafam kalın olduğu için anlamam günler aldı. Vardığım sonuç kalben inanmasam da sana ilk anda verdiğim cevapla aynı oldu. “Seni anlıyorum” demiştim ya, belki hatırlarsın. Gerçekten anladım.

 

Elime yüzüme bulaştırdım. Bütün ihtimalleri bir hamlede boşa çıkardım. Belirsiz, karanlık, gölgelerin hâkim olduğu yeni bir gelecek yazılıyor, makul bir gelecek inşa edilecekken ve kafamda ihtimal denizi kurumuşken.

 

Suç ve ceza. Bir suç işlediysen, kesilecek cezayı adam gibi çekmesini de bileceksin. Heyecanım kendime ihanet etmeme yol açtı. Söylediklerinin büyük bir kısmında haklıydın. Ama yine de tokat yemek nasıl ağır gelirse bir yetişkine sözlerinin bir kısmı çok ağır geldi. Kendimi senin yerine koydum sonra. Sonuna kadar haklıydın. Ben olsam ben de aynısını yapardım bana.

 

Neden böyle yaptım bilmiyorum. Ama sonuçta böyle oldu. Düşününce bir sıkıntı yok, evet. Ne ekiyorsan onu biçiyorsun bu hayatta. Ama yaşamın kendisinde kabul edilemez değişiklikler olunca ne yapacağını şaşırıyor insan.

Uykuya dalmak güçleşti mesela. O güzel huzur dolu rüyaları görme umuduyla yastığa baş koyma dönemi bir anda bitti. Yatak kırışık çarşafların arasında boğulmama mücadelesi verilen bir alan oldu. Gözlerimin gördüğü her nesne özelliğini yitirdi. Çiçeklerim bile ağlar oldu. İki günde bir onları sulayan ben, kendimle beraber onları da unuttum.

 

Çok uzatmaya gerek yok. Sen farkında olmasan da kayan yıldızlarla senin varlığın arasında bir bağ var. Sahte Işık'ların turuncuya boyadığı gecelerden birinde gözümün önünde art arda kayan yıldızları izlerken aklıma senin gelmen başka bir tehlikeyi getirdi aklıma.

 

Aynı gökyüzünün altında, hani elini uzatsan dokunacak uzaklıkta yaşıyoruz. Benim gördüğüm gökdelenleri muhtemelen sen de görüyorsun evinin penceresinden. Aldım iki elimin arasına başımı: düşündüm. Ya seninle karşılaşırsam? Kayan yıldızlardan birine atlayıp kaçabilsem tümden.

 

Önce birbirlerine sonra etrafa baktı meraklı gözler. Biri telefonu uykusundan uyandırdı elektrikle temas ettirerek. Açılır açılmaz tek kelimelik bir mesaj belirdi ekranda. Hançer’den geliyordu;

 

“Elveda”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder