İlkokula başladığım gün yazmaya da başladım. İlk
defterimin ilk sayfasına, ilk ödevim olan büyük A harfini andıran sivri köşeli
bir çizimi önlü arkalı iki sayfaya çizdim durdum. İlk eserim sayılır.
Sonrasında yazma serüvenimin okumayı bilmeden yürümeyeceği inancında olan
öğretmenlerim, harflerin karşılığı olan sesleri önce kendileri çıkarıp sonra
bize tekrarlattılar. Sonraki günlerde ilerleme kaydetmek adına olsa gerek bazı
harf birleşimlerinin karşılığı olan, -heceymiş sonradan öğrendik- sesler
çıkardıklarına bizi ikna ettiler. Düşünsenize “A” ve “L” harflerinin yan yana
gelince “AL” sesi vereceğini söylüyorlar ve buna inanmamızı bekliyorlardı.
Mecburen yedik. “A” ve “L” yan yana gelince neden “ALE” olmuyordu; bilen yok;
soran da yok. Birkaç gün sonra bu birleşime bir de “İ” harfini ekleyince iyice
dumur olduk. Öğretmen ısrarla bunun “ALİ” olduğunu iddia ediyordu ve sıra
arkadaşımız Ali’nin bildiğiniz kara tahta üzerinde bu kadar az harfle şekil
bulması, o yaşta yaşayabileceğimiz mucizelerin en büyüğü olmalıydı. Birileri
sağlam yalan söylüyor ama kim? Bana göre “A” ve “L” evlenip “İ” adında bir
çocuk sahibi olmuşlardı ve bu ailenin adı elbette “ALİ” olabilirdi.
Bu “A” yıllar boyu yakamdan düşmedi. Bunun bir de kardeşi
var; “B” diye. Bunlar bazen, birbirinden ayrı iki şehir ya da iki farklı araç,
iki farklı “Kuvvet”, bir çizginin iki ucu, bir antlaşmanın maddeleri, üçgene
köşe olmak gibi aklınıza daha ne gelirse, her kılığa girdiler; “Öğrenim
hayatım” boyunca. Şerefsizler.
Bir de matematik diye bir şeyden bahsediyorlar. Var ama
görünmüyor. Tanrı gibi bir şey olsa gerek. Öğretmen tahtaya daha önce
görmediğimiz yeni semboller yazdı ve bunların rakamlar olduğunu söyledi. Ben
zaten saymayı biliyordum “On”a kadar ama yetmezmiş daha da saymalıymışım. Önce
“Yüz”e, sonra da artık nerede durabilirsen oraya kadar saydık da saydık ama
daha “On yüz milyon bin”e kadar sayabilen ve yazabilen bir babayiğit çıkmadı o
da ayrı.
Bu matematiğin içinde işlem dedikleri şeyler var.
Topluyorsun, çıkarıyorsun daha bir sürü şey yapıyorsun ama hepsi ya tahtanın
üzerinde ya da defterin içinde, silince kayboluyor. Neyse ki şimdilik sadece
dört işlemden bahsediyorlar. Önceleri elmalar, armutlar vardı sürekli
böldüğümüz, paylaştırdığımız, bazen toplayıp bazen çıkardığımız. Yaşımız büyüdükçe
elmalar, armutlar kayboldu, bilmediğimiz bir evrenin, anlaşılamayan dilini
öğrenmeye çalışıyorduk artık. “Limit” diyordu uzaylı tanrısı; “X üzeri eksi bir sonsuza giderken”
diyordu, “X’in karesini, Y’nin karesiyle çarpınca” diyordu… biz
ağlıyorduk…
Sonra bir gün, zorunlu olan bu okulların bittiği gün
anladım başımdan geçen bu absürd dayatmanın ne işe yaradığını. Zar zor kapağı
attığım üniversite yıllarımda kimse bana şunu da öğrenmelisin demedi;
Profesörler derslerini anlatıp geçtiler ve sonunda da öğrenmiş misin bakalım,
anlamında sınavlar yaptılar. Öğrenme tercihi bana aitti ve ben bu akıl almaz
büyüklükteki bilgi evrenine o absürd dayatmanın bana kazandırdığı anahtarlar
sayesinde girebilmiştim.
Siz sevgili öğretmenlerime çok teşekkür ederim demek
geçiyor aklımdan ama duyduğum minneti anlatacak yetenekte sözcükler değil
bunlar. Hatta bunu hakkıyla ifade edebilecek sözcükler de henüz yok bence.
Şimdilik; çok teşekkür ederim sevgili öğretmenlerim. Öğretmenler gününüz kutlu
olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder