“Üstüne giydiği montun kendi
montu olmadığını fark eder etmez geri döndü. “Yazık, kimin acaba?” diye
söylenerek montu aldığı yere geri bırakma telaşıyla koşarak girdi binadan
içeri. Kendi montumu bulmakla ilgili bir sıkıntısı yok, çünkü kolunda sarılı.
Az önce çıktığı salonu ararken
binanın içinde kaybolduğunu çok çabuk fark etti. Endişelenmeye başladığı sırada
merdivenlerden bir üst kata çıkmayı akıl etti. Koşar adım çıktı basamakları.
Üst kat okulmuş meğer. Dersten çıkan üniformalı öğrencilere şöyle bir bakıp
gerisin geriye döndü. Trabzanlardan kayarak indi merdivenleri. Kaymaya kendini
kaptırmışken en alttaki basamağın bir süs havuzuna bitişik olduğunu gördü.
Duramayacağını kendi de biliyordu. Sakince bıraktı suya kendini. Sadece
ayakkabıları ıslanmıştı.
Sudan çıkarken montu bırakacağı
salonun girişini uzaktan görünce rahat bir nefes aldı. Bir anda salonun
kapısıyla arasındaki geniş açıklığa nereden geldiğini anlamadığı köpekler
doluştu. Onlarca köpek aynı anda hırlıyor, havlıyor, sağa sola koşturuyorlardı.
İçlerinden biri yanından geçerken korktuğunu fark edip saldırıya geçti. Onu
gören diğerleri de etrafını sarmakta gecikmedi. Tam ortalarında kalmıştı ve
köpekler oluşturdukları çemberi yavaş adımlarla daraltıyordu. Yardım
çağrılarına uzaktan bir iki bağırış dışında cevap gelmedi. Köpekler bağırışları
duymuyordu bile.
Arkasını kollamasına karşın, geri
geri yürürken sendeleyip düştü. Ayaklarına doğru uzanan sivri dişleri görünce
‘ne olacaksa olsun, kurtuluşum yok nasılsa’ diyerek bıraktı kendini. Aynı anda
üç ya da dört yaşlarında bir çocuk üstüne atlayıp göğsüne yattı. Şaşkınlık
içinde çocuğa baktı. Köpekler hırlamaya devam ediyordu ama çocuğun varlığı
ilerlemelerine mani oluyordu.
Sapsarı saçları vardı çocuğun. Açık
tenliydi. Hüzünlü ama huzur veren bakışları vardı. Çocuk tek kelime bile etmedi
ama yüzüne dikkatli bakıldığında köpeklerin durmasının nedeni
anlaşılıyordu. Müthiş bir özgüven ve
sabır içinde bekledi çocuk. “Köpekler benim” diyordu gözleriyle. “Onları
durdurmamın tek yolu üzerinde yatmam. Beni dinlemeseler de zarar veremezler
korkma!” diyordu.”
Oluşan sessizliğin uzaması
üzerine burnunun ucunda kayan gözlüğünü gözlerine doğru iterken sordu Doktor;
“Sonra ne oldu?”
“Ter içinde uyandım. Müthiş bir
kalp çarpıntısıyla fırladım yerimden. Gerçekten daha gerçek bir kâbusu en ince
ayrıntılarıyla yaşadım. Daha fazlası da vardı, ama not alabildiklerim bunlar
sadece.”
“Montunu kaybeden kimdi?”
“Bendim.”
“Neden kendin olarak
anlatmıyorsun öyleyse?”
Doktor, karşısındaki kanepede
yatanın tavan süslemelerine doğru gözünü kırpmadan bakmaya devam etmesinden
sorusuna cevap verilmeyeceğini anlayarak başka bir soru sormaya karar verdi.
“Uyandığında ne hissettin?”
“Korku!” dedi adam ayaklarını
hafifçe oynatarak. Ayaklarında başlayan sıkıntıyı daha fazla içinde tutamayıp
ekledi sonra; “Aslında çocuğu hatırladıkça aklıma biri geliyor.”
Doktorun “Kim?” diye sormasını
bekledi bir süre. Ama doktor işaret parmağını yanağına dayamış bir şekilde
devam etmesini bekliyordu. Beklediği soru gelmeyince “Adını ve telefonunu biliyorum.
Ama başka hiçbir bilgim yok hakkında.”
Uzandığı yerden doğruldu.
Heyecanlanmıştı. Terleyen avuçlarını pantolonuna silip cep telefonunu çıkardı.
Birkaç dokunuştan sonra ekranda beliren fotoğrafı doktora gösterdi.
“İşte bu kız. Adını biliyorum.
Ama söylemem gereksiz şimdi. Bakın doktor iyice bakın. Buradan bakınca
gözlerinin rengi tam olarak anlaşılmıyor. Bir hüzün var gözlerinde. Dedim ya
telefonu da var. Yüz yüze hiç görüşmedik, ama birbirimizi ismen de olsa
tanıyoruz. Neden bilmiyorum çekiniyorum iletişim kurmaktan. Ya sevgilisi varsa?
Ya rahatsız ediyorsam? Kesinlikle haberi yok bu durumdan. Birbirimizin
fotoğraflarını beğenmekten başka bir şey yapmıyoruz. Ama ben her akşam
yastığıma sanki oymuş gibi sarılıp yatıyorum. Kâbustaki çocuk üstüme atladığında
gelen rahatlama hissi; onun hayaliyle yastığıma sarılıp yattığımda gelen hisle
aynıydı.”
Doktor gözlüğünü çıkarıp
yanındaki sehpaya koydu yavaşça. Gözlerini merakla ne diyeceğini bekleyen
hastasına dikerek; “Böyle devam edemezsin.” dedi.
“Bir şekilde konuşman ya da
hislerini belli etmen gerek. Sana ait mont, evriltmeye çalışıp beceremediğin
kişiliğini temsil ediyor. Binanın içinde kayboluşun gerçek hayatında bir çıkış
yolu aramanla çok ilintili. Merdivenler yolunda gitmediğini düşündüğün yaşamını,
köpekler de durmaksızın konuşan zihnini resmediyor. Açık ten ve sarı saçlar da hayalinde
büyüttüğün kadının kendi içinde yücelttiğin kişiliği. Sadece fotoğraflarındaki
bakışlardan çıkarmaya çalıştığın kişilik. O yanında olursa, elini tutarsa diğer
bütün sıkıntılar düzelecek sanıyorsun. Bana kâbusunu anlatırken bir başkasının
başına gelen bir olayı anlatır gibi anlattın. Gerçeklerden kaçıyorsun.
Reddedilme korkun, gayet olağan durumlarda bile kaçmana, saklanmana neden
oluyor. Bunun tek bir çözüm yolu var.”
“Biliyorum” diye kesti sözünü
Doktor’un. “Ama bu o kadar da kolay değil.” dedi bakışlarını yerden ayırmadan.
“Aslında kolay. Kaybedeceğin bir
şey yok!” dedi Doktor. İlginin halıdan kendi üzerine kaydığını görünce de devam
etti. “Hazırla kendini ve hazır hissettiğin ilk anda bir şeyler söyle.
Reddedilirsen şu andakinden daha fazla acı çekmeyeceksin. Beynimiz kabul etmese
de her zaman olumlu bir ihtimal vardır. Dene! Sadece dene. Bütün hayatının
hesabını yaptığın gün geldiğinde pişmanlık duyacağın tek şey denememek olacak.”
Duvarda sallanan sarkacın üç kere
tınlaması görüşmenin sona erdiğini işaret ediyordu. Sırada bekleyenlerin
olduğunu bildiği halde elinden geldiği kadar yavaşça toparlandı. Elini uzattı
Doktor’a. “Teşekkür ederim.” dedi sesi titreyerek. “Dediğiniz gibi olsun.
Deneyeceğim.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder