Nazım Hikmet’i herkes
anlayamaz. Anlamamalı da zaten. Benim Nazım’ın dizeleri ile tanışmam bebeklik
arkadaşım Eda Soylu’nun ona tutku ile bağlanması ile başladı. Onun bu heyecanını,
bu tutkusunu yaşamak ve anlamak benim için kolay olmadı. Ta ki hiç bir şey
beklemeden üretmeye başladım, ta ki memleketim zor durumlara düştü, ta ki tutkularımla
dans ettim Nazım’ı o zaman anladım.
Özellikle “Yaşadım
diyebilmek için” şiirini her dinlediğimde nedenini bilmediğim bir sebepten
ağlıyorum.. Bugün sevgili Mehmet Ömür ile yaptığım söyleşiyi yazarken, aklımda
sadece yine Nazım’ın şiiri var. Nedeni bu yazıda gizli.
Mehmet Bey tutkuları ile
yaşayan bir doktor. Sadece mesleğini yapmıyor hayatı yaşıyor. Fotoğraf çekiyor,
resim yapıyor, şarapla ilgili kitaplar yazıyor, atölyeler düzenliyor, bol bol gezip farklı
kültürleri tanıyor. Kısaca hayatı bütün renkleri ile yaşıyor. Hayat sadece bir
renk değil, farklı tonlarda da değil. Bir çok rengi olmalı hayatın. Bir çok
enerjisi. Mehmet bey adeta bir gök kuşağı. Gelin kendisini yakından biraz daha
tanıyalım.
Bütün tutkularınızı
ciddiye alıyorsunuz. Elinizi attığınız her alanda çok başarılısınız. Nasıl her
şeyi aynı anda yapabiliyorsunuz? Yorulmuyor musunuz?
Sorunun içinde cevabı da
var. İnsan bir şeye tutku ile bağlanırsa bu bir insana aşk olabilir, bir resme,
sanata, tanrıya ya da şarap olabilir, o eninde sonunda sizi yaratmaya ve
sevmeye yöneltir. Bu da insanı asla yormaz.
O zaman karakter olarak
da çok tutkulu olmalısınız ki bu kadar farklı alanda başarı
gösterebiliyorsunuz?
Evet aynen öyleyim.
Gerçekten bir şeye tutulunca peşinden gidiyorum. Mesela şu an iphone
fotoğrafçılığı ve iphone sanatı ile ilgileniyorum. Bu tutkum sonucu Amerika’ya
3 günlük kursa gittim. Gelecekte iphone ile çekilecek fotoğrafları daha çok
göreceğimizi düşünüyorum. Bu konuda dersler de vermeye başladım. Ancak bu
tutkum yüzden şarabı biraz ihmal ettim.
Ona yeteri kadar vakit ayıramadığım için üzülüyorum.
Peki “time management”
yani zamanı doğru kullanmayı nasıl ayarlıyorsunuz? Bu kadar çok alana yetişmek,
bir yandan da doktorluk yapmak çok zor olmalı.
Güne erken başlarım, geç
bitiririm. Benim esas mesleğim doktorluk. Ancak şu an uzatmaları oynuyorum.
Hobilerimi mesleğe çevirmeye çalışıyorum. Benim için bir geçiş dönemi şu an.
Sabah 8:00 de ameliyata başlarım, geç olmadan da çıkarım. Yemek sonrası benim
için hobi zamanı. Gece 2 ye kadar üretiyorum. Resim düzenliyorum, okuyorum, yaratıyorum.
Sessizlikte daha yaratıcı ve üretken oluyorum. Adeta bir terapi gibi oluyor. Bu
da bağımlılık yapıyor.
Sanatın bağımlılık yapıcı
ve mutluluk verici bir unsur olduğunu düşünüyorum. Herkesin sanata bir ucundan
bulaşması gerekli..
Toplum olarak çok üretken ve yaratıcı değiliz. Bir
çoğumuzun hobisi bile yok. Size bu ilham ya da vizyon nasıl geldi?
Aslında çocukluğumdan beri böleyim. Genetik
olduğunu düşünüyorum bazı şeylerin. Ben hep kendi kendime ürettim ve yarattım.
St. Joseph’de okurken edebiyat ve müzikle beslendim. Orası kültürel anlamda
güçlü bir okuldu. Fransız kültürü ve öğrendiğim dil sayesinde lise ve
üniversite yıllarında rehberlik yapmaya başladım. Şarapla da bu sayede
tanıştım. Fransızlar o dönemde Türkiye’ye geldiğinde şarap içmek isterdi. Şaraba
girişim bu şekilde oldu. Bu arada ben 20 sene önce televizyonu hayatımdan
çıkarttım. Türkler malum çok sever televizyon izlemeyi. Televizyon hayatınızdan
çıkınca, insan farklı alanlarda çalışmalar yapabiliyor.
Şu an
gençlere ne tavsiye vermek istersiniz?
Sevdikleri şeyleri
yapsınlar. Çok çalışsınlar. Çalışmanın mutluluk verdiğini düşünüyorum.
Çalışmak, üretmek, yaratmak. Size ait bir şeyi tamamlayıp bıraktığınız zaman onun
vermiş olduğu haz başka. Osmanlı’da mesela çeşme yapılırdı. Bu bir film, kitap,
müzik, resim her şey olabilir. Herkesin arkasında yaptığı bir şeyi bırakması
lazım.
Gördüğünüz gibi Mehmet
Ömür sadece bir renk değil. Şarap, fotoğraf, resim, üretmek, yaşamak, renk,
daha çok renk, onu anlatmak için kullanabileceğim kelimelerden sadece bazıları.
Günün sonunda yine aynı
yere çıkıyoruz. Nazım’ın dizelerinde buluşuyoruz.
“Yaşamayı
ciddiye alacaksın,
Yani o
derecede, öylesine ki,
Mesela,
kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
Yahut
kocaman gözlüklerin,
Beyaz
gömleğinle bir laboratuvarda
İnsanlar
için ölebileceksin,
Hem de
yüzünü bile görmediğin insanlar için,
Hem de
hiç kimse seni buna zorlamamışken,
Hem de en
güzel en gerçek şeyin
Yaşamak
olduğunu bildiğin halde.
Yani,
öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
Yetmişinde
bile, mesela, zeytin dikeceksin,
Hem de
öyle çocuklara falan kalır diye değil,
Ölmekten
korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
Yaşamak
yanı ağır bastığından.”
Nazım Hikmet
Mehmet Ömür’ü takip etmek
için aşağıdaki linklere tıklayın:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder