18 Mayıs 2016 Çarşamba

Hikayeler Dükkanı / Firkan Gülaydın


Serum ve ilaç konusuna artık o kadar çok alışmıştı ki. Onun yaşamının bir parçasıydılar artık. Yine her ay olan olağan hastane nöbetlerinden bir tanesi de nihayet bitmişti. Yorgun ve uykusuz da olsa sabah İstiklal’de ve Beyoğlu’nda yürüyüş yapmayı ihmal etmemişti. İstanbul’a aşık bir kızdı. İstanbul ve insanlar onu günden güne daha çok yorsa da onun bu şehre aşkı hiç azalmıyordu. Gri bir sabah, gece yağan yağmurun ıslaklığı halen kaldırımların tenindeydi. Sokaklar ve yağmur gece boyu sevişmişlerdi. Bu ılıman havayı çocukluğundan beri hep severdi. İstiklal’den aşağı doğru yol aldı. Yeni demlenmiş çay kokusu her yanı sarmıştı. İnsanlar dükkanların kepenklerini açıyor, önlerini süpürüyordu. İşe gitmek için hızlı adımlarla ofislere giden bir çok robotlaşmış beyinler vardı etrafta. Gece barlarından kalma banklara sızmış üniversite öğrencileri de. Herkes bir şeyin peşindeydi. İnsanların yüz hatlarına yansıyan telaşları, acelecilikleri onu fazlası ile geriyordu.

Sokak satıcıları ve tramvayın çıkardığı sesin karışımı içinden, kendine en tanıdık olanı seçip benimsemeye çalışıyordu. Az sonra Galata’nın tarih kokan sokağına girmişti. Havanın gri rengi gittikçe siyaha bürünüyor ve gelecek yağmurun habercisi oluyordu. Yavaş adımlarla sokağın tarihini derin derin içine çeken genç kız, aniden hızlandı ve ne olduğunu anımsayamadığı bir dükkanın vitrininin önünde durdu. Rafta her türden ve her boyutta farklı mumlar vardı. Hepside yanıyordu ve oluşturdukları loş ışık muazzamdı. İçeriden keman sesi duyuluyordu. Tamda bu sırada alçak, eski ahşap kapı açıldı ve kapıda görünen genç onu içeri davet etti. Yağmur gelmek üzereydi. Her ne kadar girmekten çekinse ve gitmeyi düşünse de içeride olanları merak ediyordu. Her yeri mum alevleri aydınlatıyordu. Çok alçak tavanı vardı ve bazı bölümlere geçmek için sıkça eğilmesi gerekti. Büyük holün köşesinde metal bir plaka üzerinde duran gramofon vardı. Ondan yükselen yalın ve berrak keman sesi bu küçük dükkanın her yerinde yankılanıyordu ve sanki ses dalgaları içeride sürekli geziniyordu. Sol bölümde tozlu, bakımsız bir kitaplık vardı. Uzun zamandır temizlenmediği aşikardı. Duvarlar da siyah beyaz İstanbul resimlerinin yanı sıra devasa at çizimleri hakimdi. Genç kız tedirgin, ürkek adımlarla ilerliyordu. Sanki garip bir büyünün tam ortasındaydı. Aniden dükkan sahibi yirmili yaşlarda olan ve dingin bir tavır sergileyen gencin sesi ile irkildi. ‘’ Burayı sevdiniz mi?’’ Usulca başını sallamakla yetindi. Kapıya doğru yöneldi. Gitmek üzere adım attığı sırada mumların satılık olup olmadığını sordu. Hepsi çok güzeldi ve sıradan dükkanlarda onlar gibisini bulamayacağının bilincindeydi.

Genç kızın odasında onlarca mum vardı. Nereye gitse mutlaka bir mum alır onları yakmaya kıyamazdı. Çoğu kez cebinde ki son parasını bunlara vermiş eve yürüyerek gitmek zorunda kalmıştı. Dükkan sahibinden ‘’ onlar satılık değil’’ cevabını aldığında derin bir hüzne kapılmıştı. Ama centilmen genç ona bir tane hediye edebileceğini söylemişti. Kız şiddetle bunu reddetti. Çok yakın arkadaşlarından bile hediye aldığında fazlası ile mahcup oluyordu. Bu hissi sevmiyordu. Kaldı ki şimdi hiç tanımadığı bir adamdan hediye alacaktı. Bir iki dakika gencin uğraşları sürse de kızın haklı inadı galip çıkmıştı. Ama genç, kıza dükkanda ki en güzel mumu vermeye kararlıydı. Kafasında şimşekler çakıyordu. ‘’ Peki o zaman ‘’ dedi. ‘’Şu karşı kaldırımda duran evsiz amcayı görüyor musun? Buradan çıkında mumum parasını ona ödersin böylece ben amacıma ulaşıp sana bunu vermiş olurum, sende hem ücret ödemiş hem de onu almış olursun. Böylece o garibanda nasiplenir’’. Genç adamın bu adalet dolu fikrine kız hayır diyemedi. Gözlerini kısarak içten ve sıcak bir tebessüm etti sadece. Kız buranın ne dükkanı olduğunu merak etmişti açıkçası. Yüzlerce mumdan bir tanesi bile satılık değildi. Geriye satılabilecek tek şey eskimiş kitaplar kalmıştı. Belki de bir sahaftır diye düşündü. Kitaplığa yaklaştı. Ama hiçbir tanesinin üzerinde isim olmadığını gördü. Düz renkli kalın kapak baskının isim yerleri boştu. Daha yakından bakabilmek için izin istedi ve dışında piyano tuşlarını anımsatan baskılı olanı eline aldı. İçini açıp baktığında derin bir hayal kırıklığı yaşadı. Çünkü tüm sayfalar boştu. Genç çocuk gülümsedi. Kızın soru sormasını beklemeden hemen bir açıklama yaptı. Ben hikayeciyim. Burası da benim hikayeler dükkanım. Kız anlamsız ve şaşkın bir ifade ile gencin yüzüne baktı. O an kızın yüz hatlarına yansıyan mum ışığı ile ne kadar da güzel olduğunun farkına vardı. Usulca bembeyaz karların içinden gelen ve okyanuslara kadar uzanan berrak bir nehir gibiydi bakışları. İnsanı içine hapsediyor, yaradılışını anımsatıyordu. Bu büyüden kendini almayı başardığı anda, kıza dükkanın nasıl işlediğini anlattı. Buradan bir kapak seçmesi gerektiğini söyledi önce. Kız zaten seçimini yapmıştı ve elinde tutuyordu. ‘’ Şimdi sana başka bir defter vereceğim ve sende bunu alıp eve gideceksin. Yazmamı istediğin hikayeyi yaratacaksın, bana karakterler, olgular, kavramlar, bütünlükler vereceksin. Zaman, renk, mekan tüm her şey senin istediğin gibi olacak. Aklına gelen ve hayal ettiğin tüm detayları bu deftere yazıp bana getireceksin. Bende senin hikayeni yazacağım’’ Kızın gözleri parlamıştı. Ama hala bir tedirginlik ve şaşkınlık içindeydi. Bir süre sessiz kaldılar. Genç kız duvarda ki at resimlerini inceledikten sonra bir hikaye değil de bunun bir şiir olmasını istediğini, hikaye yazıcısına söyledi. Genç yazar bunu kabul etti. ‘’ Birkaç gün içinde sana defteri getireceğim’’ dedi kız ve evsiz amcaya vermek üzere çantasından para çıkaracağı sırada çantayı yere düşürdü. İçinden bir sürü çikolata ve bir parfüm şişesi dışarı fırladı. Delikanlı hemen yardım etti, kızın yüzü kızarmıştı ve gencin gözlerine bakamadı. Çocuk gülümsedi ‘’ Çikolataları seviyorsun’’ dedi sakin bir ses tonuyla. Birazda kızı rahatlatmak için ‘’ Şimdi sana bir sır vereceğim ‘’ dedi ve masanın çekmecesini açtı. Bir sürü çikolata, jelibon ve şeker vardı. Kız kahkaha attı. ‘’Sen bir delisin’’ dedi. İkisi de birbirinin sırrını öğrenmiş oldu. ‘’Çünkü çikolata bir mutluluk nedenidir’’ …

Çocuk kıza vermek için dükkanın arka bölümden bir mum getirdi ve ona uzattı. Vitrindekilerden ve dükkanın içinde olan mumlardan çok gösterişsiz ve sıradandı. Kız vapursuz kalmış İstanbul boğazı gibi hüzünlenmişti. Bu güzel dükkandan böylesine sıradan bir mum alacağını ummamıştı. Yağmur dinmişti, çocuk kıza kartını verdi ve vedalaştılar. Kız evsiz amcaya mumum parasını da vererek tarih kokan sokaklar içinde gözden kayboldu. Delikanlı bu karşılaşmadan oldukça memnundu. Gramofona en sevdiği plağı koydu ve dükkanın açık olan yazısını kapalıya çevirerek saatlerce bu güzel kızı düşündü. Güzelliğinde ötesinde, yüreğinin de tertemiz olduğunu hissetmişti. Yorgun bir şekilde eve dönen kız, sanki hala bir hayal bulutunun içindeydi. Dükkanın şirinliğini, çikolataların yerlere saçıldığı anı düşündü durdu. Oysa hastane o gece onun için berbat geçmişti. İlk kez bir kadavra görmüştü ve yemek bile yiyememişti. Ama bu güzel karşılaşmadan sonra evinin yakınında olan waffle restoranına giderek kocaman ve bol çilekli bir tabak waffle yiyerek kahvaltı yapmıştı. Çok geçmeden uykuya daldı.

Akşam saatlerinde uyandı ve nöbetten çıktığı içinde ertesi gün izinliydi. Genelde geceleri çok geç yatardı. İnsanların uykuda oldukları anı çok seviyordu. Çünkü gece içinde bolca huzur ve hikayeler barındırıyordu. Birde şiir dinlemeyi ve seslendirmeyi çok severdi. Bunları amatör olarak kaydediyordu. Arkadaşları onun bir radyo kanalına başvurması gerektiğini söyleseler de o henüz bu kararı vermemişti. Akşam yemeğinden sonra keyfide iyiden iyiye yerine gelmişti. Işıkları kapattı, bir yandan şiir dinlerken diğer yandan da gencin bugün verdiği mumu yakmıştı. Mum alevi odanın içinde loş bir gezintiye çıkmaya başlamıştı ki içerisini muazzam bir çikolata kokusu kapladı. Genç kız hayretler içindeydi . Evet bu mum beyaz çikolatadan yapılmıştı ve eridikçe eşsiz bir çikolata kokusu yayıyordu. Derin bir iç çekti. Oysa bugün dükkanda ki en gösterişsiz mumu verdiği için gence haksızlık etmişti. Biraz üzüldü ve onun gönlünü almaya karar verdi. Çok geçmeden hikaye yazmakta olan delikanlının telefonuna gizli numaradan bir mesaj geldi. – Kız numarasını paylaşmaya henüz hazır değildi – mesajda ‘’Serotonin’’ yazıyordu. Genç garipsedi ve anlam veremedi. Hemen internete girdi ve karşısına çıkan ilk sonuçtan sonra yüzüne kocaman ve aptalca bir gülümseme takılmıştı. Evet bu mesaj genç kızdan gelmişti. Serotonin tıp dilinde mutluluk hormonu salgılayan bir nörotransmitterdi. O an genç kızın bir doktor ya da tıp öğrencisi olduğunu düşündü. Az sonra yine gizli numaradan bir sesli mesaj vardı. Bu mesajda da genç kızın kendisinin seslendirdiği bir şiir vardı. Çocuk o an yeryüzünün en mutlu insanıydı. Ses kaydını onlarca kez dinledi. Ve kızın tekrar geleceği anı merakla beklemeye başladı. Birkaç gün sonra dükkanın küçük kapısında kız göründü. Elinde çocuğun ona verdiği defter vardı. Genç çok heyecanlandı. Daha önce ki karşılaşmalarında bu kadar heyecanına yenik düşmemişti. Aksine kız bu kez daha soğuk kanlı ve kendinden emindi. Çok kalmadı ve pek konuşmadı. Defteri bıraktı şiirde olmasını istediği kesin çizgileri defalarca vurguladı ve gitti. Gencin başarısız olma şansı artık kalmamıştı.






Notlar Şu Şekildeydi ; .Birinin gürültü dolu bir sokakta duyduğu müzik tema olsun istiyorum. .Onca insanı değil sadece o kalabalıkta yalnızlık senfonisini duyuyor. .Çok fazla yalnızlık çektiğini ama bu yalnızlıkta yalnızlık duymadığını anlatsın ama bu cümleler kurulmasın. Okuyan çıkarsın. . Cinsiyet, yaş,ırk verilmesin. . Zaman gece. Gökkuşağı gece çıksın. . Sarılmak yasak olsun o bölgede. Ama bu kelimeyi kullanmadan anlat. . Bitişte her şeyi açıklayan bir cümle olsun. . Pi sayısı, diyafram, çaput, merdiven, antika kelimeleri kullanılsın. . Bir çanta ve içinde kutu olsun ama kutuda ne olduğu bilinmesin. . Mumdan yapılmış bir heykel olsun. O bölgenin simgesi. Buluşma noktası olsun. . Kahramanmaraş dondurmacılarının müşteriye yaptığı şaka gibi bir an olsun.

Defterde yazılanlar bu şekildeydi. Kız çok çetin ve zeki doneler getirmişti. Üstelik bu bir şiirdi hikaye değil. Gencin işi bir hayli zor olacak gibiydi. Hemen çalışmalara başladı. Önce doneleri kafasında canlandırdı. Ve net bir şekilde hatırlamak için kızın verdiği detayların resmini kağıda çizerek çalışma masasının karşısına astı. Bunu sıklıkla yapardı bu şekilde objeler kafasında daha çok yer ediniyordu. Genç bir gün boyunca kafasında bu şiir ile dolaştı. Yürürken, kahve içerken, araç kullanırken her an. Sonunda kağıda dökmeye karar verdi. Çünkü; vakit çok dardı ve kız her an kapıdan içeriye girebilirdi. Çocuk kızın seçtiği üzerinde piyano tuşu motifi olan boş kitabı aldı ve sayfaların ortasına yakın bir yere şu şiir yazdı ;

SEROTONİN …

Sabahı olmayan ve gün ışığının yüzyıllardır dokunmadığı bir sokak.

 Çılgın bir gök gürültüsü eşliğinde düşen yağmur,

 Diyaframıma sıkışmış acının sesini bastırıyor.

Her gün binlerce insanın geçtiği sadece bazılarının -o da kısa süreli - varlığımı hissettiği bir süreç.

Yalın bir yalnızlığın çığlığıyım ben. ; Gece teninde ıslak aşıklar barındırıyor, el ele tutuşmayan, öpüşmeyen. Aşıklar ortak oluyor piyano tuşlarında yükselen hikayelere. Girişte ki herkesin buluşma noktası mum heykelinden, sokağın bitiş yeri olan eski Bizans merdivenlerine kadar dans ediyorlar. Sonra işte yine terk ediliş zamanım geliyor.

Hani bazen bir hisse kapılırsın ya, Dünya yalnızca senin için dönüyor. Her şey ve herkes senin için var. Öylesine kutsal ve ürkütücü. İşte yine o sabahı olmayan gecelerden bir tanesi. Keman tellerine sıkışmış aşklar mırıldanıyorum. Antika saatçide ki tüm yelkovan ve akrepler duruyor ansızın.

Hiç kimse beni duymuyor. Gece karartısının içinde sureti olmayan kırmızı bir çanta terk edilmiş. Uzanıp bir hevesle açıyorum içini, Hüsrana uğruyorum ahşap kenarları yıpranmış bir kutu bulduğumda. Sağ tarafıma onu bırakıp başımı dizlerim arasına alıyorum.

Hiç kimse beni duymuyor. Bir anda kutu açılıyor ve gökkuşağı yükseliyor diğer gezegenlere. Tüm renkleri barındırıyor sokak. Köşede ki çaputlarda renkleniyor. Ben mutluluk hormonlarımı dizginlemeye çalışırken.

; ilerde bir dondurmacı çocuklara oyun yapıyor. Aslında onların yaşamında ölümsüz olacağından habersiz. Biraz pişkin biraz sevecen bir gülümsemeyle. Gri bir iple astığı inek çanına vuruyor her defasında. Çandan yaralı hayatlar yükseliyor. Yaşam mücadelesinin sesi kaplıyor sokağı.

 Burada sessiz notalar. Pi sayısı mırıldanır klarnetler. Yeşil besteler çalar ramazan davulcuları.

 Evet artık tanışalım. Merhaba ben 'müzik' Sokağın yerlisiyim. Binlerce insan geçerken buradan bir giriş katında ki gramofondan yükselirim. Sararmış perdelerin arasından sokağa düşerim.

Kimse duymuyor beni. Herkesin içinde farklı bir telaş. Yalnızca acı çekenler duyar beni.

 Ben acının ezgisiyim. Yalnızca aşıklar duyar beni. Ben tutkunun senfonisiyim. Bir birine dokunamayan. Öpüşemeyen çaylak aşıklar. Çünkü mumdan burada aşklar. Mum alevinde gizli sevdalar.

 Dokunursan erirsin.

 Dokunursan ölürsün...

 Kimse beni duymuyor!!

Son cümleyi de yazdıktan sonra hemen bir kahve koydu. Akşamüzeri kız gelmişti. Heyecanla şiirini okudu. Çok sevmişti ve mutlu olmuştu. Önce gence biraz çıkıştı. Çantanın içinde ki kutuda ne olduğu bilinmemeliydi ama sonra gökkuşağını bu hikayede en iyi yerde kullandığı için tebrik etmiş ve bu noktada yazarı biraz özgür bırakmıştı. Kız içinde şiir yazılı olan kitabı iki elinin arasına alarak göğsüne yasladı. ‘’Evet artık gitmem gerek.’’ Dedi memnun bir ses tonuyla. Delikanlı kızın bir nebzede olsa hayal dünyasında bir mum alevi gibi yansıma olabilmişti. Birbirini tanımayan iki insan artık yeryüzünde ölümsüzdürler. Az sonra kız yavaş adımlarla Beyoğlu’nun dar sokakları içinde kayboldu. Genç hikayeci ise ‘’Serotonin’’ adını verdiği hikaye kitabını ‘’satılık değildir’’ diye etiketledi ve tozlu yaşanmışlıkların arasına koydu. Yarım kalmışlıkların.

Çünkü; Mumdan burada aşklar.

Dokunursan erirsin.

Dokunursan ölürsün.

 Ve bir hikaye yazılırsa sonsuz olur….

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder