18 Mayıs 2016 Çarşamba

Kaşarlı Pilav / Achilles Valentin



Kolunu kıpırdatacak hali yokken “artık bir şeyler yemem gerekiyor” diye zorla kalktı uzandığı yerden. Sarsak adımlarla yürüdü mutfağa. Eskiden bolca zahire bulunan dolabın kapağını açtı. Kavanozun dibinde kalmış pirinç tanelerine baktı. Manevi yakınlık hissettiği tek nesneye boşalttı hepsini. Çayı, kahveyi, suyu, gazozu hep aynı su bardağından içerdi. Hepi topu yarım bardak pirinç çıktı. "Yeter" dedi içinden. Buzdolabının yanındaki duvara astığı temiz tavalardan birini koydu ocağa. Kalınca bir parça tereyağı da attı içine. Yağ iyice eridikten sonra bardaktaki pirinci de boca etti tavaya. Yağda kavrulan pirinçler artık sınıf atlayabilirdi. Sofistike bir pilav olma yolunda önemli bir aşamayı ateşte kavrularak geçeceklerdi. Daha önce pirinç boşalttığı su bardağını ağzına kadar su ile doldurdu, hemen sonra da suyu kavrulan pirinçleri az da olsa serinletmek için tavaya transfer etti.

Pirinçler pilav olma merasimini hafifçe kaynamaya başlayan suyun içinde rahatça haşlanarak geçiredursunlar diye onları yalnız bırakmaya karar vererek, tavanın üzerine uyduruk bir kapak yerleştirip salona geçti. Televizyonu açıp karşısına konuşlanmış yemek masasının etrafına dizdiği plastik sandalyelerden birine oturdu. Bir sigara yaktı, hemen ardından da söndürdü. ("Aç karnına hiç çekilmiyor bu meret!")

Yeterince beklediğine kanaat getirerek tekrar mutfağa gitti. Tavanın üstüne koyduğu kapağı kulpundan tutup kaldırdı. Pilav suyunu çekmişti. Diğer eline aldığı çatalın ucuyla bir kaç pirinç tanesini tavadan ayırdı. Üfleyerek dilinin ucuyla ağzına transfer etti çatalın ucundakileri. Çatalın ucu bu duruma hiç bir tepki vermedi. "Biraz daha pişsin" dedi büyük bir bilgelikle. Çatalı tuttuğu eliyle kapağın metal kısmını tuttu ve tuttuğu gibi bıraktı. Çatal bir yana, kapak bir yana düştü. Kapağa bir tekme savurmak geldiyse de içinden yapmadı. Daha önce böyle öfkeyle yere düşen nesneye tekme atmak isterken ayak serçe parmağını kapı pervazına çarpmış, dakikalarca acı içinde kıvranmıştı. Onun yerine yanan eline üfleyerek analı avratlı bir küfür savurdu. Tecrübelerine her zaman önem verirdi. Fakat bu sırada yanan elini soğuk suya tutmayı akıl edemedi. Zaten böyle anlarda yardımcı olabilecek pratik hareketleri akıl etmek konusunda yetersizdi. Başkalarının başına gelen olaylarda; takındığı en bilgiç tavrıyla yapılması gereken doğru müdahaleyi söyleyebilirdi, ama iş kendine geldiğinde akıl edemezdi.

Doğduğundan beri kendi ile ilgili konuların uzun zamanda halledildiğini biliyordu. Annesi ile babası arasında çocuğa kimin babasının isminin verileceği konusu hakarete varan uzun tartışmalara yol açmış, çocuk iki yaşına gelince yoldan geçen herhangi birinin babasının isminin verilmesi konusunda anlaşma sağlanmıştı. Sokaktan geçen ilk kişinin bir Fransız olması yeni bir tartışmaya yol açmadan anlaşma yolu bulunmuştu. O sırada o mahalleden neden geçtiği hiç bir zaman anlaşılamamış Fransız'a çaresizlik içinde bakan gözlerle durum anlatılmış, kendisine verilen mühim görevi tam olarak idrak etmiş Fransız da gözyaşlarını tutamayarak babasının ismini bebeğin kulağına üç kere fısıldamıştı;  "Kari, Kari, Kari."

Tavanın altını söndürürken aklına günlerdir buzdolabının kapağını her açtığında ilk gördüğü yiyecek olan artık sertleşmiş kaşar dilimleri geldi. Pilav olma şerefine nail olmuş pirinçlerin üzerine yaydı dilimleri. Pilavın rutubetini alsın diye gazeteyi tavanın üzerine koydu özensizce, az önce elini yaktığı için kin dolu bir bakış attığı kapağı da gazetenin üzerine kapatıp tekrar salona, televizyona doksan derece açıyla yerleştirilmiş koltuğuna kuruldu. Hep aynı yerine oturulmuş olmaktan ötürü gözle görülür bir göçük sahibi olmuş koltuk gıcırdadı hafifçe. Hiç düşünmeden ve hatta bakmadan az önce bir nefes çekip söndürdüğü sigarayı yaktı. Bu sefer aç karnına çekilebilirdi. Televizyona bakıyordu, fakat aklı başka bir yerdeydi.

Babası az söylememişti; "yalnız yaşanmaz, bul birini evlen!" diye. Her seferinde babasına aynı cevabı vermekten usanmamıştı; "Siz evlendiniz de çok mu mutlu oldunuz, benden daha yalnızsınız işte!" Hâlbuki içinden "ah be babam! Biri bana vardı da, ben mi git dedim" diye geçirirdi.

En son sevgilisi kendisini beş yıl önce terk etmişti. Aslında kıza baştan beri kanı ısınmamıştı. Belki severim diye yola çıkmıştı. O belki hiç bir zaman gerçek olmamıştı. Mahallede sevilen bir dedenin cenaze merasiminde tanışmışlardı. Dede, yeni taktırdığı çanak antenin bazı kanallarda şifre sormasını içine sindirememiş, çatıda santim santim anteni çevirip bir yandan da televizyonun nasıl gösterdiğini görmek için eğildiği bir sırada bir kat alttaki balkona düşmüştü. Mahalleli dedenin bir iki kırıkla kurtulduğunu düşünürken bir kaç gün sonra kimsenin ona bakmadığı bir sırada emrihak vaki olmuştu.

Kızla da işte o dedenin cenazesinde tanışmışlardı. Daha doğrusu bizimki kapının önünde sigara içerken kız içerden mevlit şekeri ikram etmek için kapıya çıkmıştı. Kafasının üzerine öylesine attığı eşarbın ucu tuttuğu tabağa giriyordu. Böyle görüntülerden tiksinmesine karşın kızı tanımadığı için ses etmeyip oldum olası sevdiği naneli mevlit şekerlerinden ayıp olmasın diye bir tane almıştı. Yine ayıp olmasın diye "teşekkür ederim" deme gafletinde bulunmuştu sonra da. Kız bu teşekkürü bir ön evlilik teklifi olarak kabul etmiş, hemen o anda şeker dağıtma görevinden istifa etmiş,  evde ağıt yakmakla görevli müzevir teyzelerle konuyu münazara etmiş ve oğlan hakkında malumatlı bilgiler almıştı. Oğlanın bekâr olması o an için yeterli bilgi olarak kabul edilmiş, iletişim kurmak için kaynana adayının aranmasına geçilmişti.

Kari, hüzünlü sigara içme törenini de sona erdirdikten sonra kapıdan kafasını sokup annesine "ben gidiyorum" manasında işaretler yapmış, annesi de her zaman yaptığı gibi işaretten anlamayarak bütün ilgiyi üzerine toplayacak şekilde bağırarak; "ne?" demişti. Sesli iletişime geçmek zorunluluğu kız tarafından ortadan kaldırılmış; "eve kaçıyor teyzeciğim" diyerek olay kapatılmıştı. Bu "ciğim" 'in başına bela olacağını daha o anda anlamıştı Kari.

Ne var ki; kızın ısrarlı ve sistemli tacizleriyle bir iki yemek yendikten sonra hemen sevgili olunuvermişti. Daha Kari ne olduğunu anlamadan aileler birbiriyle tanışmış, kaynaşmıştı. Herkes onları birbirine çok yakıştırıyordu. Bir tek Kari yakıştıramamıştı kızı kendi koluna. Yine de ses çıkarmadan devam etmişti ilişkiye. ("Ayıp olmasın şimdi")

Bir yıl kadar gezdiler tozdular. Hatta kız bir punduna getirip yatağa bile attı oğlanı. Ama bu bile sevgi oluşmasını sağlamadı. Aksine Kari, kızdan daha çok soğudu. Kız'ın sevişme isteğini artık burnuna dolan ve 3 kere yıkanmadan kurtulamadığı kokudan anlayabiliyordu. Öyle zamanlarda kızın yaydığı koku yüzünden bir süre tüm kadınlardan iğrendi. Kızdan ayrıldıktan bir yıl sonra çok sarhoşken seviştiği bir kadın sayesinde kurtuldu bu rahatsızlıktan. Demek ki bütün kadınlar kokmuyordu.

Bir gün bütün cesaretini toplayıp ayrılma kararını bildirmek üzere kızı çağırdı. Konuyu evirdi, çevirdi, eveledi, geveledi bir türlü söyleyemedi. Kızın anlamaya çalışan gözlerine baktıkça daha çok bocaladı ve kendisinin iğrenç bir insan olduğuna kadar vardırdı meseleyi. Sonunda Kari'nin bir çeşit bunalımda olduğuna karar verildi.

Ayrılma kararını bildireceği ikinci deneme yaklaşık üç ay sonra oldu. Fakat bu sefer de kız ondan önce davranıp çat diye söyleyiverdi ayrılma isteğini. Aralarında hayal ettiği türden bir aşk yaşanmıyormuş, buluştuklarında ona bir çiçek bile almıyormuş, üstelik de sevişmeleri haddinden fazla uzun sürüyormuş, bu ilişkiyi devam ettirmenin anlamı yokmuş. Kari erken davranamaması nedeniyle daha önce terk edilmenin verdiği bir rahatsızlık içine yerleşse de ayrılığı ayıp olmasın diye kabul etmiş görünmüştü. İçinden göbek atarken, yüzüne takındığı acıklı ifadeyle "Yazık, hayallerim vardı seninle" demiş ve kalkmıştı masadan.

Sigarasından son nefesini çekerken beyninin sol yanından işaret veren bir sinyalle koltuktaki göçüğe yerleştirdiği kıçını kaldırdı koltuktan. "Pilav olmuştur artık!" Yepyeni icadı yarım bardak pirinçten mamul kaşarlı pilavına yumuldu. Elde ettiği zaferi yeni bir sigara yakarak kutladı. Bu gece tok yatılacaktı. Öyleyse acıkmadan hemen uyunmalı. "Yarını yarın düşünürüz!" deyip kapattı ışıkları.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder