Kolunu kıpırdatacak hali yokken “artık bir şeyler yemem gerekiyor” diye zorla kalktı uzandığı yerden. Sarsak adımlarla yürüdü mutfağa. Eskiden bolca zahire bulunan dolabın kapağını açtı. Kavanozun dibinde kalmış pirinç tanelerine baktı. Manevi yakınlık hissettiği tek nesneye boşalttı hepsini. Çayı, kahveyi, suyu, gazozu hep aynı su bardağından içerdi. Hepi topu yarım bardak pirinç çıktı. "Yeter" dedi içinden. Buzdolabının yanındaki duvara astığı temiz tavalardan birini koydu ocağa. Kalınca bir parça tereyağı da attı içine. Yağ iyice eridikten sonra bardaktaki pirinci de boca etti tavaya. Yağda kavrulan pirinçler artık sınıf atlayabilirdi. Sofistike bir pilav olma yolunda önemli bir aşamayı ateşte kavrularak geçeceklerdi. Daha önce pirinç boşalttığı su bardağını ağzına kadar su ile doldurdu, hemen sonra da suyu kavrulan pirinçleri az da olsa serinletmek için tavaya transfer etti.
Pirinçler
pilav olma merasimini hafifçe kaynamaya başlayan suyun içinde rahatça
haşlanarak geçiredursunlar diye onları yalnız bırakmaya karar vererek, tavanın
üzerine uyduruk bir kapak yerleştirip salona geçti. Televizyonu açıp karşısına konuşlanmış
yemek masasının etrafına dizdiği plastik sandalyelerden birine oturdu. Bir
sigara yaktı, hemen ardından da söndürdü. ("Aç karnına hiç çekilmiyor bu
meret!")
Yeterince
beklediğine kanaat getirerek tekrar mutfağa gitti. Tavanın üstüne koyduğu
kapağı kulpundan tutup kaldırdı. Pilav suyunu çekmişti. Diğer eline aldığı
çatalın ucuyla bir kaç pirinç tanesini tavadan ayırdı. Üfleyerek dilinin ucuyla
ağzına transfer etti çatalın ucundakileri. Çatalın ucu bu duruma hiç bir tepki
vermedi. "Biraz daha pişsin" dedi büyük bir bilgelikle. Çatalı
tuttuğu eliyle kapağın metal kısmını tuttu ve tuttuğu gibi bıraktı. Çatal bir
yana, kapak bir yana düştü. Kapağa bir tekme savurmak geldiyse de içinden
yapmadı. Daha önce böyle öfkeyle yere düşen nesneye tekme atmak isterken ayak
serçe parmağını kapı pervazına çarpmış, dakikalarca acı içinde kıvranmıştı. Onun
yerine yanan eline üfleyerek analı avratlı bir küfür savurdu. Tecrübelerine her
zaman önem verirdi. Fakat bu sırada yanan elini soğuk suya tutmayı akıl
edemedi. Zaten böyle anlarda yardımcı olabilecek pratik hareketleri akıl etmek
konusunda yetersizdi. Başkalarının başına gelen olaylarda; takındığı en bilgiç
tavrıyla yapılması gereken doğru müdahaleyi söyleyebilirdi, ama iş kendine
geldiğinde akıl edemezdi.
Doğduğundan
beri kendi ile ilgili konuların uzun zamanda halledildiğini biliyordu. Annesi
ile babası arasında çocuğa kimin babasının isminin verileceği konusu hakarete
varan uzun tartışmalara yol açmış, çocuk iki yaşına gelince yoldan geçen
herhangi birinin babasının isminin verilmesi konusunda anlaşma sağlanmıştı.
Sokaktan geçen ilk kişinin bir Fransız olması yeni bir tartışmaya yol açmadan
anlaşma yolu bulunmuştu. O sırada o mahalleden neden geçtiği hiç bir zaman
anlaşılamamış Fransız'a çaresizlik içinde bakan gözlerle durum anlatılmış,
kendisine verilen mühim görevi tam olarak idrak etmiş Fransız da gözyaşlarını
tutamayarak babasının ismini bebeğin kulağına üç kere fısıldamıştı; "Kari, Kari, Kari."
Tavanın
altını söndürürken aklına günlerdir buzdolabının kapağını her açtığında ilk
gördüğü yiyecek olan artık sertleşmiş kaşar dilimleri geldi. Pilav olma
şerefine nail olmuş pirinçlerin üzerine yaydı dilimleri. Pilavın rutubetini
alsın diye gazeteyi tavanın üzerine koydu özensizce, az önce elini yaktığı için
kin dolu bir bakış attığı kapağı da gazetenin üzerine kapatıp tekrar salona,
televizyona doksan derece açıyla yerleştirilmiş koltuğuna kuruldu. Hep aynı
yerine oturulmuş olmaktan ötürü gözle görülür bir göçük sahibi olmuş koltuk
gıcırdadı hafifçe. Hiç düşünmeden ve hatta bakmadan az önce bir nefes çekip
söndürdüğü sigarayı yaktı. Bu sefer aç karnına çekilebilirdi. Televizyona
bakıyordu, fakat aklı başka bir yerdeydi.
Babası
az söylememişti; "yalnız yaşanmaz, bul birini evlen!" diye. Her
seferinde babasına aynı cevabı vermekten usanmamıştı; "Siz evlendiniz de
çok mu mutlu oldunuz, benden daha yalnızsınız işte!" Hâlbuki içinden
"ah be babam! Biri bana vardı da, ben mi git dedim" diye geçirirdi.
En
son sevgilisi kendisini beş yıl önce terk etmişti. Aslında kıza baştan beri
kanı ısınmamıştı. Belki severim diye yola çıkmıştı. O belki hiç bir zaman
gerçek olmamıştı. Mahallede sevilen bir dedenin cenaze merasiminde
tanışmışlardı. Dede, yeni taktırdığı çanak antenin bazı kanallarda şifre
sormasını içine sindirememiş, çatıda santim santim anteni çevirip bir yandan da
televizyonun nasıl gösterdiğini görmek için eğildiği bir sırada bir kat alttaki
balkona düşmüştü. Mahalleli dedenin bir iki kırıkla kurtulduğunu düşünürken bir
kaç gün sonra kimsenin ona bakmadığı bir sırada emrihak vaki olmuştu.
Kızla
da işte o dedenin cenazesinde tanışmışlardı. Daha doğrusu bizimki kapının
önünde sigara içerken kız içerden mevlit şekeri ikram etmek için kapıya
çıkmıştı. Kafasının üzerine öylesine attığı eşarbın ucu tuttuğu tabağa
giriyordu. Böyle görüntülerden tiksinmesine karşın kızı tanımadığı için ses
etmeyip oldum olası sevdiği naneli mevlit şekerlerinden ayıp olmasın diye bir
tane almıştı. Yine ayıp olmasın diye "teşekkür ederim" deme
gafletinde bulunmuştu sonra da. Kız bu teşekkürü bir ön evlilik teklifi olarak
kabul etmiş, hemen o anda şeker dağıtma görevinden istifa etmiş, evde ağıt yakmakla görevli müzevir teyzelerle
konuyu münazara etmiş ve oğlan hakkında malumatlı bilgiler almıştı. Oğlanın
bekâr olması o an için yeterli bilgi olarak kabul edilmiş, iletişim kurmak için
kaynana adayının aranmasına geçilmişti.
Kari,
hüzünlü sigara içme törenini de sona erdirdikten sonra kapıdan kafasını sokup
annesine "ben gidiyorum" manasında işaretler yapmış, annesi de her
zaman yaptığı gibi işaretten anlamayarak bütün ilgiyi üzerine toplayacak
şekilde bağırarak; "ne?" demişti. Sesli iletişime geçmek zorunluluğu
kız tarafından ortadan kaldırılmış; "eve kaçıyor teyzeciğim" diyerek
olay kapatılmıştı. Bu "ciğim" 'in başına bela olacağını daha o anda anlamıştı
Kari.
Ne
var ki; kızın ısrarlı ve sistemli tacizleriyle bir iki yemek yendikten sonra
hemen sevgili olunuvermişti. Daha Kari ne olduğunu anlamadan aileler birbiriyle
tanışmış, kaynaşmıştı. Herkes onları birbirine çok yakıştırıyordu. Bir tek Kari
yakıştıramamıştı kızı kendi koluna. Yine de ses çıkarmadan devam etmişti ilişkiye.
("Ayıp olmasın şimdi")
Bir
yıl kadar gezdiler tozdular. Hatta kız bir punduna getirip yatağa bile attı
oğlanı. Ama bu bile sevgi oluşmasını sağlamadı. Aksine Kari, kızdan daha çok
soğudu. Kız'ın sevişme isteğini artık burnuna dolan ve 3 kere yıkanmadan
kurtulamadığı kokudan anlayabiliyordu. Öyle zamanlarda kızın yaydığı koku
yüzünden bir süre tüm kadınlardan iğrendi. Kızdan ayrıldıktan bir yıl sonra çok
sarhoşken seviştiği bir kadın sayesinde kurtuldu bu rahatsızlıktan. Demek ki
bütün kadınlar kokmuyordu.
Bir
gün bütün cesaretini toplayıp ayrılma kararını bildirmek üzere kızı çağırdı.
Konuyu evirdi, çevirdi, eveledi, geveledi bir türlü söyleyemedi. Kızın anlamaya
çalışan gözlerine baktıkça daha çok bocaladı ve kendisinin iğrenç bir insan
olduğuna kadar vardırdı meseleyi. Sonunda Kari'nin bir çeşit bunalımda olduğuna
karar verildi.
Ayrılma
kararını bildireceği ikinci deneme yaklaşık üç ay sonra oldu. Fakat bu sefer de
kız ondan önce davranıp çat diye söyleyiverdi ayrılma isteğini. Aralarında
hayal ettiği türden bir aşk yaşanmıyormuş, buluştuklarında ona bir çiçek bile
almıyormuş, üstelik de sevişmeleri haddinden fazla uzun sürüyormuş, bu ilişkiyi
devam ettirmenin anlamı yokmuş. Kari erken davranamaması nedeniyle daha önce
terk edilmenin verdiği bir rahatsızlık içine yerleşse de ayrılığı ayıp olmasın
diye kabul etmiş görünmüştü. İçinden göbek atarken, yüzüne takındığı acıklı
ifadeyle "Yazık, hayallerim vardı seninle" demiş ve kalkmıştı
masadan.
Sigarasından
son nefesini çekerken beyninin sol yanından işaret veren bir sinyalle
koltuktaki göçüğe yerleştirdiği kıçını kaldırdı koltuktan. "Pilav olmuştur
artık!" Yepyeni icadı yarım bardak pirinçten mamul kaşarlı pilavına
yumuldu. Elde ettiği zaferi yeni bir sigara yakarak kutladı. Bu gece tok
yatılacaktı. Öyleyse acıkmadan hemen uyunmalı. "Yarını yarın düşünürüz!"
deyip kapattı ışıkları.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder