Dört tane itfaiye aracı peş peşe durdu
evimin önünde. Gökyüzüne yükselen siyah dumanların arasından onlarca itfaiye
eri koşuşturmaya başladı. Bir yandan müdahale edecekleri yeri tespit etmeye
çalışırken, diğer yandan hortumları araçlara bağlamak için çaba sarf
ediyorlardı. Aralarından biri kalın eldivenli parmağıyla sorunun kaynağını
işaret etti. Perdelerin arkasından izliyordum koşuşturmalarını. Parmağın tam
olarak durduğum yeri işaret etmesiyle ürperdim bir an için. Bedenime yayılan
hoşluğun adını umut koydum. Tecrübe bu olsa gerek. Belli ki; işlerinin eri itfaiye
erlerini göndermişlerdi. Hazırlıklar bitmeden dumanın kaynağını tespit
etmişlerdi bile.
Yerimden kımıldamadan izledim telaşsız
koşuşturmalarını. Hortumları araçların arkasındaki dev vanalara bağlamalarını,
yerlerini alıp suyun açılmasını beklemelerini; bir dozerin temel çukuru
kazmasını izler gibi zevkle izledim. Dört araca bağlı dört hortumu tutan
sekizer itfaiyeci büyük bir ustalıkla yerlerini aldı. Aynı anda dört itfaiye
eri araçların arkasındaki vanayı ağır ağır açmaya koyuldu. Su, hortum içindeki
ilerleyişine başladığında heyecanım da doruk noktasına ulaştı. Hortumun ucundan
boşluğa fışkıran ilk damlaları fark etmemle birlikte iki yakamdan tutup,
ellerimi var gücümle aşağıya çektim. Gömleğimin düğmeleri yere düşmemişti ki
sert bir darbeyle arkamdaki duvara yapıştım. Uzunca bir müddet dört hortumdan
gelen tazyikli su ile duvar arasında kaldım. Ayakta kalmak için bir çaba
harcamama gerek yoktu. Aksine; hareket etmeyi becerebilsem sonsuza kadar
hareketsiz kalmama neden olacak bir şey yapardım büyük olasılıkla. Kirpiklerimi
aralayıp karşıya baktığımda, aralarından birinin elini şapkasına götürerek
selam verdiğini gördüm. Diğerlerini görebildiğim kadarıyla süzdüm. Hepsinde
belirgin bir rahatlama vardı. Gözleri, hedefi tam olarak tutturmuş olmanın
gururu ile parlıyordu. Basınç altındaki anlarımın ne kadar sürdüğünü bilmiyorum.
Ama bütün bunlara sebep olan olaylar düşünüldüğünde; aylarca su tutulsa göğsüme,
içimdeki yangının söndürülmesi yine de bir mucize olurdu.
Bir anda kesildi suyun akışı. Bedenimi
kaplayan büyük yorgunluğa karşın gözlerimi aralamayı başarabildim. Salon ufak
çaplı bir gölet haline gelmişti. Buradan nasıl çıkacağımı düşünürken birkaç itfaiye
eri, çizmelerinden içeri dolan simsiyah suya aldırmadan göleti aşıp yardımıma
geldi. Biri yırtık ve ıslak gömleğimi derimden sıyırıp yaramı inceledi.
Diğerlerine dönüp başını olumsuz anlamda iki yana salladığını fark ettim.
Ayaklarımdan çekildim ve suya bastırıldım. Bir el kafamı suyun üstünde
tutuyordu. Kulağıma “Geçecek!” diye fısıldadı elin sahibi. Söylediğine
inanmadığını anlamak zor olmadı. Kurtulmamın mümkün olmadığını anladığım anda
kendimi bıraktım. Bağırış çağırış içinde acele hareketlerle bedenimi suya sokup
çıkaran itfaiyecilerden yavaş yavaş uzaklaştım. Göğsümü karartan o tutuşmanın
olduğu ana gittim zihnimde.
Daha o saniyede hayatımın eskisi gibi
olmayacağını anlamıştım. Dahası; sözü edilecek kadar fazla soluk hakkımın
kalmadığı şimdi tarif edemeyeceğim bir bilişle gönlüme yerleşmişti. Ya benim
olacaktı, ya da ben toprağın. Bakışları gözlerimle öpüştüğünde; o fettan
gözlerin süzülüşünden, daha önceleri nice feryada, aha neden olduğunu hissetmiştim.
Binlerce perişan gönlün günahını taşıyordu bakışlarında. Bile isteye girmiştim
büyülerle işlenmiş karanlık ormana. Tenime temas ettikçe erimeme neden olan
dallar, beni bir kereliğine saran kollarıymış meğer. Ruhsuzluğu, hissizliği
daha o dokunuşlardan bile belliydi. Yok! Olmayacak diye söylenip geri
çekildiğim anda bir şeyler çıt etti içimde. Önemsemedim başlarda. Yolunda
görünüyordu her şey. “Başkası olur, boş ver!” diye telkinler verdim kendi
kendime. Sıçrayarak uyanmalarımı, dinmeyen susuzluğumu, kaymaklı tel kadayıfın
tatsızlığını her halde hasta olmuşumdur diye geçiştirdim. Bir türlü
iyileşemeyince de panikledim. Yanık et kokusu burnuma ilk dolduğunda; komşular
mangal yapıyor diye sevindim. “Gidip bir merhaba diyeyim de bir iki lokma
sebepleneyim:” Dumanı takip etmek işe yaramadı. Nereye dönersem döneyim baktığım
tarafı işaret ediyordu dumanlar. Sulu ve lezzetli eti dişlediğim anı gözümde
canlandırırken ağzımın kenarında sular birikmeyince fark eder gibi oldum
olanları. Dilimden dökülen kelimeler ne kalbimden ne de gönlümden geliyordu.
Gerçeğin ta kendisin dudaklarımın arasındaki yolunu bulup gökyüzüne ses olarak
yükseldi; “Çok az zamanım kaldı.”
Siren seslerine elleriyle tempo tutan
hemşirelerin gürültülü alkışlamaları eşliğinde gözlerimi açtım. Benim
uyandığımı gören biri hemen kulağıma eğilip son dedikoduları acımadan aktardı. Bedenimden
yükselen dumanlar bütün mahalleyi kaplamış önce. Daha öğle saatlerine bile
gelmemişken hava kararmış. Sokak lambaları otomatik yanmayınca mahalle halkını
bir korku almış. İçimden uzay boşluğuna zıplayan kıvılcımları meteor yağmuru
sanmışlar. Devlet bize yardım etsin diyen biri hemen polisi aramış. Bir kısmı
da olanları ancak belediyenin temizleyeceğini düşündüğü için pankartlar
hazırlayıp yürüyüşe geçmeye karar vermiş. Neyse ki biri; itfaiyeye haber
vermeyi akıl etmiş.
Hemşirenin anlattıklarını aklımda
tarttım. Doğru olmalıydı. Çünkü haberim olmasa da geleceklerdi, bekliyordum. Gelirler
mi gelmezler mi diye kendi kendime tartışıyordum itfaiye sirenlerini duyduğum
sırada. Çok istediğim halde gelmeyenler
alıştırdı beni beklemeye. Kolumdan sarkan ince hortumu çekip ucuna bağlı
serumla öpüştüm. Cam serumun soğukluğu dudaklarımı yaladı. Bütün gücümle
ambulansın kapısına yüklendim. Kucağımda serumla birkaç kere yuvarlandım iki
omzumun üstünde. Ambulans acıklı sesiyle merhum olmaya yakın olduğumu ilan
ederek uzaklaşırken arkalarından dudağımın ucunu kıvırarak güldüm. Serumu
tepesindeki hortumu söktüm attım. Göğsümü yırtıp serumu içime boşalttım. O ana
kadar ince ince tüten duman zincirinden boşanmış gibi terk etti bedenimi. İnce
bir tıslama duydum. İki elimle yarıp baktım göğsümden içeriye. Tahmin ettiğim
gibi kalbim de ciğerlerim de yerinde yoktu. Ya bu son yangında kül oldular ya
da biraz saçma gelecek ama ben o gözlerin içine bakarken fark edemediğim eller
tarafından çalındılar.
Öyle biri var mıydı gerçekten? Yoksa
hepsini ben mi uydurdum. O salak gülümseme arzuladığım için mi yerleşti yüzüme?
Yoktular, evet, yoktular. Hiçbiri yoktu. Sadece ben vardım ve bende fazlalık
haline gelen kalbim. Kimsecikler yoktu aslında. Ben kendi kendime yangın yerine
çevirdim kendimi. Besbelli büyük yanıldım. Bunun dönüşü yok. Kaybolduk,
kaybettik.
Demek ki artık kalpsizliğimizle meşhur
olacağız başka organlarımıza nefes almayı öğretmeye çalışırken. Siz siz olun
doğrudan bakmayın başka gözlerin içine. Koruyun kalbinizi de ciğerlerinizi de.
Bu kapkaççılar yakar insanı hiç acımadan.
+1
YanıtlaSil