Aniden esen rüzgârla uyandı.
Gözkapaklarını kaldırmadan, açılan üstünü örtmek için; elini sırtına attı. Bir
iki yokladı; battaniyesi gelmedi eline. Aranırken elinin dışına çarpan
sertliğin ne olduğunu algılayamadı. Bu sefer mecburen açtı gözlerini.
İlk gördüğü manzara uçsuz
bucaksız deniz oldu. Telaşla doğruldu. Eline çarpan sertliğe bakındı. Dev gibi
bir meşe ağacının dibindeydi. Gözlerini ovuşturdu. Dikkatlice baktı etrafına.
Hayır, burası kesinlikle daha önce geldiği bir yer değildi. Nerede uyuduğunu
hatırlamaya çalıştı. Evdeydi, duş alıp odasına uyumaya çekilmişti.
Ayağa kalkıp nerede olduğunu
araştırmaya koyuldu. Ufukta denizin enginliği dışında görünen bir kara parçası
ya da nesne yoktu. Arkasını döndüğünde sıkı bir orman gördü. Korku ve şaşkınlığın
neden olduğu bir panik dalgasının göğsünden yukarı doğru patladığını duyumsadı.
Anlam veremiyordu. Hafızasını tekrar yokladı. Hatırladığı son resimlerde herşey
yolundaydı. Evindeydi, işten biraz geç gelmişti. Kısa bir süre televizyon
izleyip, duşa girmişti. Kendini yalnız hissettiğini hatırladı. İçine yerleşen
kış bulutlarını “Kimseye ihtiyacım yok.” diyerek dağıtmıştı.
Daha geriye, günün başına döndü.
Sabah her zamanki saatte kalkmıştı. İşe de zamanında gitmişti. Toplantılar
vardı. “Olağan dışı bir şey oldu mu?” diye sordu kendi kendine. Cevap bulamadı.
“Nasıl geldim buraya?”
Gözleriyle çevresini taradı yine.
Evet, kesinlikle emindi. Buraya daha önce gelmiş olsaydı kesin hatırlardı.
Arkasına dönüp ormana baktı dikkatlice. Orman; dibinde uyandığına benzer dev
meşe ağaçlarından oluşuyordu.
Tedirginlik duysa da ormana
girmeye karar verdi. Biraz ilerleyip etrafa göz atacak, acıkmaya başlayan karnı
için de yiyecek bir şeyler araştıracaktı. Ormanın içlerine girip, dalga
seslerinden uzaklaştıkça içini bir huzur kapladı. Ayağı çıplak olduğu için
dikkatli ve yavaş yürüyordu.
Kendiliğinden kırılmış dal
parçalarına dikkat ederek; ayaklarının altında halı gibi serilmiş kuru
yapraklara basarak yürümeye devam etti. Bir yandan yiyecek bir şeyler
bakınıyor, bir yandan bir medeniyet izi araştırıyor, diğer yandan da buraya
nasıl geldiğini düşünüp duruyordu. Birdenbire önüne çıkan dereyi görünce
sevindi. “Belki balık vardır.”
Hiç düşünmeden üzerindekileri
çıkarıp dereye girdi. Buz gibi suda fazla duramayacaktı. Bir iki yudum içip
suyun tadına baktı. Evet, içilebilirdi.
Suyun içinde fazla oyalanamadı.
Çıkardığı elbiselerini eline alıp derenin karşı kıyısına geçti. Ormanın
içlerine olan yürüyüşünü biraz daha devam ettirdi. Gittikçe sıklaşan orman
artık yürümesini zorlaştırdığında geri döndü. Kafasındaki sorular olduğu gibi
duruyordu, fakat zihinsel baskı hafiflemişti. İçinde bulunduğu ortamdan keyif
bile almaya başlamıştı. Hanidir böyle bir tatil arzu ediyordu. Etrafındaki
herkesten uzak, medeniyetin uğramadığı bir yerde doğa ile baş başa bir tatil.
Ofisteki toplantılarda sıklıkla ruhen ortamdan ayrılıp; hayalinde kendini deniz
ve ormanın kucağına attığı anları hatırladı.
Tekrar dereye ulaştığında suyun
aktığı yöne doğru ilerlemeye başladı. Uyandığı noktaya geri dönmenin bir anlamı
yoktu. Ne bir eşyası, ne de koruması gereken bir statüsü vardı. Birden kendini
çok özgür hissetti. “İşte bu!” dedi. “İşte bu, özgürlük bu!”
Açlığı iyiden iyiye kendini
hissettiriyordu. Nasıl buraya geldiğini kendine sormaktan vazgeçti. Büyünün
bozulmasından korkarak ilerlemeye devam etti. Dev ağaçların altında sağa sola
hayranlıkla bakarak devam etti.
Ağaçların seyrelmesiyle
çimenlerden oluşan devasa bir açıklığa ulaştı. Akış yönünde ilerlediği dere
açıklığın ortasından akmaya devam ediyordu. Görüş mesafesinde bir hayli
uzaklarda tekrar başlayan orman dışında ağaç görünmüyordu. Derenin on on beş
metre yanında, topraktan sağlı sollu fışkırmış küçük çalılar dikkatini çekti.
Sonunda yiyecek bir şeyler bulabilmişti. Büyük bir açlıkla çalıların
kenarından, dikenlerin batmamasına dikkat ederek böğürtlen toplayıp yedi.
Yedikleri mayhoş bir etki yapmaya başlayınca doğal çimin üzerine uzanıverdi.
Ellerini kafasının altına alarak yastık yaptı ve kendini bıraktı. Gülümsediğini
hissetti. Güneş bütün ışığını sadece ona yolluyordu.
Güneşin ışığını kesen bir gölge
tam karşısına yerleşti. “Tebrikler!” dedi gölge. Aceleyle toparlandı. Elini
kafasına siper edip gölgenin gerçek bedenini görmeye çalıştı. (“Bir yerlerden
hatırlıyorum bu sesi.”) Simsiyah bir hayal güneşin önünde oynaşıyordu. Gölgenin
bir bedene sahip olmadığını anlaması uzun sürmedi. Ayağa kalkıp geri geri
yürüdü.
“Kendinden böyle korkman komik
oldu.” dedi gölge. Hiçbir şey anlamıyordu. “Uzak dur benden!” diyebildi. Sesi
titriyordu. Çevresine bakındı; (“Elimde bir sopa olsaydı”) diye düşünürken.
“Ben senim.” dedi gölge. “Sonunda
kavuştuk. Gerçeğe ulaştığın için tebrik ederim.”
Tedbiri elden bırakmadan yaklaştı
gölgeye. “Korkma!” dedi gölge yine. “Kendini bildiğin devirlerden beri içinde
seni yönlendiren ses benim.”
“Anlamadım.” dedi çevresine
bakınarak. Hâlâ kendini koruma derdindeydi.
“Aslında anladın.” dedi gölge.
“Yanlış yapacağın zaman itiraz eden sesinim. Seni korumak benim görevimdi.
Küçük yaşlarında sözümü dikkate alırdın. Yıllar geçtikçe büyüdün. Beni dinlemedin.
Bedeninin isteklerine daha çok kulak verdin. İçinde gökteki yıldızlar gibi
yapayalnız kaldım. Beni dinlemeyi bırakmasaydın gerçeğe daha çabuk
kavuşabilecektin. Hayat adını verdiğin uykudan daha önce uyanacaktın. Geciktin
ama yine de geldin.”
“Nereye geldim?” diye sordu
heyecanla. “Neresi burası?”
“Burası senin gerçek yaşamın.
Doğduğundan beri bu ağacın dibinde uyuyordun. Arkadaşların, işlerin,
ihtiyaçların; hepsi bir rüyaydı. Senin kendinden başka kimseye ihtiyacın yoktu.
Bunu anladın ve uyandın.”
Rahatladığını hissediyordu.
Çırılçıplak olduğunu o an anladı. “İşte şimdi yaşamaya başlayabilirsin.” dedi
gölge. “Özgürsün ve bütün dünya senin.”
“Burada ne yapacağım böyle tek
başıma?” diye sordu eliyle arkasındaki manzarayı gösterdi. “Ne istiyorsan.” dedi
gölge. “Unutma, kimseye ihtiyacın yok.” Biraz bekledikten sonra devam etti;
“Tanıdığın, tanımadığın bütün insanları, hayvanları uyurken sen yarattın
zihninde. Şimdi bunu yapman çok daha kolay. Düşün ve olsun.”
Saçma gelse de denemeye karar
verdi. Gözlerini kapatıp düşündü. Gözlerini açtığında gölgenin yerinde yeller
esiyordu. Çevresine bakındı. Hâlâ aynı yerdeydi. Kendi kendine gülümsedi.
Omzuna dokunan bir el korkuyla irkilmesine sebep oldu.
“Merhaba.” dedi bir kadın sesi.
“Beni istedin, geldim.”
Bir çok şeyi kendi zihnimizde yaratıp kuruyor ve onu hissediyoruz. bırakmak gerekir ama yapabiliyor muyuz? Hayır. Zihnimiz aynen de öyle gerçek yaşamımız. Yüreğinize sağlık
YanıtlaSil