28 Ocak 2018 Pazar

Saldırganlık ve Şiddet Doğuştan mı Gelir? / Evren Hoşrik




Psikolojide, henüz yaşına girmemiş bebeklerle yapılan yeni araştırmalar, bize iyiliğin ve kötülüğün temelleri hakkında çok önemli bilgiler vermektedir. Yale Üniversitesi’nde yapılan ve bir kısmı 2007 yılında dünyanın en saygın bilim dergilerinden biri olan Nature’de yayımlanan araştırmaların en önemli sonucu, “iyi” ve “kötü” davranışların doğduğumuzda bizimle birlikte var olduğuydu. Araştırmacılar yaptıkları bir dizi deneyde, bir bebeğin doğduğu andan itibaren içgüdüsel olarak fedakâr, paylaşımcı ve adil olduğu kadar önyargıya, ayrımcılığa ve bağnazlığa da sahip olduğunu gözler önüne serdiler. Yine bebeklerin, kendileri gibi olmayan, kendilerine benzer tercihlerde bulunmayan diğer bebekleri cezalandırma eğiliminde olduğunu açıkça ortaya koydular.

 

Yapılan çalışmada bebekler ilk olarak, ağzı kapalı bir plastik kutunun içindeki oyuncağa ulaşmaya çalışan bir kuklanın (kukla-1) çabalarını izlediler. Hemen ardından, yanda duran diğer bir kuklanın (kukla-2) gelip, oyuncak kutusunun kapağını açmasına yardım ettiğini gördüler. Az sonra aynı kukla (kukla-1), aynı çabayla yine oyuncak kutusunu açmaya çalışırken üçüncü bir kukla (kukla-3) kutunun üzerine oturarak, diğer kuklanın (kukla-1) oyuncaklara ulaşmasını tamamen engelledi. Basitçe ifade edersek, oyuncak kutusunu açmaya çabalayan kukla-1’e, kukla-2 yardım ederken kukla-3 engel oldu. Daha sonra bebeklere doğru aynı anda ve eşit mesafeden hem yardımsever kukla-2, hem de engelleyici kukla-3 yaklaştırıldığında, henüz beş aylık bebeklerin bile yaklaşık %80’inin yardımsever kukla-2’yi eline almak istediği gözlendi. Üç aylık bebeklerin ise elleriyle uzanamasalar bile gözleriyle yardımsever kukla-2’ye daha uzun süre odaklandığı görüldü.

 

Araştırmacıların bu çalışması bize, “iyi” ya da “kötü” davranışları ayırt edebilme becerisiyle ve aynı zamanda, aslında iyiye yönelen faydalı bireyler olma içgüdüsü ile doğduğumuzu ortaya koymaktadır.

 

Araştırmacıların, yine bebeklere kukla gösterileri izlettikleri biraz daha karmaşıklaştırılan bir diğer çalışmada, bir kukla (kukla-a) oyun oynamak amacıyla diğerine (kukla-b) oyuncak topu atıyor, topu alan kukla (kukla-b) ise topu alıp kaçıyordu. Daha sonraki sahnede, oyuncak topu alıp kaçan kukla (kukla-b), bu sefer oyuncak kutusunu açmaya çabalıyordu. Sahneye yeni gelen bir kukla (kukla-c), oyuncak topu alıp kaçan kuklaya (kukla-b) kutuyu açması için yardım ediyor, bir başka kukla (kukla-d) ise onun kutuyu açmasını engelliyordu. Az sonra, bir önceki çalışmadaki gibi, hem yardımsever kukla-c, hem de engelleyici kukla-d yine aynı anda ve aynı mesafeden bebeklere doğru yaklaştırıldı. Sizce bebek hangi kuklayı seçti? İlginç bir biçimde bebeklerin %80’inden fazlasının engelleyici kukla-d’ye yöneldiği görüldü. Yani bebekler, oyuncak topu alıp kaçan kukla-b’ye yardım eden kukla-c’den hoşlanmıyor, aksine onu engelleyen kukla-d’nin davranışını onaylayarak topu alıp kaçan kukla-b’nin cezalandırılmasını istiyorlardı. Böylece doğumun henüz ilk yılı içerisindeki bebekler içgüdüsel olarak, kısasa kısas davranışını onaylamaktaydılar.

 

Yapılan tüm bu çalışmalar bize, üzerine konuşacağımız ceza konusu bağlamında ele aldığımızda, doğarken içimizde iyilikle dolu olduğumuz kadar, eğitilmesi ve şekillendirilmesi gereken, aslında işlevsel olmayan ve geleneksek cezaya onay verme gibi olumsuz yönlerimiz de olduğunu göstermektedir. Bu nedenle, doğuştan gelen olumsuz yönlerimizi öncelikle pekiştirmekten kaçınıp daha sonra durdurmak için ebeveyn ya da eğitimcilerin müdahalesinin gerekli olduğu anlaşılmaktadır.

 

Araştırmacılar, dünyaya gözlerimizi açtığımızda içimizde var olan iyilik ve kötülük yapma potansiyellerinin yaşla ve eğitimle nasıl değiştirilebileceğini görmek için de çalışıyorlar ve yine oldukça ilginç bulgulara ulaşıyorlar.

 

Ardı ardına yapılan çalışmalarda; sekiz yaşından küçük çocukların, diğer çocuklarla paylaşım konusunda bencil davrandıkları, sekiz yaşlarındayken eşitliği seçtikleri, dokuz ve on yaşlarındaysa ilginç bir biçimde, paylaşım konusunda diğer çocuklara kendilerinden daha cömert davrandıkları (toplumsal onay alarak ödüllendirilme ve takdir görme ihtiyacı nedeni ile) görülüyor. Bebeklik döneminden sonraki gelişim döneminde bulunan çocuklar üzerinde yapılan bu çalışmalar bize, çocukların davranışlarının eğitimle nasıl şekillenebileceğini; önyargı, bağnazlık, bencillik ve bunların bir sonucu olarak ortaya çıkan başkalarını cezalandırma dürtüsü gibi olumsuz davranışların yine eğitimle değişebileceğini, bunların bir “kader” ya da kalıcı kişilik özellikleri olmadığını gösteriyor.

 

Aktardığım bu çalışmalar; araştırma koşulları, iyilik ve kötülüğün tanımları, bebeklerin kuklaları seçme ölçütlerin-de pek çok etkenin rol oynama olasılığının bulunması gibi nedenlerle tartışmaya açıktır. Buna rağmen, eksiklikleri göz ardı edip söz konusu hâliyle yorumladığımızda anlaşılan o ki bir insan, hem “sevgi” ve “iyilik” hem de muhtemelen doğaya ve toplum koşullarına uyum sağlayıp hayatta kala-bilmek için “şiddet” ve “saldırganlık” içgüdüleriyle birlikte doğuyor. Daha sonra ise zihninde şekillenmeyi bekleyen bu içgüdüler, çocuğun hem anne babasına hem de okuldan aldığı eğitime ve çevresinde kendine model olan diğer bireyle-re bağlı olarak; paylaşımcı, bencil, önyargılı, hoşgörülü gibi nispeten kalıcı birer kişilik özelliğine dönüşüyor. Böylece bir çocuk yetiştirilirken, olumlu davranışları pekiştiriliyorsa “iyilik” yapmaya, olumsuz davranışları pekiştiriliyorsa “kötülük” yapmaya eğilimli olabiliyor. Tıpkı yaşlı bilge adamın hikâyesindeki gibi:

 

Yaşlı adam kulübesinin hemen önünde sevimli torunuyla oturmuş, az ileride birbirleriyle boğuşup duran, siyah ve beyaz iki köpeği izliyordu. Kendini bildi bileli, bu iki köpeğin kavgasına şahit olan ve şimdi delikanlılığın eşiğindeki torunu, bir gün dayanamayarak dedesine sordu:

 

“Bu kulübe için bir bekçi köpeği yeterli olduğu hâlde, neden iki köpeğimiz var dede?”

 

Yaşlı adam tebessüm ederek torununun saçlarını okşadı ve konuşmaya başladı.

 

“Onlar bir simge evlat!” Çocuk hemen araya girdi. “Neyin simgesi?”

 

“İyilik ve kötülüğün. Onlar bizim içimizde sürekli boğuşup durur. Tıpkı bu iki köpek gibi. Ve ben onları gördükçe hep bunu düşünürüm. Bu yüzden onları yanımdan ayırmıyorum.”

 

“Peki, hangisi kazanır bu kavgayı?”

 

Yüzünde yaşadığı yıl sayısından çok daha fazla çizgi taşıyan yaşlı adam, gülümsüyordu torununa bakarken;

 

 

 

"Ben hangisini daha iyi beslersem o!”

 

 

Psikolog Dr. M. Evren HOŞRİK

Sola Yayınları "Matematiğim Pekiyi Ama Kendimi Toplayamıyorum" adlı kitabından.

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder