Psikolojide, henüz yaşına girmemiş bebeklerle yapılan
yeni araştırmalar, bize iyiliğin ve kötülüğün temelleri hakkında çok önemli
bilgiler vermektedir. Yale Üniversitesi’nde yapılan ve bir kısmı 2007 yılında
dünyanın en saygın bilim dergilerinden biri olan Nature’de yayımlanan
araştırmaların en önemli sonucu, “iyi” ve “kötü” davranışların doğduğumuzda
bizimle birlikte var olduğuydu. Araştırmacılar yaptıkları bir dizi deneyde, bir
bebeğin doğduğu andan itibaren içgüdüsel olarak fedakâr, paylaşımcı ve adil olduğu
kadar önyargıya, ayrımcılığa ve bağnazlığa da sahip olduğunu gözler önüne
serdiler. Yine bebeklerin, kendileri gibi olmayan, kendilerine benzer
tercihlerde bulunmayan diğer bebekleri cezalandırma eğiliminde olduğunu açıkça
ortaya koydular.
Yapılan çalışmada bebekler ilk olarak, ağzı kapalı bir
plastik kutunun içindeki oyuncağa ulaşmaya çalışan bir kuklanın (kukla-1)
çabalarını izlediler. Hemen ardından, yanda duran diğer bir kuklanın (kukla-2)
gelip, oyuncak kutusunun kapağını açmasına yardım ettiğini gördüler. Az sonra
aynı kukla (kukla-1), aynı çabayla yine oyuncak kutusunu açmaya çalışırken
üçüncü bir kukla (kukla-3) kutunun üzerine oturarak, diğer kuklanın (kukla-1)
oyuncaklara ulaşmasını tamamen engelledi. Basitçe ifade edersek, oyuncak
kutusunu açmaya çabalayan kukla-1’e, kukla-2 yardım ederken kukla-3 engel oldu.
Daha sonra bebeklere doğru aynı anda ve eşit mesafeden hem yardımsever kukla-2,
hem de engelleyici kukla-3 yaklaştırıldığında, henüz beş aylık bebeklerin bile
yaklaşık %80’inin yardımsever kukla-2’yi eline almak istediği gözlendi. Üç
aylık bebeklerin ise elleriyle uzanamasalar bile gözleriyle yardımsever
kukla-2’ye daha uzun süre odaklandığı görüldü.
Araştırmacıların bu çalışması bize, “iyi” ya da “kötü”
davranışları ayırt edebilme becerisiyle ve aynı zamanda, aslında iyiye yönelen
faydalı bireyler olma içgüdüsü ile doğduğumuzu ortaya koymaktadır.
Araştırmacıların, yine bebeklere kukla gösterileri
izlettikleri biraz daha karmaşıklaştırılan bir diğer çalışmada, bir kukla
(kukla-a) oyun oynamak amacıyla diğerine (kukla-b) oyuncak topu atıyor, topu
alan kukla (kukla-b) ise topu alıp kaçıyordu. Daha sonraki sahnede, oyuncak
topu alıp kaçan kukla (kukla-b), bu sefer oyuncak kutusunu açmaya çabalıyordu.
Sahneye yeni gelen bir kukla (kukla-c), oyuncak topu alıp kaçan kuklaya
(kukla-b) kutuyu açması için yardım ediyor, bir başka kukla (kukla-d) ise onun
kutuyu açmasını engelliyordu. Az sonra, bir önceki çalışmadaki gibi, hem
yardımsever kukla-c, hem de engelleyici kukla-d yine aynı anda ve aynı mesafeden
bebeklere doğru yaklaştırıldı. Sizce bebek hangi kuklayı seçti? İlginç bir
biçimde bebeklerin %80’inden fazlasının engelleyici kukla-d’ye yöneldiği
görüldü. Yani bebekler, oyuncak topu alıp kaçan kukla-b’ye yardım eden
kukla-c’den hoşlanmıyor, aksine onu engelleyen kukla-d’nin davranışını
onaylayarak topu alıp kaçan kukla-b’nin cezalandırılmasını istiyorlardı.
Böylece doğumun henüz ilk yılı içerisindeki bebekler içgüdüsel olarak, kısasa
kısas davranışını onaylamaktaydılar.
Yapılan tüm bu çalışmalar bize, üzerine konuşacağımız
ceza konusu bağlamında ele aldığımızda, doğarken içimizde iyilikle dolu
olduğumuz kadar, eğitilmesi ve şekillendirilmesi gereken, aslında işlevsel
olmayan ve geleneksek cezaya onay verme gibi olumsuz yönlerimiz de olduğunu göstermektedir.
Bu nedenle, doğuştan gelen olumsuz yönlerimizi öncelikle pekiştirmekten kaçınıp
daha sonra durdurmak için ebeveyn ya da eğitimcilerin müdahalesinin gerekli
olduğu anlaşılmaktadır.
Araştırmacılar, dünyaya gözlerimizi açtığımızda
içimizde var olan iyilik ve kötülük yapma potansiyellerinin yaşla ve eğitimle
nasıl değiştirilebileceğini görmek için de çalışıyorlar ve yine oldukça ilginç
bulgulara ulaşıyorlar.
Ardı ardına yapılan çalışmalarda; sekiz yaşından küçük
çocukların, diğer çocuklarla paylaşım konusunda bencil davrandıkları, sekiz
yaşlarındayken eşitliği seçtikleri, dokuz ve on yaşlarındaysa ilginç bir
biçimde, paylaşım konusunda diğer çocuklara kendilerinden daha cömert
davrandıkları (toplumsal onay alarak ödüllendirilme ve takdir görme ihtiyacı
nedeni ile) görülüyor. Bebeklik döneminden sonraki gelişim döneminde bulunan
çocuklar üzerinde yapılan bu çalışmalar bize, çocukların davranışlarının
eğitimle nasıl şekillenebileceğini; önyargı, bağnazlık, bencillik ve bunların
bir sonucu olarak ortaya çıkan başkalarını cezalandırma dürtüsü gibi olumsuz
davranışların yine eğitimle değişebileceğini, bunların bir “kader” ya da kalıcı
kişilik özellikleri olmadığını gösteriyor.
Aktardığım bu çalışmalar; araştırma koşulları, iyilik
ve kötülüğün tanımları, bebeklerin kuklaları seçme ölçütlerin-de pek çok
etkenin rol oynama olasılığının bulunması gibi nedenlerle tartışmaya açıktır.
Buna rağmen, eksiklikleri göz ardı edip söz konusu hâliyle yorumladığımızda
anlaşılan o ki bir insan, hem “sevgi” ve “iyilik” hem de muhtemelen doğaya ve
toplum koşullarına uyum sağlayıp hayatta kala-bilmek için “şiddet” ve
“saldırganlık” içgüdüleriyle birlikte doğuyor. Daha sonra ise zihninde
şekillenmeyi bekleyen bu içgüdüler, çocuğun hem anne babasına hem de okuldan aldığı
eğitime ve çevresinde kendine model olan diğer bireyle-re bağlı olarak;
paylaşımcı, bencil, önyargılı, hoşgörülü gibi nispeten kalıcı birer kişilik
özelliğine dönüşüyor. Böylece bir çocuk yetiştirilirken, olumlu davranışları
pekiştiriliyorsa “iyilik” yapmaya, olumsuz davranışları pekiştiriliyorsa “kötülük”
yapmaya eğilimli olabiliyor. Tıpkı yaşlı bilge adamın hikâyesindeki gibi:
Yaşlı adam kulübesinin hemen önünde sevimli torunuyla
oturmuş, az ileride birbirleriyle boğuşup duran, siyah ve beyaz iki köpeği
izliyordu. Kendini bildi bileli, bu iki köpeğin kavgasına şahit olan ve şimdi
delikanlılığın eşiğindeki torunu, bir gün dayanamayarak dedesine sordu:
“Bu kulübe için bir bekçi köpeği yeterli olduğu hâlde,
neden iki köpeğimiz var dede?”
Yaşlı adam tebessüm ederek torununun saçlarını okşadı
ve konuşmaya başladı.
“Onlar bir simge evlat!” Çocuk hemen araya girdi.
“Neyin simgesi?”
“İyilik ve kötülüğün. Onlar bizim içimizde sürekli
boğuşup durur. Tıpkı bu iki köpek gibi. Ve ben onları gördükçe hep bunu
düşünürüm. Bu yüzden onları yanımdan ayırmıyorum.”
“Peki, hangisi kazanır bu kavgayı?”
Yüzünde yaşadığı yıl sayısından çok daha fazla çizgi
taşıyan yaşlı adam, gülümsüyordu torununa bakarken;
"Ben hangisini daha iyi beslersem o!”
Psikolog Dr. M. Evren HOŞRİK
Sola Yayınları "Matematiğim Pekiyi
Ama Kendimi Toplayamıyorum" adlı kitabından.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder