Gözlerini açtığında nerede
olduğunu anlayamadı. Bulunduğu yeri aydınlatan kudretli ışığı bedeninin
tamamında hissetti. Işığın neden gözlerini almadığını düşündü. “Demek uyandın
Urik.” dedi çok eskilerde bir tarihte kalmış gibi tanıdık gelen ses. Sesin sahibine
doğru döndü. Tanıyor olabileceğine dair inancı kuvvetlendi. İçindeki kuvvetli
hisse karşın içinde bir yerlerde bu kişiyi tanımadığını biliyordu. Karşısındaki
kişinin, bir kişiden daha çok bir kişi fikri olduğunu idrak ettiği anda ona
seslenme biçimini hatırladı. “Urik mi?” diye sordu merakla.
“Uyandın ama henüz
hatırlamıyorsun?” diye yanıtladı onu daha çok bir Gölgeye benzeyen kişi fikri. Gölgenin
gülümsediğini görebiliyordu ama belli bir yüze sahip değildi. Şimdiye kadar
tanıdığı herkesten bir parça vardı Gölgenin yüzünde. Filmlerini seyrettiği
yıldızlar, arkadaşları, ebeveynleri, sevgilileri teker teker geçti gözünün
önünden. Gölgenin yüzü oldular bir bir ve sonra silinip gittiler. Tarihi geçmiş
arkadaşlıklar gibi kayboldular. En sonunda yine bir Gölgeye dönüştü
karşısındaki yüz. “Senin buradaki adın buydu.” dedi sakince. Gölgenin elinin
başında hissetti birdenbire. “Hatırla!” diye gürledi Gölge. “Hatırla. Gizli
ismi kulağına fısıldadığımız günü hatırla. Senin anlaşmayı bozduğun günü
hatırla.”
Her şey bir anda çözüldü. Gözünün
önüne takip edilemez bir hızda gelen görüntülerin hepsini anladı, hatırladı.
Milyonlarca yaşamından kesitler sunuldu gözlerinin önüne. Yaptığı sözleşmeler,
verdiği sözler, çıkmayı beceremediği basamaklar. Karanlıkta üzerine doğru gelen
ışık görebildiği son görüntüydü.
“Sen!” dedi Gölge. “Bir kez daha
yenildin. Savaşı kaybettin. Sana verdiğimiz son şansı kullanmamak için elinden
geleni yaptın.”
Cevap vermek istemedi Urik.
Haklıydı Gölge ve aklından geçenleri okuyabildiğini biliyordu. Başka şeyler
düşünmeye çalıştı, beceremedi. Üzerine doğru hızla gelen ışığın hatırası
gözünün önünden gitmiyordu.
Yağan yağmura aldırmadan
dizlerinin önüne çökmüştü. Gökyüzüne kaldırmıştı kafasını. Çaresiz gözlerle
göremediği bir şeyleri görmeye çalışmıştı. Gözyaşlarının yağmur damlalarına
nasıl karışıp yanağından dudaklarına aktığını hatırladı. “Yeter artık!” diye
bağırmıştı. Diline nereden yerleştiğini bilmediği bir ismi fısıldamıştı hemen
ardından. Kendi kulaklarının bile duyamadığı çağrısı hiç beklemeksizin yanıt
bulmuştu. Caddenin ortasında dizlerinin üzerine çökmüşken üzerine gelen bir
kamyonun altında kalıvermişti.
“Sana en çaresiz anında söylemen
için verdiğimiz gizli ismi gereğinden çok önce kullandın.” diye hatırlattı Gölge
bir kez daha. “Şimdi anlıyorum.” dedi Urik. Sesindeki utancı gizleme gereği
duymadan. “Geri gönderin beni, telafi edeyim.” Son anda gelmişti aklına bu
çare. Fakat Gölge başını olumsuz anlamda salladı. “Biliyorsun, kurallar.” dedi
sertçe. “Ama yarım kaldı, tamamlayamadım hayatımı.” diye ısrar etti Urik. Gölge
elini omuzunun olması gerektiği yere koydu. Ona acıdığını düşündü Urik fakat
sesinde acımanın zerresi yoktu. “Zaman çok ilerledi. Seni çekip aldığımız
sırada dünyada seninle nefes alan kimse kalmadı.”
“Ne olacak peki?” diye inledi
Urik. Gölgenin etrafında süzüldüğünü hissetti. Ona asır kadar uzun gelen bir
süre sonunda konuştu Gölge; “Hükmün kesilecek. Artık bildiğin şeyleri sormaktan
vazgeç Urik. En başından başlayacaksın her şeye. En temelden. Senin yüzünden
zamanı uzattık. Gelmiş geçmiş bütün yaşamlara karşı borçlusun artık.”
Urik içinin ezildiğini düşündü.
Söküp atamadığı bir hüzün yerleşti göğsünün ortasına. Gittikçe ağırlaştı hüzün,
hareketsiz bıraktı. Felçli gibi kıpırdayamaz hale gelene dek büyüdü ve sonunda
patladı. İnleyerek “Ama bu çok ağır.”
dedi.
“Sen biraz daha dayansaydın;
üstüne aldıklarını tamamlamayı başarabilseydin eğer; dünyanın çok az zamanı kalmıştı. Ama şimdi…
Şimdi senin yüzünden zaman uzatıldı. “ Söylediklerinin etkisini artırmak ister
gibi bir ara verdi Gölge; “En baştan başlayacaksın.” dedi bir kez daha.
Kabullenmiş gibi görünmeye karar
verdi Urik. En azından bir süre sonra kendiliğinden kabullenmesine yol açardı
bu tutum. Kendisini, sadece kendisini kandırabileceğini biliyordu. Bulundukları
odaya doluşan birbirinden farklı ve bir o kadar aynı Gölgeyi tek tek inceledi.
Hepsini tanıyordu. Bu sefer emindi tanıdığından. Çünkü sözleşmeleri
hatırlamıştı. Onlardan istediklerini, vermeyi taahhüt ettiklerini. Utançla eğdi
başını. En başından beri yanında olan Gölge konuştu;
“Yargı Urik’in itirafıyla
tamamlanacak. Bu odadaki herkes sebepleri ve sonuçları biliyor. Urik’in itirafı
hükmün tamamlanması için gerekli.”
Bedenli olsa ağlayacağını düşündü
Urik. Cevap vermek istemedi ama Gölge’nin ona dokunmayan elleri boynunun olması
gereken yere yaptığı baskı fikrini değiştirdi. “Tamam.” dedi kısık bir sesle.
“Tamam anlatacağım. Bütün kapılar kapalıydı. Biliyorsunuz. Beni çevreleyenler
vardı. Aranızdan kimse bana yardım etmedi. Kapalı kapılarla donatılmış dört duvarın
arasında kalakaldım.” Gölgeye döndü hiddetle “Ve sen. Beni şimdi yaptığım ve
yapmadıklarım için yargılamaya kalkan. Sen neredeydin? Neden şimdi olduğu gibi
o eşsiz kendine güveninle yanıma gelip bana sabretmemi fısıldamadın?”
Sözlerini tamamlamaya kalmadan
gözünün önüne gelen görüntü donup kalmasına neden oldu. “Yanındaydım.” dedi Gölge.
“Hem de doğduğun andan itibaren. Ama senin bir an için bile olsun beni fark
edecek kadar gevşemediğini, ne yaparsam yapayım anlamadığını…”
“Tamam.” diye bağırdı Urik daha
fazlasına gerek yok. “Suçluyum. Zamanından önce vazgeçtim yaşamaktan. Kesin
hükmümü. Dayanamayacağım.”
Gölge odayı dolduran diğerlerine
baktı. “Söylenmesi gerekenlerin tamamı söylenmedi. Ama hepsi biliniyor.
Aranızdan onu affetmeyen var mı?”
“Var.” dedi ince bir ses. Küçük
bir kızın gölgesini gördü Urik. “Asume.” diye inledi ama itiraz eden gölgenin
konuşmasını engelleyemedi. “Beni görmedi. Onun önüne geçtim. Ağladım. Anlasın
diye ağladım. Ama beni tersledi. İşi olduğunu söyleyip tersledi. Ben sadece o
istediği için son bir kez gitmiştim oraya. Ama şimdi onun yüzünden bir kez daha
gitmek zorunda olmayı kabullenemiyorum. Ben affetmiyorum. Kimse affetmesin. Tek
başına gitsin o cehenneme. O tamamlaması gereken ömrü tek başına geçirsin.”
Asume’yi onaylayan mırıltılar
doluştu odaya. Gölge keyiflenmişti. “Öyleyse hüküm verildi.” dedi o ana kadar
hiç olmadığı kadar sakin bir sesle. “Dünyanın sonunu tek başına
karşılayacaksın. Ne destek alacağın bir omuz, ne de yanında ferahlayacağın bir
yol göstericin olacak. O koca düzlükte bir ömrü tek başına tamamlayacaksın.”
Gölgenin sözleri biter bitmez
karardı göz alıcı ışık. Karanlığın içinde kaydığını hissetti Urik. Başını her
taraftan sıkıştıran dar bir tünelden yukarı doğru itiliyordu. Ellerini
kıpırdatmak istedi beceremedi. İradesi dışında itiliyordu. Kendini bıraktı onu
iten gücün ellerine. Küçük bir ışık demeti belirdi önce. Yavaş yavaş. Dışarıdan
gelen bir çığlık duydu. “Tek başıma olacaktım.” diye düşündü. “Belki de fikir
değiştirmişlerdir.” Bin yılın sonunda kendisini sıkıştıran duvarlardan tamamen
kurtuldu. Etrafına baktı. Kan süzülen bacakları gördü önce. Doğrulmak istedi
beceremedi. Bedeninin onu sıktığını fark etti ilk olarak. Kafasını kaldırıp
bacakların ötesini görmeyi denerken pürüzlü bir el tarafından yukarı kaldırıldı.
Tanımlayamadığı siyah renkli, kaba tüylü bir canavarın elindeydi. Canavarın
burnunu yaklaştırıp koklamasına izin verdi. Aynı anda kan içindeki bacakların
ötesini görebildi. Cansız yatan bedeni. “İşte başladı.” diye düşündü kendi
kendine. Sesinin düşüncelerini kelimelere dönüştüremeyeceğinin bilinciyle
inledi canavarın pütürlü ellerinde.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder