Kim bilir kaçıncı sabah bu;
ezanla birlikte karşıladığım. Uyumak sağlıklı insan işi. Ruhu yerinde duranlara
özgü bir kabiliyet. Geceymiş, gün doğmuş, akşam olmuş umurunda olmayanların
uyumaması da normal bir yerde. Günler günleri kovalarken büyük bir
kayıtsızlıkla izliyorum oturduğum yerden düşen takvim yapraklarını. Dudağımın
ucunu kıvırarak gülümsüyorum artık; gerçekleşmeyen hayallerimi hatırladıkça.
Tamam, ben beceremedim, ama yine de naif hayallerim vardı be. Öyle yükseklerde
değildi gözüm. Belki de olmalıydı, bilemiyorum. Üzerime giyecek bir kuantum
gerzekliği bulamadığım için hala bir kalıba sokamadım hayatı.
Gözümün önünden geçip gidiyor her
şey. Sanki kendim o yılları hasarsız atlatmışım gibi; uzun zamandır görmediğim
birine rastlayınca “Çok yaşlanmış be!” diye geçiriyorum içimden. Yemekle
birlikte pişmediğim için çiğ kalan tuza döndüm. İtiraz hakkım olmadan rastgele
bir yemeğe serpildiğim için de geri toplanamıyorum. Beyaz taneler olarak
seçiliyorum uzaktan. Nasıl göründüğümün farkında bile değilim.
Rüyamda bile düşünüyorum.
Uyumsuzluğuma kılıflar uyduruyorum. Rüyalarımda gittiğim yerlere isimler
takıyorum. Gerçekten gitmişim gibi hatırlıyorum sokakları, yolları. Sorana
adres bile tarif ediyorum hiç gitmediğim, görmediğim yerlerde.
Doktorlar henüz sigarayı
yasaklamadı bana. Yakındır; ucunu ateşlememi engelleyecekleri günler. Herkesten
gizli içiyorum alkolü de. Gerçi evimin önünden geçenlerin haberi var,
görüyorlar. Birçoğu komşu sayılır. Kırk yıldır oturduğum semtin artık görmekten
yüzlerini eskittiğim sakinleri. Ama ya resmen tanışmadığımız için ya da
önemsemedikleri için görmezden geliyorlar küçük dünyamdaki kadeh yuvarlamalarını.
Aslında bütün problem de bu biliyor musun; ben görmezden gelinecek biri
değilim. Hiç birinizi görmezden gelmeyi beceremedim. Her birinizin her şeyini
bilmekten yorgun düştüm; hiç biriniz de “ya bu çocuk bizim yüzümüzden bu hale
geldi” diyemedi.
Doktorlar sorunun kaynağına
inmeyi beceremiyorlar. Ben doktor olmuş olsaydım her hastamın geçmişini izlemek
için bir sistem kurardım. Öyle kan tahlili, röntgen, tomografi ile uğraşmazdım.
“Neyiniz var?” diye de sormazdım. “Gel bakalım kardeş.” derdim ki; ben doktor
olsaydım herkese “Kardeş.” derdim sanıyorum. “Gel bakalım kardeş, daya çeneni
şuraya, içerideki kırmızı ışığa bak sadece.” derdim. O kırmızı ışığa bakarken
ben de ışığın arkasından keşfederdim kanayan yarasını. Şunu yeme, bunu içme de
demezdim. Ye kardeşim derdim, ama eskisi gibi yeme. Yediğini, içtiğini bari
görmezden gelme. Sanki ilk defa ağzında bir lokma yuvarlayacakmışsın gibi
şaşkınlıkla çiğne ne yiyeceksen. İçtiğin sıvıyı boğazından akarken hisset.
İnsanlığın yararına tek hareketim doktor olmayı aklımdan bile geçirmemektir.
Eğer zamanında doktor olmayı düşleseydim doktorluğu yasaklarlardı.
Şimdiye kadar ne hayal ettimse
olmadı. Kimi şanslı karşılaşmalar sonrasında hayatım değişmedi mesela.
Olabilecek bütün karşılaşmaları hayal ettim kafamın içinde. Düşündüm durdum
bütün olacakları. Elle tutulur bir şey düşündüğüm de yok. Gezsem diğer insanlar
gibi diye düşünüyorum. Her akşamım, hafta sonum başka bir yerde geçse. Eve
taksiyle gitsem, eve gitmeden bir hamburger yesem. Sigara alsam köşedeki
büfeden. Bir şeyler arayan kadına çekinmeden ne aradığını sorsam, o da bana
“Sigara.” dese. Ben de onunla birlikte arasam, ama bulamasak. Bu arayıştan
ötürü aramızda bir sıcaklık olsa. Kahve içmek için sözleşilse. Evde kahve
olmadığı için mecburen kendini kadının evine davet ettirmenin bir yolu bulunsa.
Çok eğlenilse kahveler içilirken, sonra birden ciddileşilse sigara dumanının
altına. Çatlamış dudaklar birbirini bulup ıslansa. Hayat dolsa bedenlere. Hep o
kadınla içilse kahveler, sigaralar, rakılar. Hiç sıkılmasa kimse kimseden. Biri
ölünce, diğeri de yokluğuna dayanamayıp hemen ölse. Aynı kefene sarılsa cansız
bedenler. Cenaze sahipleri bu isteğe hoşgörüyle yaklaşsa. Aynı çukura koysalar
kadınla adamı, ölünce de ayrılmasalar. Tarihte ismi bilinmeyen iki insanın hikâyesi
olarak anlatılsa hayatları. Başka işim olmadığından böyle şeyler kuruyorum, ama
gençlik zamanlarında sevdiğimiz kızlar bile ortalıkta yok. Ya soy isimleri
değişti ya da sırf ben onları hayal ettim diye tedavülden kaldırıldılar.
Uyumak için yatağa gireli iki
saat oldu. Kendimden geçtim, ama düşünmekten dinlenemedim. Düşüncelerim
bedenimi ele geçirdi. Her şeyi görüyor insanlar, her şeyin farkındalar.
Parmaklarının ucundaki ekran görüntüsünü kaydırır gibi kayıtsız bir şekilde
izliyorlar olan biteni. Bir sonraki sıkıntımı merak ederek geçiriyorlar
hayatlarını. Acaba bu sefer anlatacak mı diye birbirlerine soruyorlar. Bana
sormuyorlar. Nasıl sorulacağını bilmiyorlar. Kelimeleri özenle seçmeyi
beceremiyorlar. Patavatsız, kaba cümlelerle dünyama girmeye çalışıyorlar. En
azından bir kere gözlere bakılır. İnsanın ne hissettiği gözlerinden beli olur.
Gülse de acı çektiği, canının sıkkın olduğu insanın gözünden belli olur.
Bakmasını bilen görür. Bulutlara bakarak sorulmaz neyin var diye. Göğe bakma
durağı burası değil, yanlış gelmişsiniz, üzgünüm. Burada sizin sorularınıza
cevap verilmez.
Vaktiyle bu evde her gün çay
demlenirdi. Çünkü kalabalıktı, birlikte içilirdi. Sonra herkes gitti teker
teker. Çay yerine kahve içilir oldu evde. Yapması kolay diye, yapınca kalmıyor
diye. Bu çayın sevilmediği anlamına gelmiyor. Tek anlamı çayın yalnız
içilmediğidir. Bir çay içmeye bile gelmeyip “Onu neden öyle yaptın?” diye
sorulmasına dayanılmadığı için demlenmiyor bu evde çay. Akıl vermeye
kalkmayacaksın, hele benim yanımda kendi yokluğundan, yoksulluğundan
bahsetmeyeceksin.
İki buçuk saat sonra güneş
doğacak. Millet kalkıp işine gücüne gidecek. Ben anca rahatlamış olacağım ya da
yorgun düşeceğim, öğlene kadar uyuyacağım. Sonra yine evimin önünden geçenleri
izleyeceğim. Sigara aranacağım. Akşam olacak, bir sıkıntı basacak. Yalnızlık
de, ne yiyeceğim kaygısı de, sigarasızlık de. Ne istersen de. Ama bir şeyler
basacak bana. Yaşamaktan sıkılıp, yine düşünmeye başlayacağım. Uyumsuzluğuma
bir kılıf daha uyduracağım, böyle böyle çürüyüp gideceğim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder