Saint Sebastian'ın Ocak
Irmağında gün ilk kez Tanya için olağanın dışındaydı. Her sabah su verdiği ve
tüm seyahat boyunca yanından ayırmadığı çiçekleri bile uzun süre sonra doğan
güne gülümsemişlerdi. Sanki Tanya'yı hissediyorlardı.
Tanya tüm neşesi üzerinde şarkılar mırıldanarak ayna karşısında saçlarını yapmıştı. Daha sonra her sabah olduğu gibi saat 8.20 de bay ukalanın adaçayını hazırlamış Tualinin yanındaki deskin üzerine bıraktıktan sonra odayı terk etmişti.
Otelin 1746 nolu bu odası her zaman özel müşterilere ayrılırdı. Çünkü kurtarıcı İsa heykelini ve Rio de Jenerio'yu kuş bakışı gören bir manzarası vardı.
Tanya'nın öğlen yemeğine kadar serbest vakti vardı. O da otelin alt katında kendine verilen ve rutubet kokan odasında gezi anılarını küçük pembe not defterine yazıyor ve iyimser bir şekilde gelecek güzel günlerin hayalini kuruyordu.
Çok geçmeden bu hayal bulutu bay ukalanın öğle yemeği için sipariş ettiği somonlu ve avokadolu salatayı servis etmek üzere bozuluyordu.
Bay ukala tüm yemeklerini odasında yerdi. Otelin restoranını kullanmazdı. Bazı zamanlar üç , dört gün odasından çıkmadığı anları olurdu.
Ve servisi asla otel personeline bırakmaz, Tanya'nın bu işi üstlenmesini isterdi..
Tanya tüm neşesi üzerinde şarkılar mırıldanarak ayna karşısında saçlarını yapmıştı. Daha sonra her sabah olduğu gibi saat 8.20 de bay ukalanın adaçayını hazırlamış Tualinin yanındaki deskin üzerine bıraktıktan sonra odayı terk etmişti.
Otelin 1746 nolu bu odası her zaman özel müşterilere ayrılırdı. Çünkü kurtarıcı İsa heykelini ve Rio de Jenerio'yu kuş bakışı gören bir manzarası vardı.
Tanya'nın öğlen yemeğine kadar serbest vakti vardı. O da otelin alt katında kendine verilen ve rutubet kokan odasında gezi anılarını küçük pembe not defterine yazıyor ve iyimser bir şekilde gelecek güzel günlerin hayalini kuruyordu.
Çok geçmeden bu hayal bulutu bay ukalanın öğle yemeği için sipariş ettiği somonlu ve avokadolu salatayı servis etmek üzere bozuluyordu.
Bay ukala tüm yemeklerini odasında yerdi. Otelin restoranını kullanmazdı. Bazı zamanlar üç , dört gün odasından çıkmadığı anları olurdu.
Ve servisi asla otel personeline bırakmaz, Tanya'nın bu işi üstlenmesini isterdi..
Altı ay önce
Yunanistan’ın Santorini adasında butik bir pastane işleten ve günlük sıcak
turtalar pişiren Tanya’ın yaşamı bir sabah büyük bir değişim göstermişti. Bu
adaya Avrupa’nın her yerinden binlerce turist gelirdi. Hem ekonomik hem de
görülmeye değer bir yerdi. Tanya okuldan mezun olduktan sonra kız kardeşi
Natalia ile beraber bu adaya gelerek derme çatma bir ev satın almışlardı.
Aldıkları ahşap parçaları, kumaşlar, boyalar ile burayı minik bir cennete
çevirmişlerdi. Çok geçmeden küçük bir fırın, mikser ve ufak tefek mutfak malzemeleri de
satın alarak her gün adaya gelen tur gemilerine taze turta ve kahve satmaya
başlamışlardı. Yine olağan bir gündü, Tanya her sabah olduğu gibi saat yedide
turtaları fırına atmış ve bu kırk beş dakikalık zaman içinde de sabah kahvesini
alarak evin çatı katına çıkmıştı. Buradan denizin sonsuzluğuna bakıp hayaller
kuruyordu. Yanda ki otelin üçüncü katının terasında ki iri yapılı esmer adam
Tanya’nın dikkatini çekmişti. Adam bir ressam olmalıydı, nitekim denize bakarak
tuale bir şeyler çiziyordu. Yavaş, dikkatli ve narindi. Tanya gözlerini bu
ilginç adamdan alamamıştı. Boş ve sonsuz bir maviliğe bakarak insan ne
çizebilirdi ki? Tanya çocuksu bir merak içinde yandaki otelin çatısına
atlayarak geçmişti. Hem dizini yaralamış hem de eteğini parçalamıştı. Ne olursa
olsun bu garip adamın çizdiklerini görmek istiyordu. Tanya’da yağlı boya ve
karakalem üzerine bir süre eğitim almıştı ancak kardeşi Natalia’nın hastalığı
yüzünden bu eğitime ara vermiş ve bu adanın yolunu tutmuşlardı. Çünkü buranın
nemli havası ve volkanik yapısı Natalia için en uygun hava koşullarına sahipti.
Çok geçmeden Tanya adamın bulunduğu terasa en yakın yerde durarak onu izlemeye
devam etti. Tualde dalgaları köpüren bir denizin ortasından yükselen bir el
vardı. Güneşin denizin üzerine kusursuzca vurduğu, dalga seslerinin bu güzel
manzarayı bütünlediği böylesi güzel bir günde insan neden bir ironiyi
resmedebilirdi ki? Oysa aynı manzarayı Tanya çizseydi kesinlikle bir mutluluk
veya huzuru resmetmeyi denerdi. Bu adam ya çok yaralı ya da delinin teki diye
düşündü Tanya. Az sonra karşı çatıdan yükselen Natalia’nın sesi ile irkildi
birden, ‘’ Tanrı aşkına Tanya orada ne işin var, sanırım bugün turta yerine
misafirlere kömür ikram edeceğiz’’ . Gülümsedi Tanya. O gün bu ilginç adamın
çizdiği resmi aklından hiç çıkaramadı…
TANYA’NIN TUALİ
Ertesi sabah günün ilk ışıklarıyla beraber
Tanya yine kahvesini alarak çatıya çıktı. İri yapılı adam çok geçmeden yine
terasa çıkarak yavaş ve narin bir şekilde boyalarını hazırladı. Bu kez Tanya'da
çatı katına üç yıldır el sürmediği tualini ve kullanılmadığı için bazılarının
kuruduğu boyalarını yanına almıştı. Yaklaşık iki saat sonra Tanya resmini
tamamladı. Ancak adam henüz yarısını bile bitirmemişti.
Tanya resmi kuruduktan
sonra cafenin üst katındaki duvara asmıştı.
Bu ilginç adama karşı
çocuksu bir ilgi duyan Tanya, otel resepsiyonundan ve işletmecisinden onun
hakkında birkaç bilgiye ulaşmıştı.
Adı Kağan olan türk bir
iş adamıydı bu esrarengiz kişi. Onun dışında bir e posta hesabı ve oda
numarasından başka bir şey bulamadı. Birde dört gün sonra adayı terk edecek
olduğunu öğrenmişti.
Tanya, bir şekilde bu
adama ulaşmalıydı. Ancak Kağan odasından dışarı bile çıkmıyordu.
Tanya da otelin oda
servisini ayarlayarak Kağan'ın kaldığı 308 numaralı odaya bir davet notu gönderdi.
Merhaba Bayım ;
Santorini adasının en
iyi turtasını yemek ve kahvesini içmek istiyorsanız sizi yarınki partiye
bekliyoruz. Katılımınız bize onur verecektir...
Ms. Tanya
Patarikosia
Saat 14:00 Turta House
O gece sabaha kadar
uyumadı. Aklında hep Kağan'ın gelip gelmeyeceği sorusu vardı.
Sabah Tanya yine çatı
katına çıktı ancak bu sabah Kağan'ı görememişti. Saatler ilerledikçe
heyecanının dozu artıyor, kalp atışları hızlanıyordu.
Mis kokulu kurabiyeler,
pastalar, kokteyller, kahveler... Herşey hazırdı. Natalia ablasının bu anlamsız
heyecanı yüzünden gergindi ve bilmediği bir şey daha vardı, o da bu muazzam
partiye sadece Kağan'nın davetli olduğuydu.
Saaat 13:59'da kapıda
göründü Kağan. Tanya'nın kalbi dışarı fırlamak üzereydi, dikkatle iri yapılı bu
Türkü süzdü. Sonra içeri davet etti. Arka bahçede denizi ve ada evlerini gören
en güzel masayı Kağan için ayırmıştı. Kağan, önce masaya oturmak yerine bahçede
yavaş adımlarla bir tur attı. Duvarlardaki eşyaları, tabloları, yazıları
dikkatle inceledi.
Masaya geri döndüğünde
sadece bir adaçayı sipariş etti. Çok konuşmadı Kağan.
Tanya adaçayını
hazırladı ve masaya götürdükten sonra Kağan'a, tatilinin nasıl geçtiği sordu.
Kağan tek bir cümle ile cevap verdi bu soruya. ''Bu bir iş seyahati''. Tanya
iyice gerilmişti masadan uzaklaştı. Anlaşılan, bu Türk zor bir insandı.
Kağan gözlerini
denizden ayırmıyordu ve bu sipariş ettiği beşinci ada çayıydı.Bunun yanında
leziz turtalarında tadına bakmıştı. Bu güzel davet için küçük bir tebessüm ve
anket defterine yazdığı teşekkür notunu bırakarak masadan kalktı. Dükkanın üst
katınıda görmek istediğini söyledi. Tanya merdivenlerden çıkarken ona eşlik
etmişti. Kağan duvarda asılı olan, amatörce çizilmiş yağlı boya tablosunun
karşına geçti ve incelemeye başladı. Tarihi henüz düne aitti ve butik bir
otelin teras katında denize bakarak tuale bir şeyler çizen adam vardı resimde.
Denizin içinden dalgaların ortasından çıkıp gelen bir kadın eli ona doğru
uzanıyordu. Gülümsedi Kağan. Tanya'ya dönerek, ''Sanırım insanları röntgenlemeyi
seviyorsun''. Yanakları kızardı Tanya'nın. Başını yerden kaldırıp, engin bir
cesaretle Kağan'nın gözlerinin içine baktı. ''Halka açık bir alanda, görüş
mesafesi içine giren insanlara bakmak asla röntgencilik değildir bayım. Ben
sadece hayatın içinde ki aykırıkları kovalıyorum ve bunları
ölümsüzleştiriyorum.'' Kağan arkasını döndü, merdivenlerden aşağı indi. Kapıdan
çıkmadan Tanya'ya kartını uzattı ve '' Resim çizmek konusunda berbatsın ama
turta pişirmede üstüne yok.'' diyerek uzaklaştı.
Ve şuanda bu konuşmanın
üstünden sadece kırk altı saat ve on beş dakika geçmişti. Ancak; Tanya ne
olduğunu bile anlamadan Marsilya limanına giden bir geminin 806 nolu
kamarasında buldu kendini. Pencereden dışarıya baktı sadece maviyi gördü
gözleri…
MAVİ YOL
Saat 8.10 da Tanya
geminin uyandırma servisi tarafından uyandırıldı. Hızlıca üzerini değiştirip,
restoran katına çıkarak çay servisinin yapıldığı yerden bir tane adaçayı alarak
gayet dikkatsiz bir şekilde geminin en lüks kamaralarının olduğu bölmedeki 1078
numaralı kapıyı çaldı. ‘’Gir’’ dedi içeriden tok bir ses. Tanya kapıyı araladı,
‘’Günaydın Bayım, çayınızı nereye bırakmamı arzu edersiniz’’, diyerek yavaş
adımlarla ilerledi. Yatağında uzanmış vaziyette olan Kağan ayağa kalktı. ‘’ İlk
iş gününde geç kaldın’’ dedi. Şuanda saat 8.25’ti ve Tanya çay servisi için beş
dakika gecikmişti. Çayı cam kenarında duran tualin yanına bıraktı ve saat
9.30’da ki kahvaltı saatinde daha dikkatli olma konusunda ikaz aldıktan sonra
kamarayı terk etti. Tüm koridor beyaz tenli, uzun boylu, narin bu kızın
‘’Uukaalaaaa’’ diye haykırmasıyla inledi.
Tanya zor bir hayatın
içinde büyümüştü. Yaşam tüm zorbalıklarını ona göstermişti. Bunun için hep bir
çıkış yolu aradı. Maviye bakıp hayaller kuran küçük bir çocuk olmuştu ve o
yıllardan beri sınırlarını zorlayıp – olmak – istediği şeyi olmak için maviyi
aşması gerektiğini biliyordu. İte bu nedenle şuanda bu gemideydi. İri yapılı
bay ukala ressam ona bir iş teklif etmişti. Yaptığı seyahatlerde ona eşlik
edecekti. Her gün yemek servislerini yapacak, gezi programlarını, otel
rezervasyonlarını vs kısaca tüm görevleri Tanya üstlenecekti. Kibirli Kağan ise
sadece resim yapacaktı. Bunun karşılığında Tanya’nın hesabına her hafta yüklü
bir para yatacaktı. Bu para haftada milyonlarca turta satmalarından bile daha
fazlaydı. Bu sayede Tanya birikim yapabilecekti ve hiç zorluk çekmeden
kardeşinin tüm tedavi masraflarını kolaylıkla karşılayabilecekti. Aynı zamanda
haftanın belli günlerinde Kağan’dan resim dersleri alacaktı ve kim bilir
ilerdeki hayallerini gerçeğe dönüştürebilecekti.
Tüm bunlar için
Tanya’nın yapması gereken günlük iş listesi bir hayli kalabalık ve dakikti.
Kağan dakikalar ile
oynayan bir adamdı. Her şeyin tam zamanında olmasını ister, günlük programını
bir dakika bile aksatmazdı. Tanya ilk günlerde zorluk çekecek olsada zamanla bu
tempoya o da ayak uyduracaktı.
Gemideki son günlerinde
Tanya serbestti. Kağan’da ilk kez kamarası dışına çıkmış ve güvertede denizi
izliyordu. Çaylak ressam onu orada gördüğünde gözlerine inanamadı. Bu adamın
denizle ne alıp veremediği var diye aklından geçirdi.
Marsilya Limanına yakın
bir otelde bir gece konakladıktan sonra. Paris’e doğru yola çıktılar. Tanya
sadece verilen listeye, günlere, saatlere göre bu programı yürütüyordu. Bay
ukalanın kalacağı oteller ve oda numaraları bile önceden belirlenmişti. Eğer
yoğunluk nedeniyle istediği oda dolu ise. Başka bir otelde o odanın boşalmasını
bekleyecek kadar manyak bir adamdı Kağan. Bu bazen haftalar alırdı…
DENİZİ EKSİK PARİS
Paris, aşıklar ve şarap
başkenti.
Eifel’i en net gören
otellerin bir tanesinde konaklamaya başlamışlardı. İkinci gün Kağan bu
manzaraya bakarak resim çizmişti. O gün saat 20:40’ta akşam yemeğini odasında
yemek yerine restoranda Tanya’ya eşlik etmeyi seçmişti. Bu durum karşısında
şaşkınlığını gizleyemedi Tanya. İnanılmazdı. Kağan masadan kalkarken Tanya’ya
bir not bırakmıştı. Ertesi gün Kağan’ın odasını kullanacak ve Paris’e tepeden
bakarak bir resim çizecekti. Zaman Tanya için bir türlü geçmek bilmedi. Güneş
ışınları Eifel’in kibirli tenine dokunduğunda Kağan odayı terk ederek çaylak
ressama rahat bir ortam yaratmıştı.
Tanya tam iki saat
boyunca ne çizeceğini düşündü. Heyecandan elleri titriyordu. Paris'e baktı,
baktı, baktı.. Sonra insanların bu demir yığını kulesinde beğenecek ne
bulduklarını. Şehrin tüm gizemi ve çıplaklığı üzerine inşa edilmiş koca bir
demir yığını.
Saatler sonra resmi
tamamlamıştı. Resepsiyonu arayarak bay ukalanın artık odaya gelebileceği notunu
iletti. Çok geçmeden geldi Kağan. Tual’deki yağlı boyaya baktı. Tanya görünen
manzaranın aynısını çizmişti.
Avaneue Hoche, Avoneu De Friedland, Şanzelize, Aveneu d'lena ve Avenue
Kleber, tüm her şeyi çizmişti. Tek eksik Eifel’di. Kağan fırça darbelerinin ve
ışığın yetersizliğinden bahsetti. Kızgın ve agresifti. Tanya büyük bir hayal kırıklığı
yaşıyordu. Oda bir profesyonel olmadığını biliyordu. Kağan pencerenin kenarına
oturdu, biraz sakinleşmişti. Tanya’ya baktı. Uzun süre sonra bu kadar dikkatli
bakabilmişti onun yüzüne. Masumluğu yeryüzünden taşıyordu. Yüzündeki çillerin
ona ne kadar da yakıştığını fark etti. Eline yüzüne bulaştırdığı boyalarla tam
bir okul çocuğu gibiydi. Sol göğsündeki güneş dövmesinin anlamını sordu
Tanya’ya. Çaylak ressam bu soruya çok şaşırmıtı. Çünkü ; Kağan ilk kez onun
yaşamına ait bir şeyi merak etmişti.
‘’Yeryüzüne düşen ilk güneş
ışığının adı Tanya’dır, Annemde onun hayatına güne gibi doğduğum için bana bu
ismi vermiş. Aynı zamanda rus mitolojisinde de bereket Tanrı’sının adıdır. Hem
aydınlık hemde bereket getirdiğim için bana bu ismi vermiş annem. O şimdi cennette
ve benim kalbimde bu yüzden bu dövme kalbimin üstündedir bayım’’ dedi Tanya.
Gözlerinden yaşlar süzülürken. Kağan’ın buz gibi tavrı biraz olsun bile
yumuşamamıştı ve teselli bile vermedi.
Sabah 7.40 ta Kağan’ın yaptığı
resmi resepsiyona bıraktı Tanya. Bay ukala her yaptığı tabloyu özenle kendisi
paketler ve ertesi gün hemen İstanbul’a Kağan’ın şirketteki müdürü ve yakın
dostu Sezgin’e gönderirdi. Tanya’da kendi yaptığı acemi resimleri Yunanistan’a
gönderiyordu ve Natalia’ya bunları dükkanın duvarlarına asması konusunda
uyarıyordu.
Ancak o sabah Tanya ilk kez kural
dışına çıkmıştı. Dün kendi resmini aşağılayan bay ukalanın aynı manzara bakıp
ne çizdiğini merak etmiş ve paketi açmıştı. Resimde ufak bir yat limanı, deniz
ve Paris’in kuzeyini içine alan bir sahil vardı. Eifel kulesi tıpkı Özgürlük
Anıtı gibi denizin tam ortasında kalmıştı.
Bu adam denizle kafayı bozmuş diye
düşündü. Sonra tabloyu özenle geri paketledi. İstanbul’a gönderilmek üzere
resepsiyona bıraktı.
Yeni yolculuk İtalya’nın Sicilya adasınaydı.
Tanya’nın burnuna şimdiden mis gibi pizzalar kokmaya başlamıştı. Yolculuk için
bu kez de Monaco Limanından kalkan bir gemiye binmişlerdi. Sanırım bay ukala
uçaktan korkuyordu. Çünkü tüm seyahatleri gemi ile yapıyorlardı. Programın
tamamı deniz kıyılarından oluşuyordu. Sadece Paris bunun dışındaydı. Oraya da
zaten bay ukala deniz getirmişti ve her şey eksiksiz olmuştu. Marsilya’dan
Paris’e oradan da Monaco’ya uzun saatler süren kara yolculuğu yapmışlardı…
DENİZ’İN SIRRI
Güneş ışınları tüm zararlı şekliyle
kusursuzca denizin üzerine düşüyordu. Küçük bir yelkenli tutsak olduğu limandan
özgürlüğe yürürcesine ufka doğru göğsünü esen poyraza açarak ilerliyordu.
Bulutlar mavinin içindeki beyaz melekler gibiydiler. Son fırça darbesini de
vurduktan sonra, Kağan'ın kendisini izlediğini fark etti Tanya. Sessizce köşede
oturmuş onun resim çizmesini izliyordu. '' Sanırım bu işi öğreniyorsun!'' dedi
Kağan. İlk kez övgü almıştı Tanya, yüzü kızararak kısıt bir ses tonuyla
teşekkür edebildi sadece.
Ertesi gün Kağan'ın yakın dostu
Sezgin konakladıkları otele geldi. İstanbul'daki şirket hakkında bay ukalaya
bilgi aktarıyordu. Her gün saat 14:00'te lobide ve yaklaşık bir saat süren
görüşmeler yapıyorlardı. Onun dışında program değişmiyordu. Yine her sabah
8.20'de ada çayı, 9.30'da kahvaltı, 12.30 öğlen yemeği, 13:00-15:00 serbest
zaman vs vs vs... Tanya'nın günlüğündeki sayfalar bu yazılarla doluydu. Bir
akşam Sezgin İstanbul'a dönmeden Tanya ile birlikte akşam yemeği yemişlerdi.
Sohbet ilerledikçe Tanya Kağan'ın yaşamı hakkında yeni şeyler öğreniyordu. ''
Zor bir patronun var '' dedi Sezgin'e. Gülümsedi, ''evet Kağan zor bir
insandır. Şımarık ve anlayışsız gibi görünsede içinde saklı limanları vardır.
Onu bir yap boz gibi tamamlamak lazım. Parçaları ne kadar düzgün yerleştirirsen
çıkacak resmin büyük bir hazine olduğunu görürsün'', dedi Sezgin.
Tanya; içinde aylardır tutuğu
soruyu artık sorabilirdi çünkü ; Sezgin, Kağan gibi değildi ve anlayışla
karşılayacaktı bu soruyu. Kağan'ın neden şirketi varken böyle bir tur yaparak
resim çizdiğini sordu. Ve neden her sabah dakik bir biçimde ısrarla istediği ve
bir yudum bile içmediği ada çayını. Sezgin masadan ayağa kalkarak Tanya'nın
omzuna teselli verircesine dokundu ve benimle gel, dedi. Az sonra sahile
indiler.
Söze başladı Sezgin, madem her şeyi
bu kadar merak ediyorsun. Önce bir anlaşma yapalım. ''Tamam'' dedi Tanya,
kararlı bir ses tonuyla. Kağan'ın hayatına dair her şeyi merak et ama yaptığı
resimleri asla. Merakını anlıyorum ama bir daha sakın paketlenmiş bir tabloyu
açma. Bu senin işinin sonu olabilir. Tanya utancından yüzünü yere düşürdü.
''Ben sadece şey ... '' Sözünü kesti Sezgin. ''Seni anlıyorum. Bunu Kağan
bilmeyecek ama ikincisi olmasın'' dedi. Bu konuda anlaşma sağladıktan sonra
devam etti Sezgin '' Kağan eskiden çok konuşkan, deli dolu bir insandı.
Etrafındaki her insanı kahkahaya boğardı. Üç yıl önce çok sevdiği büyük bir aşk
ve tutkuyla bağlı olduğu karısını kaybetti. Hilal onun yaşamındaki en büyük
hazineydi. Ondan sonra büyük bir bunalıma girdi, Kağan. Kimseyle konuşmadı.
Aylarca şirkete ve eve uğramadı. Hilal eşsiz bir ressamdı ve ölümünden önce
deniz kıyılarına gemi ile seyehat etmek, her uğradıkları liman ve kentlerde
resim çizerek onları ölümsüzleştirmek ve büyük bir sergi açarak buradaki
gelirleri ihtiyaç sahibi çocuklara bağışlamak istemişti. İki yıl kadar heyecan
içinde Kağan ile bu seyahati beklediler. Sonunda şirketteki işlerde yoluna
girince bu yolculuğa çıktılar. Hilal sabahın ilk ışıklarında denizi çizmeyi çok
severdi ve güne hep ada çayı içerek başlardı. Bu nedenle hergün saat 8.20 de
ada çayı hazırlıyorsun ve hiç içilmiyor.
Şimdi Kağan eşinin bu seyahatini ve
hayalini gerçekleştirmenin peşine düştü. Ona söz verdi, o sergi açılacak ve
çocuklar gülümseyecekti. Onun adına bir vakıf kurdu ve her yıl onlarca çocuk
burada resim çizmeyi öğreniyor. Kağan'da iki yıl boyunca resim eğitimi aldı bu
yolculuk öncesinde. Daha önce eline fırça bile almamıştı.'' diyerek sözlerini
bitirdiğinde Tanya hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Kağan için sarf ettiği tüm kötü
sözler ve düşünceler için derin bir pişmanlık yaşıyordu. ''Peki Paris, Paris'te
deniz yok ki'' dedi Tanya. Sezgin yine gülümsedi '' Düğün sonrası Kağan bir
sürpriz yaparak eşini Paris’in en lüks otellerinden bir tanesinde götürmüştü.
En iyi odaydı ve aşıklar başkenti Paris'i tüm gizemi ile tepeden görüyordu.
Geceyi kutlamak için şampanyalarını alarak terasa çıktıklarında, Kağan
manzaraya bakmıştı uzun uzun, Hilal'e dönerek '' Aşkım baksana ne kadar da
kusursuz bir manzara. Eminim sabah olduğunda burayı muazzam bir biçimde
resmedeceksin'' demişti. Hilal, saçlarını arkaya attı ve '' Denizi eksik''
dedi. Onun için denizi olmayan tüm şehirler eksikti ve o böyle eksik bir
tabloyu asla çizmek istemezdi.
Gece sonunda Tanya neden Kağan'ın
Paris'e deniz çizdiğine anlam vermişti. Ertesi gün Sezgin bıraktığı tüm sırları
ile geri döndü. Geride ise Tanya ve içindeki kırgınlıkları kalmıştı.
Artık Tanya'nın bay ukalaya karşı
bakışları değişmişti ve bir daha ona karşı bu kelimeyi asla kullanmadı. O Tanya
için bundan sonra bir kahramandı, centilmendi, vefakardı. İçten içe Hilal'in ne
kadar şanslı bir kadın olduğunu düşündü ve istem dışı bir şekilde onu
kıskanmıştı.
HAVANA DA ON İKİNCİ GECE
Havana’da gün fazlası ile sıcaktı.
Burada konakladıkları otel diğerlerinin aksine çok daha butikti. Tanya en çok
burayı sevmişti. Çünkü ; gösterişli, zengin yerler onu geriyordu. Ve çok
samimiyetsizdi. Buradaki personelin arkadaşça ve ailedenmiş gibi sergiledikleri
tavır Tanya’ya çok daha sıcak ve gerçekçi geliyordu. Hatta otelin aşçıları ile
birlikte mutfakta yemek bile pişirebiliyordu. Bu onun için çok eğlenceliydi.
Orada çalışan bir türk aşçı ile tanıştı. Eylem isminde su gibi bir kızdı.
Boncuk gibi şirin gözleri, masum bir gülüşü vardı. Onunla türkler hakkında uzun
uzun sohbet etme şansı olmuştu. Eylem her sabah leziz krepler pişirirdi. Bir
peşembe günü Tanya’yada bu işin inceliklerini göstermişti. Tanya’da ona turta
yapmanın sırlarını anlatmıştı.
On ikinci gece Tanya
rahatsızlanmıştı. Halsizdi ve sürekli ateşi çıkıyordu. Otelin doktoru gereken
müdahaleyi yapmıştı. Sadece biraz dinlenmeye ihtiyacı vardı. Tanya odasında
dinlenirken Kağan doktorun verdiği ilaçları getirmişti. Tanya, kapıyı açtığında
çok sevinmişti. Çünkü; bu ana kadar hep Tanya ona bir şeyler getirmişti. Şimdi
ise Kağan elinde ilaçlar, yiyecekler ve içecekler ile kapıda duruyordu.
Tepsinin tam ortasında bir de özenle toplanmış çiçek buketi vardı. Tanya
yemeğini yiyene kadar Kağan ile sohbet ettiler. İri yapılı bu ressam endişeli
gözüküyordu. Sürekli Tanya’nın ateşini kontrol ediyor ve telkinlerde
bulunuyordu. Çok geçmeden Kağan ayağa kalktı ve Tanya’yı dinlenmesi için yalnız
bırakmak istedi. Tanya Kağan’ın yanında kalmasını istemişti. ‘’ Lütfen bayım,
beni yalnız bırakmayın.’’ dedi, çocuksu bir masumiyet takınmıştı. Kağan gece
boyu Tanya’nın ateşine bakıyordu. Yine böyle anların birinde elini tutu Tanya
‘’ Üşüyorum, lütfen yanıma uzan’’ dedi. Kağan şaşkındı. Ne yapacağını bilemedi.
Eşinden sonra hiçbir kadına dokunarak uyumamıştı. Sabah güneş pencereye
düştüğünde Kağan ve çaylak ressam doğan güne yan yana uyanarak başladılar.
Tanya için gece fazlası ile huzurluydu. O gün birbirlerini bir daha görmediler.
Yine bir iş günü Tanya Ada çayını
alarak Kağan’ın odasına götürdü. Ama kapıda bir notla karşılaştı ‘’ Bugün kahve
lütfen, iki adet ‘’ yazılıydı. Tanya o andan sonra Kağan’ın hayatında bir
şeyler değimeye başladığını sezmişti. Somurtan, bağıran, aşağılayan adam artık
yoktu.
Yine, Tanya’ın önünde koca bir
duvar vardı ancak bu kez bahçeye atlamak daha kolaydı..
Yabancı ama tanıdık bu ikili yaklaşık
sekiz aydır beraberdiler. Bazı geceler hiç konuşmadan, beraber uyuyorlardı.
Bazen Kağan Tanya’nın kapısını çalıyor tek kelime bile konuşmadan ona sarılarak
uyuyordu. Bazende tam tersi. Onlar birbirleri için sığınacak bir liman ve
yaslanacak bir dağ olmuşlardı. Kağan ne kadar güçlü görünsede aslında bir çocuk
kadar ilgiye muhtaçtı.
Sabah olduğunda ise her şey kaldığı
yerden devam ediyordu. Yine tablolar uluslar arası kargoya veriliyordu. Tanya
bunun yanı sıra hergün yaşadıklarını anları gün sonunda Natalia’ya mail
gönderiyordu.
Artık yolculuğun son demleri
yaklaşmıştı. Son olarak Yeni Zellanda da bir hafta konaklayacaklar ve eve dönüş
yolculuğu başlayacaktı. Tanya nasıl bir sergi olacağını ve Kağan’ın nasıl
resimler çizdiğini merak ediyordu. Kendisi için ise bu iş bittikten sonra ne
yapacağı konusunda en ufak bir fikri yoktu…
Yeni Zelanda turunun son gününde
Kağan Tanya’ya programın yaklaşık yirmi gün daha uzaması gerektiğini
söylemişti. Bunu söylerken de Tanya’nın çok sevdiği bezeleride ikram etmeyi
ihmal etmedi. Tanya zamanın uzamasına sevinmişti. Çünkü böylelikle Kağan ile
daha çok vakit geçirebilecekti. Aralarında farklı bir bağ oluşmuştu. Kağan artık
adaçayı istemiyordu sabahları. Tanya bu adama minnettardı ve şimdi çok daha
güzel resimler çizebiliyordu. Çizdiği resimlerin Turta House’un duvarlarında
nasıl durduğunu görmek için sabırsızlanıyordu. Natalia’dan çok istemesine
rağmen o ablasına hiç fotoğraf çekip göndermedi. Tanya kardeşi ile iş birliği
yaparak Kağan için çok güzel bir sürpriz yapmaya hazırlanıyordu. Hem ona bir
teşekkür etmek hem de minnettarlığını belli etmek için kendince ufak bir hediye
hazırlamıştı.
Pasifik üzerinde muhteşem bir
yolculuk sonrası, Atlantik ve Bermuda’yıda geçerek Miami sahiline ulaştılar. Bu
son duraktı. Bu yolculuğun bitecek olması ikisini de hüzne boğmuştu.
MİAMİ DE GÜNEŞ BAŞKA DOĞAR
Miami’de altıncı günleriydi ancak Kağan hiç
resim çizmemişti. Tanya’ya her gün izin veriyordu. Tanya ise neden Miami’de
olduklarını anlamamıştı. Bir akşam Kağan Tanya’yı partiye davet etti. Artık eve
dönüş yoluna çıkacaklarını ve baş başa güzel bir kutlama yapmak istediğini
söyledi.
Ertesi gün saat 18:15’te Tanya’yı
alarak kutlamanın yapılacağı yere gittiler.
Tanya arabadan indiği anda onu
starları karşılayan bir kırmızı halı ve kamera ordusu karşıladı. Kağan
Tanya’nın elini tutarak eşlik etti. Tanya kırmızı halıda yürürken binanın
girişine koyulmuş ve çatıya kadar uzanan lcd de kendisini gördüğünde
titremişti. Giydiği siyah elbisesi ile çok asil görünüyordu. Ve burası ne bir
restoran ne de bir otel gibiydi. Sanki bir müze, parti için hazırlanmıştı. Çok
geçmeden ileride Sezgin ve eşinde giydikleri şık elbiseleri ve ellerindeki
kadehlerle kapıda göründüler. Sezgin Kağan’a gecenin akışı hakkında bilgiler
vermişti. İçeriye geçtiler. Tanya şaşkındı. Sanki bu koca parti sadece onlar
için düzenlenmiş gibiydi. Kalabalığın içinden geçtiler. Kağan kürsüye çıkarken
Tanya ise ilk sırada onu bekliyordu. Tüm misafirlere bu açılışa geldikleri için
teşekkür etti Kağan. Tüm salon alkış sesleri ile inlemişti. Bu açılışın
İstanbul’da olması gerektiğini düşünmüştü Tanya. Konuya yanında duran Sezgin
açıklık getirdi. Resimler burada sergilendikten sonra İstanbul’da, Munih’te ve
birçok kentte daha sergilenecekti. ‘’Kağan bey ; açılışın burada yapılmasını istedi
ve son bir aydır tüm hazırlıkları bu şekilde devam ettirdi,’’ dedi. Tanya çok
hazırlıksızdı. Şakındı.
Çok geçmeden kardeşi Natalia’da
kalabalığın içinden çıkıp geldi ve ablasının boynuna sarıldı. Çok özlemişlerdi
birbirlerini. Kağan açılışa Natalia’yıda çağırarak Tanya’ya güzel bir sürpriz
yapmıştı.
Kırmızı kurdaleyi kesti Kağan.
Tanya ve diğer tüm misafirler resimleri görmek için sabırsızdı. Tanya içeriye
adımını attığında heyecandan bayılmak üzereydi ve gördüğü resimler karşısında
şok olmuştu. İlk girdikleri salondaki resimler Tanya’nın yolculuk boyunca
çizdiği ve Kağan’ın beğenmeyip aşağıladığı çizimlerdi. Evet, diğer salonlarda
da hep Tanya’nın resimleri vardı. Her resme bir isim verilmiş ve yaldızlı bir
yazıyla üzerine yazılmıştı. Gelen konuklar resimlere bakıp övgüler
yağdırıyorlardı ve altında Kağan’ın değil de bir bakasının imzası olduğu için
şaşırıyorlardı. Serginin en son ve en gösterişli bölmesine geldiklerinde
içeride üzeri kapalı tek bir resim vardı. Kağan resimin yanına çıktı. Tüm
kalabalığı önünde topladı. ‘’Değerli dostlarım, bize onur veren sayın
misafirler hepinizin şaşkınlığını anlıyorum. Evet tahmin ettiğiniz gibi
resimler bana ait değil. Bu sergi eşimin en büyük hayaliydi ve o eşsiz bir
ressamdı. Onun için buraya yakışan resimlerinde kusursuz ve duygu dolu olması
gerekirdi. Ben küçük bir turtacı dükkanında en az eşim kadar iyi bir ressam
buldum ve bu yolculuğa dahil ettim. Şuan sizlerden daha çok Tanya şakın bir
durumda. Bir hayal gerçekleşecekse, en iyisi olmalıydı. Çünkü Tanya harika bir
ressam ve her yaptığı resmin bir duygusu var. Ben bir gün küçük derme çatma bir
dükkanda resim gördüm. O andan sonra kararımı vermiştim. Şimdi sizlerin de
huzurunda bu tabloyu açmak istiyorum.
Çalışmanın adı sergininde adını
taşıyor ‘’Tanya’nın Tuali’
Siyah perdeyi indirdi Kağan. Ortaya
çıkan tabloyu gördüğünde Tanya ağlamaya başlamıştı. Çünkü Santorini’de çatıda
özensiz şekilde çizdiği ve dükkanın üst katına astığı tablo şimdi buradaydı.
Kağan ön sırada duran Tanya’yı
yanına çağırdı ve tüm konuklara bu değerli, eşsiz, ressamı taktim etti. Tanya
bir rüya bulutunun içinde gibiydi. Az sonra bir fırtına çıkacak, bulutlar
dağılacaktı ve Tanya sabah saat 8.20’de ada çayı hazırlayarak bay ukalanın
odasına götürecekti. Ama böyle olmadı her şey gerçekti. Tüm salon bu şanslı
kadını alkışlıyordu. Tanya küçük ve utangaç bir teşekkür konuşması yaptı.
Kağan tüm her şeyi önceden
planlamıştı. Kendi resimleri berbattı ve bu sergiye asla yakışmayacaktı. Bu
nedenle Tanya’yı yanına aldı. Ona gerçeği söylemedi. Çünkü Tanya’nın
çaresizliğinden ve umudundan doğan renkler muhteşemdi. Tanya’nın çizdiği bu
tablolar Natalia’ya hiç gitmedi. Şuanda Santorini’deki turtacı dükkanının
yerinde ‘’Çaylak Ressam’’ isminde bir resim atölyesi vardı ve Kağan’ın çizdiği
uyduruk resimler orada duvarlarda sergileniyordu. Natali’a tedavisi için son
beş aydır Amerika’da yaşıyordu ve birgün Kağan’a ablasının en büyük hayalinin
Miami’de Dünya’nın en büyük sergilerinden birinde tablolarının sergilenmesi
olduğunu söylemişti. Bu yüzden Kağan açılışı burada yapmıştı. Her şey Tanya’nın
küçük günlüğünde yazdığı gibi olmuştu ve tüm hayelleri gerçeğe dönüşmüştü.
Kağan hem ölen eşinin hem de
Tanya’nın hayallerini gerçekletirmişti. Gece boyunca Tanya’nın elini bir an
olsun bile bırakmadı. Herkes bu genç ressamı tebrik edip hatıra fotoğrafı
çektiriyordu.
Gece sonu yaklaşamaya başladığında
Natalia ablasının kulağına Kağan için düşündükleri hediyenin hazır olduğunu
söyledi ve ablasının eline bir paket verdi. Natalia gecenin burada olduğunu
bildiği için ablasının tahmininden daha once bunu hazırlatmıştı.
Biraz sonra Tanya’da kürsüye çıktı.
Heyecanlıydı. İlk kez böyle bir kalabalığın önünde konuşma yapıyordu. Ona bu
geceyi yaşatıp, değer veren ve onu ölümsüzleştiren Kağan’a teşekkür etti.
Minnettardı. Kalabalığın önünde Kağan’ı öptü ve hediyesini verdi. Kağan
şaşkındı ve ilk kez yanakları bir çocuk gibi kızarmıştı. Paketi açtığında
‘’Mavi Düş’’ isimli bir kitapla karşılaştı. Kitabın kapağında Tanya’nın o gün
çatıda yaptığı resim vardı.
Ve bu kitabın yazarının adı Tanya Patarikosia’ydı.
Arka kapağı çevirdi.
Hayata küskün bir adamın hala aşkla bağlı olduğu eşi için çıktığı yolculuk
anlatılmıştı. Tanya her gün Natalia’ya bunları yazmıştı ve biriktirdiği parayla
bu kitabı bastırmasını istemişti. Kitap çıkalı henüz bir ay kadar olmasına
rağmen Yunanistan’da en çok satanlar arasına girmişti bile. Önümüzdeki günlerde
üç ayrı dile çevrilecekti.
Kağan bu özel hediye
karşısında ne diyeceğini bilemedi. İri yapılı, güçlü Türk ağlıyordu. Tanya’ya
sarıldı. Ve hiç bırakmadı.
İkisi de birbirlerinden
habersiz muhteşem hediyeler hazırlamışlardı.
Çok geçmeden yine mavi
bir yolculuk sırasında evlendiler.
Ve isimleri gibi aşklarıda ölümsüzleşerek
okanusların, denizlerin dalgaları üzerinde yüz yıllarca yol aldı…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder