24 Mart 2017 Cuma

İstanbul, Piramitler ve Hollywood (Hikayeler) / Firkan Gülaydın


Hikâyeler

Güneş pasifik okyanusunun üzerinde kaybolmaya başladığında tüm ışıklar sönmüş, ekip toparlanmaya başlamıştı. Mina tüm gün çalışmanın verdiği yorgunlukla bir an önce eve dönmek için sabırsızlanıyordu. Son kez aldığı notlara bir göz attı, rüzgârda uçuşan saçlarını topladı ve taksiye doğru yöneldi. Mina, JPB Sanat Ajansı'nda film setleri ekipman düzenleme sorumlusu olarak çalışıyordu. Yorucu bir işi vardı, neredeyse haftanın her günü Newyork dışında çekimler oluyordu. Çoğunlukla klip, kısa film ve reklam çekimleri alanında iş yapıyordu. Bu nedenle evinde olduğu saatler onun için paha biçilmezdi. JPB Ajans, merkezi Newyork olan ancak California, Arizona gibi eyaletlerde de şubeleri olan bir şirketti. Şirketin patronu aynı zaman da Mina'nın erkek arkadaşı olan Jake Parker Bross'tu. Şirkette ismini Parker'in baş harflerinden almıştı. Bu hafta sonu San Francisco'da bir klip çekimi yapmışlardı. Parker genelde bu tarz küçük işler için seyahat etmez, Mina'yı gönderirdi. Bu hafta da aynen böyle olmuştu. Dört buçuk saat süren bir uçak yolculuğu sonrası Newyork'a ulaşan Mina önce ofise uğramış çekim ile ilgili raporları genel yayın yönetmeni Gayla'ya ilettikten sonra doğru Brooklyn'deki evinin yolunu tutmuştu.
Evin yakınlarındaki bir marketten de en yakın dostları, minik beyaz tüylü kedisi Darwin ve bir golden olan köpeği Visky için mama ve vitaminler almıştı. Onlara tüm sevgisini veriyor ve garip bir anne içgüdüsü hissediyordu. Hatta kedisinden bahsederken 'içine insan kaçmış' diyebilecek kadar onlar ile anlaşabiliyordu.
Ertesi sabah erkenden kalktı ve Cypress Hill tenis kortuna gitti. Tatil günlerinin çoğunu spor yaparak geçirmeyi tercih ediyordu. Tenisi sevdiği kadar voleybolu da çok seviyordu. Okul dönemlerinden kalma lisansı da bulunuyordu ancak okul ve iş yaşamı derken voleybola pek vakit ayıramamıştı. Spor Mina için bir meditasyon bir yeniden doğuş gibi bir şeydi. Spor yaptıktan sonra hafiflediğini ve beyin olarak da tüm stresi attığını hissediyordu. En son Meksika'da düzenlenen bölgesel bir motor yarışı turnuvasına katılmıştı ve birinci gelmişti. Hatta Meksika'dan Boston'a üniversite okumak için geldiği zamanda da beş motorcu arkadaşı ile on sekiz günlük bir yolculuk sonunda Newton'a ulaşabilmişlerdi.
Mina bir göçmendi babası dış ticaret ile ulaşan bir Meksikalı annesi ise antik çağa ait fosiller arayan arkeolog bir Türk kadındı. Ama Şükran uzun yıllar önce Amerikan rüyasını gerçekleştirmişti ve San Antonio Üniversitesi’nde arkeoloji bölümünde öğretim görevlisi olarak çalışmaktaydı. Bu eyalet Meksika sınırına çok yakın olduğu için sürekli Santa Catarina'ya gidiyor ve oradaki kazı araştırma üssünde çalışmalar yapıyordu. Bu sayede de Mina'nın babası ile tanışma fırsatı bulmuştu.
Mina ise on sekiz yaşında grafik tasarım okumak için Boston'a gitmişti. Ancak gelişen olaylar ve içinde var olan bir yönetmenlik aşkı ile kısa zamanda kendini Manhattan'ın cafcaflı ve lüks yaşamının ortasında bulmuştu. Her ne kadar kendi halinde sıradan bir yaşam yaşıyormuş gibi görünse de aslında içinde çılgın bir çocuk barındırıyordu. Masum ve utangaç tavırlarının yanında deli dolu ve hep adrenalini yüksek bir yanı da vardı.
Mina, beyaz tenli, kumral saçlı, uzun boylu yirmi üç yaşında bir kızdı. Ailesine özellikle de kardeşine çok bağlıydı. Genelde dışarıya kız arkadaşları ile çıkar, kaba saba erkekleri sevmez ve çoğuna da güvenmezdi. Tanıştığı insanlar ile ne kadar samimi olursa olsun hep var olan bir ciddiyet duvarı örüyordu. Onun yaşamındaki bu duvarı kırmak ve gerçekten onun yaşam bahçesi içinde olabilmek pek de kolay bir iş değildi. Mina kararlarında çoğu zaman hep on ikiden vursa da, konu aşk olunca aynı şeyden söz etmek mümkün değildi. Zaten yaşamı boyunca da fazla bir erkek arkadaşı olmamıştı. Son olarak beraber olduğu Jake Parker ile yaklaşık bir yıldır bir ilişki içindeydi. Parker'ın ukala tavrı, yönetmen karizması ve hayalini kurduğu meslekten olması Mina'yı en başlarda çok etkilemişti ancak ilerleyen zamanlardaki Paker'ın kötü alışkanlıkları, kaba tavırları, umursamazlıkları Mina'nın sevgisini köreltmiş ve sade bir alışkanlığa çevirmişti. Bazen de korku duyuyordu. Çünkü, zor olan bu sektörde Parker gibi kendince marka olmuş bir adamın yanında olmak onun için büyük bir avantaj ve gelecek büyük projeler demekti. Parker'dan ayrılmak tüm bunlardan vazgeçmek demekti...
Bir perşembe öğleden sonra Mina'nın e-postasına düşen bir mail onu oldukça heyecanlandırmıştı. Çünkü; JBP Ajans Tamara Solden'ın yeni çekeceği filminin yapımını üstlenmişti. Tamara dünya çapında filmleri olan ve iki Oscar'ı bulunan bir efsaneydi ve Mina'yı daha da çok heyecanlandıran şey de filmin büyük bir bölümün İstanbul'da çekilecek olmasıydı. “İki Dünya Bir Köprü” adı altında, Anadolu medeniyetlerini Avrupa ve Rönesans dönemine taşıyan bir yol olarak önem taşımasından dolayı İstanbul konu alınmıştı. Bu çok bütçeli bir film olacaktı. JBP Ajans ilk kez bu kadar büyük bir proje üstlenmiş ve paranın büyük bir kısmını kredi alarak karşılamıştı. Bu proje Mina'yı çok sevindirmişti ama Mina ürküyordu. Başarısızlık onun sonu olabilirdi. Tamara bu filmde Arabistan’dan köle olarak kaçırılan ve Fransa'ya götürülmek üzere yola çıkan gruptan İstanbul'da kaçan ve Bizans’a sığınan bir kadını oynayacaktı. Bu yolculuğun Mina için ayrı bir önemi de annesi Şükran Hanımın İstanbul'da doğması ve ortaokulu orada okumasıydı. Bu sayede annesinin doğduğu şehri de tanıma fırsatı olacaktı. 





Altı Hafta Sonra;
Tüm yolcular 106 numaralı kapıya doğru ilerlemeye başlamışlardı, Mina okuduğu dergiyi çantasına koydu ve İstanbul'a gitmek için uçağa doğru gitti. Bavulunda bol miktarda heyecan, yapılacak işler ve gezilecek yerlerin listesi vardı bir de hiç vazgeçemeyeceği bir bavul dolusu ayakkabı.
İstanbul'a indikten sonra ilk yaptığı iş Boğaz’da bir restoranda gidip güzel bir yemek yemek olmuştu. Diğer turistlerin aksine o İstanbul trafiğinden ürkmemişti ve araba kiralayarak İstanbul'u tanımaya çalışıyordu. İyi motor sürücüsü olduğu kadar harika bir şofördü ve en çok Ortaköy ve Taksim'i sevmişti. Filmin çekiminde JPB Ajans’a rehberlik edecek olan Akasya Yapım'dan Beril Hanım, Mina'ya hem arkadaşlık hem de rehberlik ediyordu. Kısa zaman sonra Mina tek başına gezintiler yapmaya başlamıştı. Vakit çok iyi geçiyordu. On beş-yirmi günde bir Parker İstanbul’a geliyor ve işlerin nasıl gittiğini kontrol ediyordu. Mina bu süre zarfında onu hiç özlemiyordu, sadece okul arkadaşına emanet ettiği Darwin ve Visky'i özlüyordu.
Set dönüşü günün yorgunluğunu atmak için Beyoğlu'nun ara sokaklarına attı kendini Mina. Rüzgâr o gün her zamankinin aksine daha sert ve yüzsüzce esiyordu. Gelen bu sert esintiler Mina'nın ilk gördüğü mekâna girmesine sebep olmuştu. Fazla lüks olmayan salaş sıradan bir İskoç barıydı burası. Mina etrafta içen, sigara dumanının havaya üfleyen kirli sakallı birçok adamın göz tacizi içinden geçerek kendini bara attı ve bir Martini sipariş etti. Barmen içkiyi büyük bir özenle hazırladı ve Mina'nın gözlerine bakarak servis etti. Mina bu bakışlardan rahatsız olmuş gibiydi ve yapmacık bir gülümseme ile geçiştirdi. Az sonra barmen küçük bir tabağa koyulmuş yeşil elma ve koca bir tuzluk ile Mina'nın önünde yeniden bitiverdi. Elma tabağını Martini bardağının yanına koydu ve içkiyi yeniledi. Mina'nın en çok sevdiği şeylerden bir tanesi yeşil ekşi elma ve tuzdu. Sanki barmen onu okumuştu. Bu Mina'nın çok hoşuna gitmişti ama hiçbir şey belli etmedi. Müzik saatler geçtikçe hızlanıyordu. Barmenin havalı hareketleri ve mükemmel İngilizcesi Mina'nın ilgisini çekmişti ve çekinerek de olsa ara sıra onu izliyordu. Bar hafiften sakinlemeye başlamıştı. Ancak dışarıdaki hava da gittikçe sertleşmişti ve yağmur yağıyordu Mina havanın dinmesini beklemeliyim diye iç geçirdiği sırada barmen elinde başka bir bardak ile yeniden geldi. “Bu benim özel kokteylim denemelisiniz bayan,” dedi. İnatçı Mina önce bu jesti reddetti ama kaba da olmamak için ciddiyetini bozmadan, “Peki,” dedi ve içkiyi denedi. Gerçekten muazzamdı. Az sonra Mina'nın gözü barmenin isimliğine takılmıştı, isimlikte 'Scat' yazıyordu. Bu genelde bir Amerikan ya da İngiliz ismiydi. Çok geçmeden onun Amerikalı olduğunu öğrendi. Scat yaklaşık üç yıldır İstanbul'da yaşayan bir Amerikalıydı. Babası Türk bir petrol mühendisiydi. Ancak Scat, Broadway'de dünyaya gelmiş, orada okumuştu. Eski kız arkadaşı Grace ile ayrıldıktan sonra derin bir aşk acısı yaşamış ve kendini dünyayı dolaşmaya adamıştı. Kadınlara karşı güveni sarsılmış, incinmiş ve öz güvenini tamamen yitirmişti. Parasının tamamını tükettiği için burada barda çalışıyor ve yolculuğa çıkacak parayı biriktirmek için çabalıyordu. Mina tüm bunları daha sonra öğrenecekti. Şimdilik tek bildiği barmenin adının Scat olduğuydu.
Yağmur dinmişti, Mina hesabı istedi. Scat hesabı getirdiğinde, “Sen iyi bir barmensin,” dedi. Scat başını kaldırdı, Mina'yı süzdü ve “Ben barmen değilim, sadece bir ÇÖPÇÜ'yüm,” dedi. Mina şaşkınlık içinde Scat'a baktı ve “Çöpçü mü?” dedi. “Evet,” dedi Scat, “ben bir çöpçüyüm. Buraya insanlar gelir, bir çoğu dertli, streslidir. Adam eşiyle kavga eder, benim barımda içer, içindeki pis tüm çöpleri bana anlatır, akıtır, küfreder. Ben insanların pisliklerini toplayan bir çöpçüyüm. Şuradaki insanları görüyor musun, kimin ne derdi varsa bana akıtır. Kimi karısını aldatır, kim patronu ile ilişki yaşar, kimin cinsel sorunu var hepsi bende birikir. Bu nedenle ben barmen değilim.” Mina derin bir dikkat içinde Scat'ı dinledikten sonra, “Peki Mösyö Çöpçü, burada iki saattir oturuyorum ama ben sana bir çöp bırakmadım. Şimdi ne olacak?” Scat gülümsedi, sağ elini havaya kaldırdı ve Mina'yı işaret ederek, “Gözlerin,” dedi. “Gözlerin Matmazel, içime ateş düşürdü ve ben terfi ettim. Evet artık bir çöpçü değil, bu ateşi söndürmeye çabalayacak bir itfaiyeciyim ben. “Mina kaşlarını çattı, barmenin kendisine asılıyor olmasından duyduğu rahatsızlığı belli etti ve “Artık gitmem gerek,” dedi. “Ancak son olarak bir şey soracağım Bay İtfaiyeci, neden ateşi söndürmeye çabalayacaksın ki?” “Çünkü; itfaiyecilerin görevidir yangını söndürmek, ateşi ve alevleri engellemek. Ben aşık olamam, içimdeki koru yeniden canlandıramam, yapamam,” dedi. Mina ukala barmene daha çok kızarak hızla mekânı terk etti ve Beyoğlu'nun dar sokakları içinde karanlığa karıştı...
Eve vardığında hâlâ barmenin yüz hatları Mina'nın zihnindeydi. Bu onu çılgına çevirmişti. Ama Scat'ın anlattıklarını da düşünmeden edemiyor içten içe kendine de itiraf edemese de hoşuna gidiyordu. 


Set her zamanki gibi yorucu geçiyordu. Üç ayı aşkın bir zaman olmuştu, Mina bu süre içinde otelden eve çıkmıştı. Çekimler, ödemelerdeki bazı geçikmeler nedeni ile sorunlu geçiyor, ekip çalışanlarının maaşları geciktiği için çatlak sesler yükseliyordu. Mina ilk kez bu kadar daralmıştı ve o akşam kendini Black Wave Bar’da Scat'ın karışında Martini içerken buluverdi. Birbirlerini daha iyi tanımaya başlamışlardı.
Scat Mina'yı ilk gördüğü andan beri hoşlanmaya başlamıştı ancak içindeki derin yara izlerini bir türlü atamıyor ve aşık olmaktan korkuyordu. Onun barına günde yüzlerce insan geliyordu, çok seksi ve güzel kızlar, çekici turistler ve daha bir çoğu. Ancak Mina'da farklı olan olan, onu farklı kılan bir şeyler vardı. Scat onun kesinlikle bu bara ait olmadığını biliyordu. Tanrı Mina'yı inşaa ettiğinde en cömert gününde olmalıydı, diye iç geçirdi. Çünkü; onda bir kusursuzluk, gözlerinin içinde berrak bir huzur vardı. Şimdiye dek onca kadın ile karşılaşmıştı ama Mina, o başkaydı. Bir morfin misali, Scat'ın tüm acılarını bir anda kesip atmış ve hayatın ona yeniden gülümsemesine sebep olmuştu. O gece Scat Facebook duvarına 'Hayat Bana Gülümsüyor' yazacaktı. İlerleyen saatlerde Scat artık bir yüzsüzlük yapmalı ve en azından bir telefon numarası almalıydı. Buna giriştiği anda fırçayı yemişti, yediği tek şey fırça değil içi buz dolu bir bardak Martini de olmuştu. Mina, çok kızgındı. Çünkü  o ne zaman isterse buraya gelecek ama Scat istediğinde ona ulaşamayacaktı. Mina kontrolün kendisinde olmasını seviyordu. Zaten yeni bir ilişki yaşaması da şu aşamada mümkün değildi; çünkü hâlâ haritanın bir köşesinde Parker adında bir erkek arkadaşı vardı. Bu cesaret ve yüzsüzlük hoşuna da gitse o çizgilerini korumakta kararlıydı. Gece sonunda Scat mutluydu çünkü Mina'nın dosyalarının içinde yazılı bir e-posta adresi vardı artık cebinde.
Birkaç gün sonra Parker İstanbul'a geldi ve işler daha da kötüye gitmeye başladı. Set içinde hesapta olmayan harcamalar ve ortakların yaptığı planlama hataları Parker'ın kredilerine sekte vurmuştu ve projeden çekilmişti. O toplantı sonrası Mina ve Parker uzun saatler boyunca tartıştılar. Çünkü Mina bu film ile başarı yakalamak istiyordu ancak bu başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Mina artık küçük reklam çekimleri veya klip çekimleri içinde olmak istemiyor, söz sahibi olacağı, kendi yönetebileceği bir film çekmek istiyordu. Bu nedenle Amerika'ya geri dönmeyi reddetti. Bir süre burada kalıp, yeni işler kovalamalıyım, diye düşündü. Gitmek istememesindeki en büyük neden ise hayat kırıklığıydı. Bu şiddetli kavgadan üç hafta sonra ilişkilerine son verdiler.
Bu süre içinde Scat, Mina'ya bir e-mail yazmıştı. Mina gereksiz postalar kutusuna düşen bu maili ancak ikinci haftanın sonunda okuyabilmişti, mesaj şöyleydi:

Merhaba, bayan beyzbol atıcısı
Bacağıma bıraktığın Martini bardağı morluğu çekiciliği yitirmeye başladı. Yenisini denemeye ne dersin ? :)
Şaka bir tarafa senin için bir şeyler karaladım, paylaşmak istedim.

Gözlerim dokunduğunda sana usulca sevdim seni,
Yanağını okşadım, içindeki huzuru tüm benliğime çektim.
Farketmedin ama yıllardır unuttuğum bir şeyi, güneşi getirdin karanlık yeraltı dünyama.
Karanlığıma ışık, ışığıma umut oldun.
Gözlerim dokunduğunda gözlerine, titredi içim, bakmaya korktum, ürkek bir tavşan gibi kaçırdım gözlerimi.
Ses tonun yaşamımın en güzel ezgisi oldu kulağımda,
Ve sen matmazel unutma çöplerin biriktiğinde bunları toplatmak için bir çöpçüye ihtiyaç duyacaksın...

Scat Carroll 


Mina maili bitirdikten sonra, ilk işi Scat Carroll ismini google'da aratmak oldu. Bulduğu bir iki sonuç onu şaşkına çevirmişti. Scat bazı tiyatro oyunlarının yazarıydı ve bir iki yayınevinde yazarlık yapıyordu. Bu onun ilgisini çekmişti. Maile cevap yazmadı. Şaşkın, karmaşık, üzgün ve yorgundu Mina...

Hafta sonunda Akasya Yapımdan Beril ile buluştu. Yeni işler hakkında bilgi almak istiyordu, hem de biraz dertleşebileceği bir arkadaşa ihtiyacı vardı. Beşiktaş yakınlarında bir cafede buluştular. Mina her zamanki gibi salata sipariş etmişti arkasından da çikolatalı chesee cake. Mina vejeteryandı ve sıklıkla diyet yapardı. Sohbet ilerledikçe Mina Beril'e ukala barmen Scat'tan bahsetti, Beril Scat ismini duyunca yüksek sesle “Black Wave Bar’daki mi?” dedi. Mina'nın kalp atışları hızlanmıştı. Sen nereden biliyorsun, dercesine Beril'e baktı. Beril, Scat'ı çok olmasa da tanıyordu. Geçen yıl bir dizi film için kavga sahnesini orada çekmişlerdi ve Scat arka planda figüran olarak kısa bir rol almıştı. Mina da onunla nasıl tanıştığını, aralarındaki ilginç ilişkiyi ve son olarak gelen maili anlatmıştı. Beril bu duruma çok sevinmişti. “Scat çekici birii hem yazarlık da yapıyormuş,” dedi ve gülümsedi. Bu gülümseme yaramaz bir çocuk gibiydi. Mina'nın yanaklarının elma gibi kızarmasına sebep olmuştu. Ancak Mina, Beril ile aynı fikirde değildi. Scat, ukala, güvensiz bir adamdı. Mina o günün sonunda, yaşamının bundan sonra tepe taklak değişeceğinden habersiz akşam koşusunu tamamlamış olarak evine gitmişti...

Bir sabah e-postasına yeni bir mail gelmişti. Mesaj kısa ve netti:
Hâlâ birikmiş bir çöpün yok mu Matmazel ?


Bu mesaj Mina'yı güldürmüştü ve az da olsa buzulların erimesini sağlamıştı. Başını salladı ve peki dedi, peki bay çöpçü demek oyun istiyorsun ?

Mina o sabah e-maili cevapladı. 

Çarşamba saat 20:00'de Taksim The Marmara Otel’in lobisinde olacağım. Seninle görüşeceğim ve bana bir hikâye yazacaksın. Eğer hikâyeyi beğenirsem, bir randevu hakkı daha kazanmış olacaksın. Ama beğenmezsem, bir daha beni göremeyeceksin. 

Mina hikâyeyi beğenmeyecek olsa bile ikinci bir şansı Scat'a verecekti ama onu biraz süründürüp eğlenmek ve neler yapabileceğini görmek istiyordu.

Scat mesajını gördüğünce hikâyeyi yazmak için sadece altı saati kalmıştı. Panikledi, şapşal bir şekilde sokakta dolaşmaya başladı. Ne yazacaktı? Nasıl bir hikâye olmalıydı? Ya beğenmezse?
Son dört saatte Scat bir şeyler yazmaya sonunda başlayabilmişti ama birkaç satır yazıp sonra atıyordu. Normalde çok sakin ve her ortamda yazabilen adam gitmiş yerine şapşal acemi bir aşık gelmişti sanki...
Ve zaman sona ermişti. Mina otelin kapısından girdiğinde üzerinde siyah bir elbise vardı. Sarı ayakkabılarını sarı beyaz bileklikler ile bütünlemiş, saçlarını omuzlarından aşağı atmıştı. Harika görünüyordu. Tüm lobiye garip bir esinti dolmuştu. Scat gözlerini Mina'nın üzerinden alamadı. Mina masaya oturduğunda, Scat'ın avuçlarının içi terlemişti. “Hoş geldin,” dedi kısık bir sesle. Gülümsedi Mina, “Hikâyem nerede?”
Scat çantasından bir kağıt çıkardı ve Mina'ya uzattı. Mina kağıda uzun uzun baktı ve “Hoşça kal,” diyerek masadan kalktı. “Dur lütfen,” diye haykırdı Scat. “İki dakika otur.” Kağıt bomboştu, tek bir satır bile yazmıyordu, Mina kızmıştı ve “Oyun bitti,” dedi. “Hayır,” dedi bay çöpçü,”oyunu başlatmak için verdim o kağıdı sana. Ben hikâye bulamadım. Madem benden hikâye istiyorsun öyleyse konuyu sen seç ve ben de yazayım,” dedi. Bir süre sessiz kaldı Mina, gözlerini boş kağıttan ayırmadı. Scat ise heyecanla Mina'yı bekliyordu. Ya istemezse ve Mina giderse ne olacaktı? Tam bu sırada Mina, kağıda bir şeyler karaladı ve masaya bırakarak uzaklaştı. Büyük harflerle 'ÖZGÜRLÜK' yazıyordu. Scat sevinçten haykırdı ve tüm otel lobisindekiler tek başına sevinç çığlıkları atan bu adama baktılar. Kağıdın alt tarafında da bir sonraki randevunun yeri ve saati yazıyordu. Pazar sabah saat 10:00'da spor kıyafetleri ile Maçka Parkı’nda... 

O gece Scat sabaha kadar uyuyamamıştı ve yazıyı yazması için sadece iki günü vardı.
Ertesi gün öğle saatlerine doğru Beyoğlu'na geldi. İş yerine gitmeden önce, boş boş dolaştı İstiklal’de. Bir şeyler karalamaya gayret etse de beceremiyordu. Omuzlarında sanki kocaman bir yük vardı. Hep aklında o soru vardı, ya beğenmezse? Bu nedenle hata yapmaktan korkuyordu. Bunun için cumartesi günü bardan erken çıktı ve tüm gecesini hikâyeyi yazmaya ayırdı.
Mina'nın iki günü ise yine koşturmaca ile geçiyordu. Sonunda Beril aracılığı ile kısa süreli bir sette şeflik yapmaya başlamıştı. Ancak onda tüm vücut hatlarına yayılmış olan bir hırs vardı. Mina Scat için çok fazla şey düşünmüyordu. Scat onun için minik bir oyundu ve ilerisi belki de tehlikeli olabilirdi. Çünkü Scat her gece barda içen ve bara gelen tüm kadınlar ile sohbet eden bir adamdı. Bu yüzden, onu çok önemsemiyordu, ancak ondan etkilendiği de apaçık ortada idi.
Pazar günü Maçka Parkı yine her zamanki gibi Nişantaşı sakinleri ile dolup taşmıştı, etrafta köpeklerini gezdiren, sabah sporu yapan yüzlerce insan vardı. Scat buluşma saatinden bir saat önce parka gelmişti. Parkın içinde sürekli aşağı yukarı dolaşıyordu çünkü park çok büyüktü ve o Mina ile parkın neresinde buluşacağını henüz bilmiyordu. Çok geçmeden Mina siyah bir tayt, pembe, omuzlarını açık bırakan bir bluz giymiş ve saçlarını da at kuyruğu yapmış bir şekilde karşıda görünmüştü. Scat çok heyecanlıydı. İlk kez Mina'yı saçlarını toplamış bir şekilde görmüştü; daha önce saçları hep açıktı. Mina bugün her zamankinin aksine daha çocuksuydu. Masum bir melek gibi, Scat'ın gözlerinin içine bakarak 'merhaba' dediği an Scat kendini okyanusun ortasında özgürce yüzen yunus balıkları gibi hissetmekten alıkoyamadı. Mina'nın bakışları o kadar derin ve uçsuzdu ki içinde kaybolmamak ve bu ezgiye kendini kaptırmamak imkânsızdı. Scat bir anda irkildi ve o da “Günaydın” dedi kısık bir ses tonuyla. Sonra yazdığı yazıyı uzattı. Mina sağ eliyle, henüz değil, dercesine bir işaret yaptı ve zarfı almadı. “Hadi biraz koşalım,” dedi. Parkın içinde tanıdık ama yabancı ikili koşmaya başladılar. Bir yandan da görüşmedikleri bu iki günde neler yaptıklarını birbirlerine anlattılar. Bir kaç tur sonra, parkın boğazı gören yakasına oturdular.
Artık, hikâyeyi okuma vakti geldiğinde Scat'ın elleri terlemeye başlamıştı. Mina, zarfı özenle açtı, ayaklarını uzatıp sırtını Scat'a yasladı ve hikâyeyi okumaya başladı,

Hiçbir şey ılgın bir kar tanesinin teninde erimesi tadında kalmayacak,
Acıların olacak yaşamında, yenilgilerin.
Ya güçlü ol, özgürlüğünü al avuçlarına, düştüğün yerden kalk, her defasında daha kuvvetli,
ya da çekil kenara !
Gitmek gerek bazen, ardına bile bakmadan.
Olmak istediğin şey için, gitmek gerek bazen.
Ya özgür ol, ya da nefsinin kölesi.
Özgür olmalı insan, olabilmeli.
Çocuk olmalı bazen, hiç bir şeye aldırmadan kocaman bir çocuk olabilmeli.
Şimdi ya özgür ol, ya da işte tam tersi ... 


Mina yazıyı bitirdiğinde birden sessizleşti. Duygulanmış ve şaşırmıştı ama belli etmemeye çalıştı. Hala Scat'tın sırtına yaslanmış durumdaydı ve boğaza doğru baktı dakikalarca. Bu adam gerçekten özgürlüğün ne demek olduğunu biliyor, diye iç geçirdi. Çünkü; Mina'ya göre de özgürlük yalnızca yolculuk yapıp dünyayı dolaşmak değil, insanın önce nefsini kontrol altında tutabilmesiydi. Mina gülümsedi ve Scat'a doğru dönerek başıyla testten geçtin, diye onayladı. Scat derin bir iç çekti ve elinde fark etmeden sıktığı taşı yere bıraktı. Daha sonra beraber kahvaltı yaptılar. Saat üç civarlarına geldiğinde Mina, Scat'ın yeni görevini masanın üzerindeki bir peçete yazarak uzaklaşmıştı. Artık Scat'ı daha zorlu bir sınav bekliyordu, ikinci hikâyenin konusu, zamandı...

İki gün sonra Scat saat üçte Beşiktaş vapur iskelesindeydi. Az sonra Mina da geldi ve selamlaştıktan sonra vapura bindiler. Scat ısrarla Mina'dan telefon numarası istese de Mina buna yanaşmıyordu. Çünkü o zaman bu oyunun büyüsü bozulur diye düşünüyordu. Vapurda giderken Mina Scat'tın yazdığı hikâyeyi okumaya başladı ;

Zaman geçiyor içimden.
Ben seyrediyorum.
Yazmaya çalışıyorum zamanı, gücüm yetmiyor.
Yetişmiyor ellerim geçmişe, uzanamıyorum gelecek zaman dilimine,
Hep bir anın içindeyim, aslında hep olduğum yerdeyim,
Tüm doğrularım çevrelemişken bedenimi.
Geçip giden, gelecek, gelmeyecek, gelebilme ihtimali olan ve gelmeyeceğini bile bile yine de beklediklerim…
Dünya dönüyor işte.

Zaman geçiyor içimden, ben hep olduğum yerdeyim…

Ben hep an içindeyim, değişse de mevsimler, nesneler ve olgular…
Ben – An - olmanın ötesine geçemedim hiç.
Sadece bir süre sonra, anımdan her geçenin yüreğime bir iz bıraktığını fark ettim ve sonra yorulduğumu…

Ne garip değil mi? Her zaman – şimdiyi – yaşıyor olmak.
Ama hep bu – şimdi – içinde;
ya geçmiş için yakınıyor, ya da geleceği garanti bile olmayan günler için çırpınıyoruz…
Ve işte sen de
Hep olduğun yerdesin, farkında değilsin ve olmayacaksın da !


Mina yazıyı bitirdi, özenle kağıdı katlayıp çantasına koydu. Scat Mina'nın gözlerine büyük bir heyecan içinde bakıyordu, anaokul öğrencilerinin okul çıkışı annelerini beklemesi gibi an geçmek bilmiyordu onun için. Vapur iskeleye yanaştı, insanlar inmeye başladıklarında Mina da ceketini omzuna alarak ağaya kalktı ve vapurdan indi. Scat'ın elini sıktı ve caddenin karşısına giderek bir taksiye atlayıp İstanbul'un berbat trafiği içinde gözden kayboldu.
Scat'ın dünyası yıkılmış gibiydi, yere çöktü, etraftan insanlar yardıma koştular ama Scat çok iyi Türkçe bilmediği için derdini anlatamamıştı. Az sonra insanların yardımı ile bir banka oturdu. İçinde, midesinin üzerinde bir yanma hissetti, gözleri doldu. Başaramadım, dedi kendine. Denize baktı, parktaki el ele dolaşan insanları süzdü sonra. Mina'yı henüz kazanmadan kaybetmişti. Oysa uzun yıllar sonra ilk kez bir kadında huzuru bulmuş onun berraklığına ve saflığına tutulmuştu. Mina'nın teninin sıcaklığı hâlâ avuçlarındaydı. O gece pencere kenarından uzun uzun gökyüzüne baktı ve aklında onlarca soru işareti ile uykuya daldı...
Scat bir iki gün aradan sonra, yine berbat yaşamına geri dönmüş, içkiyle avunmaya başlamıştı. Mina'ya bir e-posta atmayı düşünmüştü ancak; yenilgiler de kabul edilmeli diyerek o masum meleği daha fazla rahatsız etmek istemedi. Ben kötü bir yazarım, dedi.
Bir pazar sabahı kapısına bırakılmış bir film dergisi buldu. Dergiye biraz göz attı, arka kapağında bir de not vardı.

Hayatımda okuduğum en sert hikâyelerden biriydi; tebrikler. Yeni konu: Aşk, salı günü akşam saat altıda Karaköy Balıkçılar Çarşısı’nda.

 

“Eveetttttttt!” diye haykırdı. Bu, Mina'ydı. Tam yenilgiyi kabullenmiş ve kabuğuna çekilmek üzere iken ansızın gelen bu mesaj güneş gibi aydınlatmıştı Scat'tın kararan hayallerini. Mina Scat'tın yeni hikâyesini de beğenmişti.
Salı günü buluşmadan önce Mina ilk kez heyecanlanmıştı. Daha öncekilerin aksine bu kez Scat'tın ne yazacağını merak ediyordu. Güneş kızıllaşmaya ve ay ile yer değiştirmeye başladığı sırada vakit dolmuştu. Scat karşı kaldırımdaki kalabalığın içinden sıyrılıp Mina'ya doğru yöneldiği anda Mina'nın nefesi kesilmişti. Scat uzun zamandır kesmediği kirli sakalını ve uzun saçlarını kestirmişti. Kot ceketi, gözlükleri ve nostalji ayakkabıları ile tam bir film yıldızı gibi olmuştu. Elinde tek bir tane sarı lale vardı. Mina'nın elini öptü, dizleri üzerine çökerek laleyi uzattı. Mina bundan hoşlanmıştı. Hemen hikâyesini sordu heyecanla. Scat, “Lütfen kendini bir saatliğine bana bırak,” dedi. Hikâyeyi daha sonra verecekti. Mina biraz çekinerek ve ürkerek buna onay verdi. Az sonra iskeleye yanaşan bir sürat teknesine el kaldırdı Scat, “Buradayım,” dedi. Mina şaşırmıştı, Scat onun için bir tekne kiralamıştı. Daha sonra olacaklardan habersiz, tekneye bindi Mina. Sadece etrafında olan biteni, hayranlıkla izliyordu. Tekne Boğaz’ın ve gün batımının kusursuz manzarası içinde yol alırken Scat Mina'nın yanına sokuldu. “Belki,” dedi, “bir daha seni asla göremeyeceğim ama bilmeni isterim ki sen benim için bir tutkusun Mina. Altüst olan yaşamımdan çıkmama yardımcı oldun, karanlığıma ışık oldun. Biliyorum hiçbir şey yapmadın, çok az vakit geçirdik ancak sende hep aradığım o huzuru buldum Mina. Sen gülümsediğinde dünyanın en güçlü insanı ben oldum inan bana.” Mina, bu sözlerden sonra duygulanmıştı ve yine gülümsedi. Scat'ın omzunu sıvazladı ve “Ben bir şey yapmadım Scat,” dedi. “Sen iyi bir insansın ve daha güzel bir hayatı hak ediyorsun ve bu akşam yaptığın jestler beni çok mahcup etti, gerek yoktu.” Mina sözlerini bitirdiğinde Boğaz turu tamamlanmıştı, tekne Çırağan Oteli’nin iskelesine yanaştı bu defa. Beyaz şık kıyafet giymiş bir vale Mina'nın tekneden inmesine yardımcı oldu. Otelin bahçesinden geçerek altın kaplaması olan bir asansör ile teras katındaki restorana çıktılar. Daha önceden ayrılmış cam kenarındaki masaya oturdular. Mina'nın şaşkınlığı ve mahcubiyeti kat ve kat artıyordu. Scat'a dönerek, “Ama böyle olmadı ben şık bir restorana geleceğimizi bilseydim üzerime daha uygun bir elbise giyerdim,” dedi. Mina beyaz bir tayt ve üzerine siyah bir t-shirt giymişti sadece ve makyajı da çok hafifti. Scat Mina'yı dinledikten sonra masanın sağ köşesinde duran bayan garsona bir şeyler söyledi. Her şeyi önceden planlamıştı. Garson Mina'ya dönerek, “Benimle gelin bayan,” dedi. Mina bakışlarını Scat'a çevirdi ve “Neler oluyor?” dedi. Scat son derece sakin bir şekilde Mina'ya “Lütfen sadece dediğimi yap,” diye küçük bir ikazda bulundu. Garson Mina'yı restoranın vestiyerinin yanında olan odaya götürdü ve askıda Scat Carroll yazılı olan elbiseyi Mina'ya uzattı. Bu sizin için, üzerinizi burada değiştirebilirsiniz efendim, dedi ve kapıyı çekerek dışarı çıktı. Mina yere çöktü ve ağlamaya başladı, çok mutlu olmuştu, pis ukala ne yapacağını biliyor, dedi kızgınlıkla. Yavruağzı ve beyaz renklerin bütünlediği elbiseyi titizlikle üzerine giydi. Sanki özel bir tasarımdı ve terzinin elinden çıkmıştı. Vücut ölçüleri onlarca prova sonrası hazır hale ancak gelebilen elbiseler kadar iyi oturmuştu. Yine paketin içinden beyaz, yüksek topuklu bir ayakkabı ve üzerinde melek resmi olan bir kolye çıkmıştı. Mina aksesuarları da taktı. Aynada kendine baktı. Kalbi yerinden çıkacak gibiydi. Dolup dolup boşalan gözyaşlarını sildi. Daha öncede birçok erkek ile beraber olmuştu ancak hiç kimse Mina'ya bu kadar değerli olduğunu hissettirmemişti. Az sonra salona geri döndü, Scat hayranlıkla uzun uzun baktı Mina'ya. Güzel bir akşam yemeği yediler, daha çok kaynaştılar. Yemek sonrası yedikleri cheese cake Mina'nın yediği en güzel lezzetlerden bir tanesiydi. Daha sonra buraya gelip sık sık bu tadı deneyecekti. “Evet,” dedi Mina “artık hikâyemi okumak istiyorum. Bu kadar şey yaptın demek ki hikayene güvenmiyorsun.” “Çok az kaldı,” dedi Scat. Masadan fırlarcasına kalktı, Mina'nın elinden tutarak bir kat daha yukarıya çıktılar birlikte. Mina gözlerine inanamadı. Çatı katında kocaman bir helikopter çalışır bir vaziyette duruyordu. Bu özel otel misafirlerinin boğaz turu yapabilmeleri için kiralanan bir helikopterdi ve şimdi bu Mina'yı uçurmak üzereydi. Mina, Scat'ın kolundan çekerek “Ben yüksekten korkarım,” dedi. “Peki uçağa nasıl biniyordun?” dedi Scat. Birbirlerinin seslerini çok zor duyuyorlardı. “O başka,” dedi Mina. “Lütfen binmeyelim.” Scat, “Güven bana Minai inan bana ben de korkuyorum ama bu şehri bir de oradan görmelisin.” Mina tüm cesaretini topladı ve bindiler. Gerçekten şehrin gece gökyüzünden görüntüsü harikuladeydi. Yer yer esen sert rüzgar helikopteri salladığında Mina Scat'tın elini daha çok sıkı tutuyordu. Bu güzel gezinin sonunda, Scat Mina'yı evine bırakmıştı ve ilk kez onun hakkında bir e-posta adresinden fazlasını öğrenmiş oldu. Mina'yı evin kapısına kadar bıraktı ve yazdığı hikâyeyi ona verdi. Mina evin kapısından içeri girdiğinde, bir rüyada olduğunu düşündü. Az sonra çalar saat sesi ile irkilecek, dişlerini fırçalayacak, üzerini değiştirecek ve servise binerek sete gidecekti. Ama öyle olmadı. Bu gerçekti. Mina üzerini bile değişmeden hemen Scat'tın yazdıklarını okumaya başladı:


SENİ YAZMAYI DENEMEK !!
Seni yaşamak, hayallerin hiç bitmeyeceğini hayal bile edememektir,
Okyanusun dibine dalıp saatler sonra oksijene kavuşmak gibi paha biçilmez…

Sana bakmak, hep görüş alanında aşkı görebilmektir, inancı hissetmek,
Her saniye yeniden heyecanlanmak, meraklanmak…
Sana dokunmak,
Yüzyıllar öncesinden kalma bir fosili toprak altından çıkarmak gibi,
Narin, dikkatli, ellerim titreyerek ve usulca…
Seninle olmak, yeryüzünün tüm teorilerini yıkmak gibi,
Koşulsuz, kuralsız, zamansız…
Sana kavuşmak,
Karmaşıklığın ortasında bir mucizeyi keşfetmek gibi, büyülü ve destansı…
Seni öpmek,
Yaşamdaki tüm kırgınlıkları, yorgunlukları bir çırpıda yok etmek ve
Sonsuz bir enerjiyle yeniden doğmak gibi bir şey…
Sana inanmak, avuçlarımı hiç kapatmadan gökyüzüne açmak kadar derin,
Gökkuşağının sekizinci rengini görebilmek kadar aykırı.
Aşkı sende aramak Mina, gözlerinin derinliğinde onu bulmak;
Yeryüzünden taşıp seni kusursuzca inşa eden Tanrıya varmak gibi bir şey…
Ve seni yazmayı denemek, buna cüret etmek, seni kelimelerle ifade etmeye çalışmak bugüne dek yapılmış en büyük ahmaklıktır…

Cesaretimi bağışla Mina,
Bundan sonra boğazıma düğümlenen tüm cümlelerim sana ‘İfadesiz’

Scat Carroll ...

Son cümleyi okuduktan sonra Mina hıçkırarak ağlamaya başladı. Çok mutlu olmuştu, bu şiir gerçekten kusursuzdu, çok değerli ve ağır sözler içeriyordu. Bir erkekten böylesi derin sözler duymak şu sıralar en çok ihtiyacı olan şeydi. Yazıdaki diğer bir ayrıntı ise gerçekten içten gelerek ve hissedilerek yazılmış olmasıydı. Mina'yı en çok mutlu eden şey de zaten buydu. O dakikadan sonra Scat'a daha başka bir gözle bakmaya başlayacaktı...
Bir kahve suyu koydu, elbisesini özenle çıkartıp yatağının üzerine bıraktıktan sonra, uzun uzun baktı. O gece Mina'nın yüzüne kocaman bir gülümseme takılmıştı, gittikçe çoğalan. Kahvesini aldı, pencere kenarına geçti ve tüm olan biteni düşünmeye başladı. Sanki bir şey onu olmak istemediği bir durumun içine sürüklüyordu. Çünkü Mina henüz aşık olmaya hazır değildi; ancak unuttuğu bir şey vardı, aşk hep yersiz ve zamansız gelecekti...
Scat'ı düşündü, Amerika'yı, hayallerini ve bu hayallerin içinde Scat'a yer olup olmadığını sonra.
Gece aydınlığa dönüşmek üzereyken oturduğu yerde uykuya daldı Mina...

Ertesi gün, sette Beril'e tüm olup bitenleri anlattı. İçi içine sığmıyor, Scat'ı yeniden görmek için sabırsızlanıyordu. Aklına takılan başka bir soru da Scat'ın dün gece bir servet harcamış olduğuydu ancak Scat'ın bir milyarder olmadığından emindi. Öyleyse Scat dünya turuna çıkmak için gece gündüz çalışıp biriktirdiği parasını mı harcamıştı? Bu doğruydu. Üzüldü Mina. Onu en kısa süre içinde yeniden görmeliydi. Set çıkışında Beril ile birlikte biraz dertleşmek için bir cafeye oturdular, Mina Scat'ın yazdıklarını okumuştu. Beril imrenmişti bu yazılara. “Çok şanslısın,” dedi Mina'ya. “Bu adam sana gerçekten çok değer veriyor.” Az sonra kahve söylemişlerdi, ancak Mina Beril'in tavsiyesi üzerine ilk kez Türk kahvesi içecekti. Daha önce çok sık duymuş ama denememişti. Kahveler bittikten sonra Beril Mina'ya “Fal baktırmak ister misin?” diye sordu. Mina bunun ne olduğunu o ana kadar bilmiyordu. Kabul etti, cafenin ayrı bir bölümüne geçtiler ve orta yaşlı şişman bir kadının önünde yere çöktüler. Kadın kahve fincanını eline aldıktan sonra Beril'e, “Sen çık, onunla yalnız olmalıyım,” dedi. Ancak Beril tercümanlık yapmak için kalmıştı. Kadın Mina'nın yaşamına ait can alıcı şeyleri hemen söylemişti. Mina şaşkınlık içinde kadının iri dudaklarından çıkan sözleri dinliyordu. Uzun bir mektup gördü kadın ve çok sevdiği birisini bir kazada kaybedeceğini. Ancak Beril bunu çevirmemişti. Daha sonra Mina'nın yüzlerce insan kalabalığı içinde bir hediye, bir paket gibi bir şey açacağını ondan sonra da hayatının daha aydınlık olacağını, söyledi.
Mina, falcı kadının etkisinde kalmıştı, tüm gün kadının mimiklerini elinin üzerindeki yanık yara izlerini ve kendinden emin bir edayla, söylediklerini düşündü. Sanki insan değildi ve Mina'ya kötülük yapmak için gelmiş bir şeytan gibiydi. Ürktü Mina. O akşam eve gitmeden dışarıda yemek yedi ve garip bir şekilde Scat'a ihtiyaç duydu.
Eve geçti, Scat'a bir mail yolladı.

 

Seni görmek istiyorum, en kısa zamanda, hatta bu maili okuduğun saniye itibarı ile…

 

Scat'a ait bir telefon numarası yoktu. Artık bara da gitmediğini biliyordu. Yine de şansını denedi, barın numarasını buldu ama Scat orada değildi, bir telefon numarası da çalışanlarda yoktu ya da vermek istememişlerdi. Scat kim bilir ne zaman okuyacaktı bu postayı. Belki günler sonra...
Umudunu kaybetti Mina. Sil Baştan adlı filmi izlemeye başladı. Çok geçmeden kapı çaldı, Scat gelmişti. Scat postayı, telefonundan okumuş ve endişe içinde Mina'nın yanına koşmuştu. “İyi misin?” dedi telaşlı bir tavırla. Mina hiçbir şey demeden Scat'a sarıldı ve ağlamaya başladı. “Çok teşekkür ederim, teşekkür ederim, çok teşekkür ederim,” diye tekrarlıyordu. Scat Mina'yı geri çekti, yanaklarından süzülen yaşları sildi ve sakin olması gerektiğini söyledi. Mina kendini bir boşlukta hissettiğini ve falcıdan korktuğunu anlattı. Koridordan oturma odasına geçtiler, Mina biraz daha sakinleşmişti. İçindeki sıkıntı yerini bir anda huzura bıraktı...
“Ne izliyorsun?” diye sordu Scat, “Sil Baştan,” dedi Mina.” Benim bu filmi ikinci izleyişim, eğer izlemediysen tavsiye ederim, beraber izleyelim,” dedi.
Çok geçmeden filmi izlemeye koyuldular. Mina, Scat'ın omzuna doğru başını yaslamıştı. Film yarıya bile gelmeden uyuyakalmıştı. Scat, usulca kalktı onun başının altına bir yastık koydu, üzerini örttü ve melek kadar berrak uyuyan bu güzeli izledi. Onun için Tanrı'ya dua etti. Yanağına hafifçe bir öpücük kondurduktan sonra evden ayrıldı. Çıkmadan masanın üzerine bir de not bırakmıştı. Sabah altı civarında uyandı Mina, Scat yoktu. Diğer odalara da baktı ama gitmişti. Uyuyup kaldığı kanepeye tekrar döndüğüne sehpanın üzerinde ki notu gördü ; 

'Tıkanıp kaldığında, çıkmaza girdiğinde yaşamın, tüm duvarlar üzerine göçmeye başladığında, yeni bir sayfa açmak gerek bazen 'Sil Baştan' yapmalı, yapabilmeli insan' yazıyordu. Bir de altına telefon numarasını bırakmıştı Scat. Bu adam gerçekten bir çılgın, diye iç geçirdi Mina.Geceki filmi hatırladı ve sil baştan dedi, sil baştan ....

O andan sonra yaşam ikisi için de farklı bir anlam kazanmıştı. İstanbul Scat için berbatlığın ötesine geçmiş ve aşkı ifade başlamıştı. Mina ise eski erkek arkadaşından kalma bazı travmalar yüzünden Newyork'a geri dönmemiş ve biraz uzak kalmak için annesinin doğduğu bu şehirde kalmayı tercih etmişti. İkili ismini koymasalar da bir ilişki içine sürüklenmişlerdi. Bazen iki sevgili gibi bazense sıkı iki dost gibiydiler.

Günler bu şekilde devam ederken yağmurlu bir İstanbul günü Scat Mina'yı eve davet etmişti. Leziz yemekler hazırlanmış, ev temizlenmiş ve Mina'nın o çok sevdiği chesee cake Çırağan Oteli’nden satın alınmıştı. Az sonra kapı çaldı. Mina kırmızı bir ceket, siyah dar bir pantolon ve dizlerine kadar gelen bir çizme giymişti. Scat onun bu doğal halini çok sevmişti. Eline aldığı uzun şemsiye ile de yağmuru simgeliyordu sanki. Scat, Mina'yı içeri davet etti. Mina biraz üşütmüştü ve hastalanmak üzereydi. Scat bu duruma çok üzülmüştü. Çünkü onun böyle mutsuz ve hasta olması onun canını yakıyordu. O Mina'yı her zaman neşeli ve gülümserken görmek istiyordu ve bunun için de ne pahasına olursa olsun mücadele edecekti. Mina gülümsediğinde, yeryüzünün en güçlü insanı oydu. Scat mutfağa gitti, ocağa sıcak bir su koydu, suyu içine elma, tarın, zencefil, defne yaprağı, limon, nane, bal, havuç, rozmari, papatya ve ada çayı atarak biraz kaynattı. Daha sonra babaannesinden öğrendiği bu bitki çayını Mina'ya getirdi. Sonra, tekrar mutfağa geçti ve masayı hazırlamaya başladı. Birkaç dakika sonra Mina elinde boş bardak ile mutfak kapısından içeriye girdi, hepsini bitirdim dercesine bardağı havaya kaldırdığı anda dibinde kalan bir kaç damla Mina'nın yüzüne ve saçlarına döküldü, o anki çocuksu utangaçlığı ve hemen kapıdan geri kaçışını Scat çok sevmişti ve bazı anlar dalıp dalıp onun bu tavrını aklına getirecek ve içi kıpır kıpır olacaktı. Neyse ki Mina bu çayı sevmişti. Yemekten sonra Mina Scat'a kötü bir haber verdi. Los Angeles'tan Mc Galway's Art Production Company 'den bir iş teklifi almıştı. Daha doğrusu önceden yaptığı başvurusu onaylanmış ve Mina Amerika'nın en ünlü filmlerinin yapımını üstlenen bu şirkette sanat koordinatörlüğü işini kabul etmek üzereydi. Bu hayallerine bir adım daha yaklaşması demekti. Çünkü artık filmleri kendi yönetebilecek ve senaryo akışlarına müdahale yapabilecekti. Sonunda zor da olsa bunu Scat'a söylemeyi başardı. Mina çok üzgündü, o da Scat'a karşı bir şeyler hissetmeye başlamış ve her şeyden önemlisi ilk kez bir erkeğe bu kadar güven duymuştu. Scat'a duyduğu bu güven gerçekten çok derindi, bir baba gibiydi Scat onun için. Babalar nasılsa evlatlarını asla yarı yolda bırakmazlar ve çocuklarda bu güvenle yaşamda daha dik dururlar, işte öyle bir histi Mina'nın Scat'a duyduğu bu güven. Ama diğer bir yanda yabancı olduğu bu şehirde, hayallerinden uzak daha fazla kalamazdı. Scat uzun uzun dinledi Mina'yı. Ona kızmadı. Sonuna kadar ona hak verdiğini ve onun için dua edeceğini söyledi. “Ama eğer istersen,” dedi Scat, “başka bir şehre gidebiliriz. İstanbul'da kalmak zorunda değiliz, Kore'ye gidelim, Avrupa'ya gidelim nereye istersen orada yaşayalım,” dedi. Ancak Mina kararlıydı ve bu işi geri çeviremezdi. “Sen de Los Angeles'a gel Scat,” dedi. “İlişkimizin devamlılığı için bunu yapmak zorundasın, barlarda çalışmak yerine daha düzgün bir iş bulmalısın.” Scat Amerika'ya dönmek istemiyordu. Ama Mina'yı kaybetmek de istemiyordu. “Amerika'da ne iş yapacağım?” diye sordu sonra. “Yazarlık yapabilirsin. Sen benden saklıyorsun ama ben senin bir tiyatro yazarı olduğunu biliyorum,” “Bu doğru,” dedi Scat, “ama eskidendi. Artık yazmıyorum ve yıllar sonra ilk kez senin sayende bir şeyler karalamaya başladım.” “Bence devam etmelisin, sen iyi bir yazarsın hele ki biraz da üzerine yoğunlaşırsan bir film bile yazabilirsin ve ben de bu filmi çekerim.” Gülümsedi Scat, bu çılgınca fikir hoşuna gitmişti. “Denemek gerek,” dedi. Mina'nın övgü dolu sözleri onu mutlu etmişti. Ancak, gitmek ya da kalmak konusunda bir cevap vermedi. Mina'nın saçlarını okşadı, yanağına ve dudaklarına usulca öpücükler kondurdu. Mina da buna karşılık verdi ve kısık bir ses tonuyla “Lütfen gel benimle, hayatımın erkeği ol, beni yalnız ve güçsüz bırakma,” dedi. O gece ilk kez birlikte uyudular ve yeni bir güne ilk kez beraber merhaba dediler. Bu his Mina'yı fazlası ile mutlu etmişti. Yeni güne beraber başlamak. Çünkü; yaşam her daim toz pembe olmayacaktı, karanlık, sıkıntılı geceler de geçireceklerdi ancak güneşin her sabah doğması ve bunu bıkmadan her gün tekrarlıyor olması gibi, onlar da tüm karanlık ve zor gecelerin ardından beraberce uyanıp tüm her şeye göğüs gere bilirlerdi...
Scat, öğleye doğru evden çıkmıştı. Nereye gittiğini Mina'ya söylemedi. Sadece iki saat sonra döneceğini söylemişti. Evden çıkmadan önce Scat Mina'ya bir kağıt vermişti. Kağıtta daha önce hiç karşılaşmadığı bir alfabe ile bir şeyler yazıyordu. Scat bunun ne olduğunu söylemedi, sadece eski bir Katana alfabesi olduğunun ipucunu verdi. Mina merakla hemen internetin başına giderek bu yazıyı çevirmeye başladı. Sonuç, oldukça ilgi çekici ve enteresandı. 'Sonu Tanrı'ya Varan Yolculuklar Düşleyelim' yazıyordu. Bu Mina'nın çok hoşuna gitse de, tam olarak ne anlam taşıdığını kestirememişti. Bir iki saat sonra Scat döndü. Mina tüm gün evde kalmış bol bol kitap okumuştu. Scat Mina'nın ellerini avuçları içine aldı, yanına oturdu, gözlerine bakarak, “Seninle Amerika'ya geleceğim,” dedi. Tam Mina sevinç çığlığı atmak üzereydi ki Scat ikinci cümleyi patlattı. “Ancak; tek bir şartım var.” Mina merakla başını salladı. “Amerika'ya gitmeden önce benimle bir yolculuğa çıkmanı istiyorum,” dedi. “Sadece on beş gün. Sonra her şey senin, kumanda sende olacak. Ama bana on beş gün ver prenses, seninle sonu belli olmayan bir yolculuğa çıkmak benim için paha biçilmez.” Biraz düşündü Mina, “Peki,” dedi, “nereye gideceğiz?” Scat bir süre sessiz kaldı, Mina'yı öptü, “Seni geçmişe götüreceğim,” dedi. Bu sözden on iki gün sonra Mina kendini Kahire Uluslararası Havalimanı’nda buluverdi. On beş gün sürecek Mısır Piramitleri gezileri başlamıştı. Mina'nın en çok gitmek istediği yerlerden biriydi piramitler ve Scat onun bu isteğini yerine getirmiş oldu...



KRAL SCAT 

Kahire'nin piramitler bölgesi diye adlandırılan yakasında bir otele yerleştiler. Gezinin daha rahat geçmesi için bir araba kiralamışlardı. Sıcak Mısır günlerinde geçmişe yolculuk artık başlamıştı...

İlk günlerinde Nil nehrinin batı yakasında bulunan Sfenks piramidini gezmek için yola çıkmışlardı. Scat da tıpkı Mina gibi piramitlere her zaman ilgi duymuştu. Şimdi ise bu harikulade yapıtları yakından görecek ve binlerce yıldır hiç bir araştırmacının çözemediği derin sırlar içinde kaybolacaklardı. Sfenks, yarı insan yarı aslan şeklinde olan bir piramitti. Aslan güneşi simgelediği için Mısırlılar tarafından tarih boyunca kutsal sayıldı. Rehber eşliğinde gezmeye başlamışlardı. Mina Scat'tın elini bir an olsun bırakmıyor, sık sık fotoğraf çekiyordu. Sfenks piramidinin Firavun Khafre tarafından yaptırıldığı sanılmaktaydı. İçinde gizli odaların olduğu bu gizemli yapı çok ilginçti, kışları içi sıcak yazları ise soğuk oluyordu. Mina derin bir hayranlıkla tüm detayları inceliyordu. En çok, içeri giremedikleri firavunun mumyasının olduğu oda ilgisini çekmişti. Bu oda yılda sadece iki kez güneş ışığı alıyordu biri firavunun doğum, diğeri ise tahta çıktığı gündeydi. Muazzam bir matematik ve olağanüstü bir deha vardı her bir taşında. Günümüz teknolojisinde bile sırrı çözülemeyen bu yapıları yakından gördüğü için Mina Scat'a minnettardı. Otele dönüş yolunda Nil nehri kenarında biraz mola verdiler. Karşıda bir kervan halinde develer ile yük taşıyan yerliler vardı ve onların arkasında dünyanın yedi harikasından biri sayılan Keops piramidi görünüyordu. O piramitlerin en büyüğü olmasa da en ihtişamlı olanıydı. Mina onu görmek için sabırsızlanıyordu ancak o sonraki günlerde olacaktı. Nehir kenarında biraz yürüdükten sonra güneşin piramitlerin üzerinde dans ederek gözden kaybolmasını izlediler. İlk kez İstanbul dışında beraberlerdi ve ikisi de inanılmaz mutluydu. Mina her fırsatta arkadaşı Beril'i arıyor ve yaptığı her şeyi tüm detayları ile ona anlatıyordu. Scat bu durumu her defasında dalgaya alarak Mina'yı kızdırıyordu. Scat Sfenks piramidini gezerken kendini geçmiş yıllardaki insanlar gibi hissetmekten alıkoyamadı ve ileride yazmayı deneyeceği film için kafasında konu kurmaya başlamıştı...
Ertesi sabah Giza bölgesine gittiklerinden etrafta garip sessizlik vardı. Yılın bu mevsiminde zaten pek fazla turist gelmiyordu. Garip olan ise yerliler de ortalıkta yoktu. Sadece gözleri sürmeli telaşlı bir bekçi vardı. O da Arapça Scat ve Mina'ya bir şeyler söylemişti. İngilizce bilmediği için anlaşamadılar. Piramidin yüksekliği yaklaşık yüz otuz beş metre civarındaydı. Mina bu yapıta hayranlıkla bakıyor ve eliyle taş sütunların üzerine dokunuyordu. Çok geçmeden karşıdan yükselen bir toz bulutu gördüler ve hızla piramidin sekiz metrelik yüksekliğe sahip kapısından içeriye girdiler. Biraz yürüdükten sonra içerisinin diğer piramide göre daha sıcak olduğunu farkettiler. Koridorlardan geçtikçe Mina'nın içine bir ürperti düşmüştü. Scat'a iyice sarıldı. Sanki bastıkları taşlar hareket ediyor gibiydi. “Daha fazla gitmeyelim,” dedi Mina. Scat da bu uyarıyı dikkate aldı ve geri dönmeye başladılar. Ancak bir saattir sanki aynı koridorda geziyor gibiydiler. Scat Mina'nın gözlüğünü aldı ve yere attı. Bir şey denemek istiyordu. Sonra yola devam ettiler. Taştan koridorlardan geçmişlerdi ama az sonra Mina'nın gözlüğünün yerde olduğunu gördüler. Dönüp dolaşıp aynı yere geliyorlardı. Mina telaş içinde ağlamaya başladı. Scat ona sarıldı ve “Sakin ol,” dedi. “Biliyorsun burada yüzlerce koridor var. Galiba biz karıştırdık, şimdi yardım çağıracağım.” Ancak; Scat'ın unuttuğu şey içeride hiçbir elektronik cihazın çalışmadığıydı. Bu olağan üstüydü. Süt bile burada bozulmadan yoğurda dönüşüyor, kirli su kendiliğinden temizleniyor, yaralar en kısa sürede iyileşiyordu. Bugün Keops’un içinde mezarı bulunan Firavun Khufu'nun doğum günüydü ve Mısırlılar öğlen saat on ikiden sonra güneş piramidin çatısına değdiği andan itibaren üç gün buraya gelmezlerdi. Bu kehanet yıllarca böyle devam etti daha önce Giza bölgesine araştırma için bu tarihte giden bilimcilerden haber alınamadı. Bazıları ise maruz kaldıkları yüksek radyasyon yüzünden kısa süre içinde kanserden ölmüşlerdi. Yol boyunca uyarı levhaları vardı ancak rüzgâr ve toz bulutu yüzünden Scat bu levhaları görmemişti. Belki de bekçi de onları uyarmaya çalışmıştı ancak bu da yeterli olmamıştı. Şimdi Scat ve Mina tarihin tam ortasında bütün kehanetlerin içinde kalmışlardı ve güneşin piramidin doruk noktasına değmesine sadece kırk beş dakika kalmıştı...
Az sonra ikisi de yorgun düşmüş ve halsiz hissetmeye başlamışlardı. Koridorun içi yeşil bir toz bulutu ile kaplandı. Nefes almaları da güçleşmişti. Bir süre sonra Scat gözlerini açtı. Bayılmışlardı ve telaşla Mina'yı kucağına alarak koşmaya başladı. Toz bulutu yok olmuş ve kapanan çıkış kapısı da açılmıştı. Dışarı çıktıklarında Scat çantasından su çıkardı ve Mina'nın yüzüne sürmeye başladı. Mina da çok geçmeden kendine geldi. Yaşadıkları şoku henüz atlatamamışlardı. Scat telefonunu çıkardı ama çalışmıyordu. Hemen arabaya koşmak istedi ama araba yerinde yoktu. Sadece araba değil. Bekçi kulübesi de yok olmuştu. Scat Mina'yı sakinleştirdi ve kuzey batı tarafında doğuya doğru ilerleyen bir insan grubu gördüler. Hızla toparlanıp onların peşine düştüler ama bu olacak gibi değildi, mesafe çok uzaktı. Mina çok yorgun düşmüş ve çok acıkmıştı, biraz soluklanmak için oturdular. Son olarak bu bölgeden çıkıp Nil kıyısına  ve nehri takip ederek oradan da Kahire merkeze gitmeyi kararlaştırdılar. Ancak ters giden bir şeylerin olduğu kesindi. Buraya gelirken gördükleri hanlar, yol boyunca uzanan baharatçılar ve palmiye ağaçlarından eser yoktu. Boş uzun bir deltanın içinde iki aşık yapayalnızdı. Gün rengini kırmızıya bırakmaya başlamıştı. Hava kararmak üzereydi. Mina gece yürümenin tehlikeli olabileceğini söyledi. Güvenli bir yer bulup geceyi orada geçirmeliydiler. Yaklaşık bir saat sonra dikdörtgen şeklinde yapılmış evlere rastladılar. Daha çok tapınağa benzeyen bu evler, sanki binlerce yüzyıl öncesine ait değildi. Yeni inşa edilmiş bir yapı gibi taşları ve toprağı tazeydi. Mina izlediği bir belgeseli anımsadı ve buranın Hierakonpolis Tapınakları olduğunu düşündü. Ancak bu bölgenin yarısının toprak altında kalmış olması ve kazı araştırmasından arta kalan izler görebilmeleri gerekirdi. Oysa bu yapılar tazeydi. Yine de kendilerini daha fazla tedirgin etmediler. Mina Scat'ın kucağına uzanıp uyumaya çalıştı. Scat'ta her ne kadar nöbet tutmak istese de o da yorgun düşüp uykuya dalmıştı...



Sabah gözlerini açtıklarında elleri mızraklı yaklaşık on iki on üç adamın etrafında çember oluşturduklarını gördüler. Scat onlara durumu anlatmaya çalıştı. Turist olduklarını, piramidin içinde kaldıklarını ve Kahire merkeze gitmek istediklerini. Ancak etrafındaki adamlar sadece birbirlerine bakıyor ve tepki vermiyorlardı. Mina fazlası ile ürkmüştü. Scat'a sıkıca sarıldı ve sessizce olan biteni izlemeye başladı. Scat adamların İngilizce bilmediğini düşünmüştü. Ayağa kalkıp, hemen en yakınında duran yarı çıplak saçları örgülü adama doğru yöneldi ancak bu garip insan geri çekilmeye başladı. Scat'tan korkuyor gibiydiler. Scat ise çaresiz bir halde elinde tuttuğu kaldıkları otelin broşürünü onlara göstermeye uğraşıyordu. Olacak gibi değildi. Mina yola çıkmayı teklif etti. Bu insanlar bizi anlamıyor boşuna zaman kaybetmeyelim, dedi. Scat'ta aynı fikirdeydi. Tam toparlanıp yola çıkmak üzereyken tapınağın içine başka bir gurup daha geldi. Hepsi yarı çıplaktı ve çoğunun üzerinde deve derisinden yapılmış kürkler vardı. Scat diğer gruba da durumu izah etmeye çalıştı ama nafile. Bu insanlar sanki çağ dışıydı. Grubun lideri gibi gözüken yaşlı bir kadın Mina'ya sokuldu. Onun saçlarına dokundu. Çantasına, ayakkabılarına dikkatlice baktı. Mina çok korkmuştu. Yaşlı kadın son olarak Mina'nın ellerine baktı ve kırmızı ojelerini gördüğü an bir anda şarkı söyleyip dans etmeye başladı. Diğer insanla rda çığlıklar atarak bu dansa eşlik ediyorlardı. Scat ve Mina sadece şaşkındılar. Bir başka kadın onlara içinde yeşil bir sıvı olan topraktan yapılmış bir kase verdi. Sanırım bize yemek ikram ediyorlar, dedi Scat. Mina ise telaş içinde, “Lütfen Scat, bunu içmeyelim ve beni bu lanet olası yerden çıkar,” diyerek ağlamaya başladı. Scat ise onu sakinleştirmeye çabalıyordu. “Bunlar sanırım köylüler olmalılar, korkma. Bizi buradan çıkaracağım,” dedi. Mina'nın ağladığını gören yaşlı kadın yeniden şarkı söylemeye başladı. Scat ise verilen bu çorbaya benzeyen yemeği dilinin ucuyla denemiş ve sevmişti. Çok geçmeden bu ikramı sonuna kadar içtiler ve açlıklarından eser kalmamıştı. Yerliler yeniden bir çember olup Scat ve Mina'yı aralarına alarak yola çıktılar. Sonunda eve gidiyoruz diye sevinmişti Mina yaşlı kadının kendisine verdiği kolyeyi incelerken. Nil deltasının ıssız ve ürkütücü yolunda ilerliyorlardı. Çok geçmeden tamamı taştan oluşmuş bir yerleşim yerine gelmişlerdi. Daha önce gruptan ayrılan ve habercilik görevini üstlenen esmer genç köyün giriş kapısında duruyordu ve elindeki boruyu çalarak köy sakinlerini uyardı. Scat Mina'ya dönerek, “Baksana sanırım bizim için bir karşılama hazırlamışlar,” dedi. Mina ise her zamanki şüpheci tavrını takınarak, “Saçmalama Scat, biran önce eve gitmek istiyorum,” dedi.
Köyün giriş kapısından içeriye girdiler. Yaklaşık beş altı tane taştan yapılmış evin olduğu minik bir yerleşim yeriydi burası. Mina ve Scat’a tuhafça bakan yerliler bir halka oluşturmuş bekliyorlardı. Bu halkanın ortasında yanan devasa bir ateş vardı ve insanlar RA,RA,RA diyerek güneş Tanrıçasının ismini haykırıyorlardı. Aynı zamanda da ellerindeki ahşap kapların içinde duran kutsal suyu Scat ve Mina’nın üzerine atarak dua ediyorlardı. Duaları boyunca dans edip, şarkılar söylemişlerdi. Kendi aralarında kaba bir dil ve ilginç sesler kullanan bu köy halkı tapınaktaki en güzel evi onların kalması için hazırlamışlardı. Meyveler, birbirinden ilginç yemekler vardı. Her yerinde ateş yanıyordu. Scat bu kadar muazzam bir misafirperverlik beklemiyordu açıkçası. Yine de korkuyorlardı ve sabah olmadan kaçma planı yapmışlardı.
Mina korkunun dışında o gece derin bir hayranlık duymuştu Scat’a. Onun, Mina’yı koruyan ve sahip çıkan tavırları onu çok etkilemişti. Her şeye rağmen güzel bir maceranın içinde onunla olduğu için Tanrı’ya şükretti.
Ertesi gün, gün doğmadan yanlarına bolca yiyecek alarak tapınaktan uzaklaştılar. Ancak hâlâ ters giden bir şeyler vardı. İki gün boyunca bu koca deltanın içinde hiçbir yaşam belirtisine de rastlamadılar. Yiyecekleri ve suları da tükenmişti. Duş alamadıkları için kötü kokmaya başlamışlardı, Scat’ın sakalları da iyiden iyiye uzamıştı. Bir süre daha dayanıp yürüdüler ama sonunda açlıktan ve yorgunluktan baygın düşmüşlerdi.
Gözlerini açtıklarında binlerce insan kalabalığı içinde taştan çatısı çok yüksek bir yapının içinde buldular kendilerini. İçinde garip bir sıvı olan bir kese ile genç iki kadın onların cildine bir şeyler sürüyor ve dua okuyorlardı. Ne gariptir ki, çok geçmeden yorgunluklarından eser kalmamıştı. Bir din adamı olan Manetho, Scat’ın yanına sokuldu. Elinde aslan başlı, kadın gövdeli bir asa vardı. Bu asayı ona uzattı ve onu kolundan tutarak ayağa kaldırdı. Scat çaresizce hâlâ Kahire’deki otele gitmek istediklerini anlatmaya çalışıyordu. Ancak bir süre sonra Mina ve Scat MÖ 2500’lü yılların ortasında Firavun Khufu dönemine denk geldiği zamanların tam ortasında kaldıklarını anlamışlardı. Tüm bu bilgiye duvar yazıtları, tarım aletleri ve Mina’nın çantasında olan Antik Mısır Ansiklopedisi sayesinde ulaşmışlardı. Rüya gibi bir gerçeğin tam ortasındaydılar. Firavun Khufu ölmüş ve Keops Piramidi’nin yapımına başlanmıştı. Ana Tanrıça İsis’ten uygarlığı idare edebilecek yeni bir firavun dileyen Mısırlıların dualarına Güneş Tanrıçası RA, çok geçmeden yanıt vermiş Scat’ı yeni firavun olarak onlara göndermişti. Çünkü bu iki yabancı güneşin tam battığı yerde, Khufu’nun doğduğu tapınağın paralelinde ve sıradan halka benzemeyen bir biçimde ortaya çıkmışlardı. Scat ve Mina binlerce yıl öncesinde yaşayan bu matematik dehası insanların yaptıklarını şaşkınlıkla izleyeceklerdi. Khufu’nun öğreticisi ve tapınağın rahibi olan Manetho, asayı Scat’a vererek büyük bir törenle onu yeni firavun ilan etmişlerdi. Durumu delilik sınırında da olsa kabul edebilen Scat ve Mina krallığın tadını çıkarmaya başlayacaklardı. Ancak sadece işaret dili ve resimler ile anlaşabiliyorlardı. Bir de bazı kelimelerin anlamlarını öğrenmişlerdi. Örneğin; birisi telaş içine ‘gurnma, gurnma’ dediği zaman çok geçmeden yağmur yağardı ve bu yağmur suları tapınakların çatısındaki kanallar sayesinde mahzenlerde biriktirilirdi. ‘Gilla’ bir memnuniyet ifadesiydi. Kim bir şeyden memnuniyet duysa ‘gilla’ diyordu. Scat için devasa bir yapı inşa edilmişti. Burası onun sarayıydı artık. İşleyen sıradışı bir sistemin içinde onu eğlenceli hale getirmeye çalışıyordu. Mina ise adı Sia olan bir kadının yanında ayrı bir tapınakta tutuluyor, özenle bakılıyor ve besleniyordu. İki aşık yaklaşık bir ay birbirlerini hiç göremediler.
Tüm uygarlık Güneş Tanrıçası’na şükretmek ve kötü ruhları uzaklaştırmak için büyük bir törenle ona kurban vermek için hazırlık yapıyordu. Scat bu kurbanın aylardır tapınakta özenle bakılan Mina olduğunu öğrendiğinde çılgına döndü ve geceler boyunca yanlarında getirdikleri kitabı okuyarak bilgi ediniyor, taşlara şekiller çizerek diğer din adamları Abidos ve Sekment’te onu kurban etmemeleri gerektiğini açıklamaya çalışıyordu. Hal böyle giderken tüm hazırlıklar da devam ediyordu. Uzun zaman sonra; altı kölenin taşıdığı bir taht ile tapınak dışına çıktı Scat. Keops’un inşasının olduğu yere götürülmüştü. Gözlerine inanamadı Scat. Develer, filler, devasa kuşlar ile tonlarca ağırlığındaki taşlar buraya taşınıyordu. Her biri birbiri içine geçen üçgenler yapılıyor güneş ışınları ve elde edilen yüksek enerji aynalar yardımı ile bu üçgenlerin içine hapsediliyordu. Sonra da bu enerji topları piramidin içine özenle yerleştiriliyordu. Rüzgâr, yağmur, ay tutulması tüm doğa olayları bu yapıya şekil veriyordu. Mezarları biten firavunun hizmetkârları tek tek öldürülüyor ve diğer yaşamda Khufu’ya hizmet etmesi için mumyalanıyorlardı…
İki hafta sonra Firavun Scat Mina’yı onun dikkatini dağıttığını ve böyle olunca da uygarlığı eşit yönetememesinden korktuklarını bu yüzden de güneşten gelen bu kızı ona geri vermeyi kararlaştırdıklarını anlamıştı. Kurtuluşun tek yolu onunla evlenmesiydi ve buna da tüm din adamlarının onay vermeleri gerekmekteydi. Ancak bu çok güçtü, çünkü firavun yalnızca tapınağa ait olan bir kadın seçebilirdi. Mina ise buraya ait değildi…
 
 

Üç ay sonra;
Artık büyük gün gelmişti. Bugün Güneş Tanrıçası’na şükürler sunulacak, dualar edilecekti. Vakti gelmişti. Eğer ayin yapılmazsa kutsal güneşi lanetleyebilirdi. Firavun Scat, tüm planını yapmıştı ve Mina’yı kurtarmak için krallığından vazgeçebilir, kötü ruhlar tarafından sonsuza kadar mahkum edilebilirdi. Ama o sevdiğinden vazgeçmeyecekti. Mina ise ne olduğundan habersiz, aylardır Scat’ı görememenin verdiği endişe ve hâlâ bitmek bilmeyen bir rüyanın içinde olmasından dolayı delirmek üzereydi. O gün yaşlı bilge kadın Mina’yı özenle giydirmiş, saçlarına yağlar, kokular sürmüştü. Sonunda yaşamın başlangıç noktası olduğuna inanılan yere geldiler ve şarkılar eşliğinde ayine başladılar. Mina tam bu karnavalın ortasında, taştan yapılmış bir yatağın üzerine yatırılmıştı. Çok geçmeden Kral Scat askerleri ile görünmüştü. Din adamları yanan büyük ateşin yanında sıralı bir şekilde durmuş Tanrılar ve insanlar arasında köprü oluşturmuşlardı…
Ayin süregelirken güneş en tepeye olması gereken yere ulaştı. Kralın işaretinden sonra Mina kavurucu sıcakta yalnız bırakılacak ve Güneş Tanrıçası’na armağan edilecekti. Artık tüm gözler Scat’ta idi. Kral ayağa kalktı, sağ eliyle çalan davulları ve zilleri durdurdu. En yaşlı din adamı olan Manetho’yu yanına çağırdı ve ona gecelerdir oyarak işlediği taştan resmi gösterdi. Resimde Kral Scat bir kadının yanında duruyordu. Bu bir kraliçeyi anımsatıyordu. Tıpkı eski firavunların eşleri gibi kafasında fil dişlerinden yapılmış bir taç vardı. Manetho resmi diğer din adamlarına da gösterdi ve kralın bir kraliçe istediğini anlattı. Scat duraksamadan ikinci resme geçti. İkinci resimde kavurucu bir sıcak altında kral yerde yatıyordu. Yukarıda Ana Tanrıça İsis vardı. Kral bu resimde ölmüştü. Üçüncü resimde ise kraliçeden yeni bir firavun dünyaya gelmişti ve uygarlık bolluk içinde uzun yıllar geçirecekti. Resimler bittiğinde din adamları kralın demek istediklerini anlamışlardı. Scat hastaydı ve ölecekti. Yerine bakabilecek yeni bir firavun gerekiyordu ve bunun için bir eş seçip evlenmesi gerekti. Bilge adamlar buna onay verdiler. Tüm bekar kızlar ve eşleri ölmüş kadınlar bir kenara ayrıldı. Abidos, kralın yanına geldi ve birini seç dercesine bir şeyler fısıldadı. Scat, kalabalığa uzun uzun baktı. Tüm insanlar sessizdi ve gelecek nesilde tapınağı yönetecek yeni kralın annesinin kim olacağını merakla beklemeye başladılar. Scat tahtından aşağı indi ve yönünü batıya çevirerek gözyaşları içinde olan biteni anlamaya çalışan Mina’yı işaret etti.
Tüm tapınak sakinleri şaşkınlık içinde kalmışlardı. Çünkü kral kendisine eş olarak tapınağa ait olmayan birini seçmişti. Yaşlılar konseyi buna şiddetle karşı çıktılar. Scat Mina'nın yanına kadar sokuldu, bağlı ellerini çözdü ve aylardır görmediği Mina'ya doya doya sarıldı, öptü. Mina sadece şoktaydı ve krala sımsıkı sarılmıştı. Bilge din adamları böyle bir şeyin olamayacağını, yoksa Tanrıların uygarlıklarını lanetleyeceklerini düşünüyorlardı. Bunu öğrenmenin tek yolu vardı, o da Mina'nın kendisini tapınaktan biri olduğuna inandırmasıydı. Tüm herkes çember oldu. Scat Mina'ya güçlü olmasını gerektiğini söyledi ve asla geri adım atmamalıydı. Kral yeniden tahtına geçti. Çemberin ortasına devasa bir aslan kafesi getirildi. Eğer Mina hayatta kalıp güneşin simgesi bu aslanı öldürebilirse artık tapınaktan sayılacaktı. Korkuyordu ama başka çaresi de yoktu. Çalan davullar son vuruşunu yaptıktan sonra kafesin kapısı açıldı. Dev aslan kükreyerek hızla tapınağa ait olmayan bu kızın üzerine doğru atıldı. Mina elindeki mızrağı karşıya doğru uzatarak diz çöktü, kıpırdayamadı. Aslan Mina'nın etrafında çemberler çiziyordu. Oturduğu yerden kalktı Mina, olan biteni endişe içinde izleyen hayatının erkeğine baktı. Tanrı'ya dua etti. Hızla aslanın üzerine koşmaya başladı, tek bir hamle hakkı vardı. Eğer bu hamle ölümcül olmazsa, yaralı aslan saniyeler içinde onu paramparça edecekti. Bu çirkin ve lanet olası yaratık ile göz göze geldi. Davullar ve çan sesleri giderek yükseliyordu. RA, RA, RA diye güneş tanrıçasının adını haykıran kalabalık aslanın birazdan kızı ezip geçeceğinden emindi. Ancak; öyle olmadı, Mina tüm gücü ile hayvanın kalbinin üzerine bir mızrak darbesi vurdu. Büyük bir acı içinde kükreyen aslan Mina'nın üzerine doğru gitmeye devam etti. Bu hamlesi mızrağın kalbine daha sert bir şekilde saplanmasına neden oldu. Çok geçmeden aslan çemberin sol tarafına yığılmıştı. Manetho'nun işareti ile tapınağa kabul edilen Mina, kendini harika hissediyordu. Scat onun bu savaşçı tarafını ilk kez görmüş ve olağanüstü bulmuştu. Koşarak tahta çıkan Mina, Scat'a sarıldı ve “Bensiz bir uygarlık mı yönetecektin sen?” diyerek gülümsedi. Tüm tapınak insanları da yeni kraliçeye boyun eğdiler ve ona şükranlarını sundular. Güneş Tanrıçası’na da kurban olarak aslan hediye edilmişti.
Ertesi gün büyük düğün için herkes hazırdı. Tüm tapınak dualarla, kutsal yiyeceklerle donatılmıştı. Mina için ikinci bir taht inşa edilmişti. Baş hizmetkârı olarak kendisine aylardır özenle bakan Sia'yı seçmişti Mina. Çok geçmeden Kral Scat yeni kraliçesini Tanrıların ve tüm halkın huzurunda ilan etmişti. Tacını başına taktı ve dudaklarına kocaman bir buse kondurdu...
O anda yükselen alkış seslerinin içinde Mina, sahneye doğru yöneldi, yine her zamanki gibi büyüleyiciydi. Yavaş adımlarla sahneye çıktı. Eski bir film yıldızı olan Patrick Beunwey'den Oscar Ödülü aldı. Evet Mina'nın filmi yılın en iyisi seçilmiş ve Oscar kazandırmıştı. Mikrofonu eline alan Mina çok heyecanlıydı. Gözlerinin içi parlıyordu. Kısa bir teşekkür konuşmasının ardından bu filmin yazarı ve baş mimarlarından biri olan erkek arkadaşı Scat'ı sahneye davet etti. Scat yine alkışların arasında podyuma çıktı. Artık dünyanın zirvesindeydiler. Mina'nın hayalleri gerçek olmuştu ve Scat'tın yazdığı 'Hikâyeler' adlı filmin yönetmenliğini üstlenerek artık Oscarlı bir yönetmen olmuştu. Mikrofon Scat'ta iken kenarda BCM ajansın muhabiri Daniel bu filmin nasıl yazıldığını sormuştu. Scat bu başyapıtın nasıl oluştuğunu anlattı. “Bir öğleden sonra Mina, ahşap kokan bir restoranın bar kısmında oturuyordu. Canı sıkıkın ve hüzünlüydü. Ona boş bir kağıt verdim, hadi ortak bir hikâye yazalım, dedim. Şaşkınlıkla yüzüme baktı. Ona bu kağıda krakterler, mekanlar, olgular yazmasını söyledim ve ben de bunu hikâyeye dönüştüreceğim. Bu bizim hikayemiz olacak, dedim. Mina ilk cümleyi yazdığında bu hikâye çoktan başlamıştı.”
Hollywood'un ukala artistleri sahnede duran bu çömezleri alkışlıyordu. Tam bu sırada, sahneye gelen bir kemancı Mina'nın en çok sevdiği şarkıyı çalmaya başladı, Scat Mina'nın önünde diz çöktü, cebindeki yüzüğü çıkararak, “Benimle evlenir misin Mina, hikâyemin, masalımın prensesi olurmusun?” dedi. Flaşlar ardı ardına patlıyordu, tüm salon bu şapşal aşıklara imreniyordu. Mina gözyaşları içinde, “Evet, evet, evettt” diye haykırmıştı. Scat Mina'nın yüzüğünü parmağına taktı. Dans etmeye başladılar, tüm ünlülerde eşlerini dansa kaldırarak onlara eşlik etmişlerdi. “Aslında,” dedi Scat, “sana MÖ 2560 yılında bir tapınakta evlenme teklif etmeyi planlamıştım.” Gülümsedi Mina, hayatının erkeği ile dünyanın zirvesine çıkmış ve olağanüstü bir evlilik teklifi almıştı. Sanırım daha iyisi olamazdı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder