17 Ocak 2017 Salı

Ben Onu Hiç Sevmedim / Erhan Sertbaş


 
“Haberi aldığımda Paris’teydim. Oradan, buradan artırdığım paralar ve biraz da kredi kartının yardımıyla dört günlük bir tura katılmıştım. Bir gün sonra İstanbul’a döndüm ve hemen Ulus’taki evlerine koştum. Meral yıkılmış görünüyordu. Uzun süre bana sarılıp ağladı. Arada bir ağlaması kesiliyor ama sonra yeniden başlıyordu. Başında bekleyen hemşire uygun gördüğünde bir sakinleştirici iğne yapıyor, böylelikle biraz uyuyordu ama kendine geldiğinde yeniden ağlama krizine giriyordu.

Haluk’un arabasını Boğaz Köprüsü üzerinde terk edilmiş olarak bulmuşlardı. Kendini öldürdüğüne dair herhangi bir not bırakmamıştı. Polisteki kamera kayıtları atladığını gösteriyordu ama bizim buna inanmaya hiç niyetimiz yoktu. Maalesef ertesi gün cesedini buldular.

Sonrasını sen de biliyorsun ya, o sıradan işler işte; cenazesi, yedisi, kırkı, miras işleri filan. Tabi Haluk’un battığını o zaman öğrendi Meral. Ne var ne yok her şey bir anda gitti elinden. Her ne kadar mirası reddetse de ortak malları bir anda satılıverdi ya da birileri borca karşılık el koydu. Bu da en az birincisi kadar büyük bir ölüm acısı oldu Meral için.

Haluk’un ölümü üzerinden iki ay kadar geçmişti ve tüm bu yıkıntılardan biraz olsun uzaklaşmak, onu yeniden kendine getirmek için bizimkilerin Ağva’daki yazlığına gitmeye ikna ettim. Çocukları annesine bırakıp, sanki kaçmak bizi mutlu edecekmiş gibi terk ettik İstanbul’u.

Nisanın başıydı sanırım. Bir Cumartesi öğleden sonra gittik Ağva’ya. Yolda gelirken yaptığımız alışverişin torbalarını eve bırakıp, bir iki pencere açtıktan ve çişe gittikten sonra hadi gidiyoruz dedim. Nereye gittiğimizi sormadan, itiraz etmeden beni izledi. Irmak kenarındaki restoranlardan birine oturduk. Yolculuk boyunca aralıklarla yağan yağmur dinmiş, gökyüzündeki pamuk yığınlarını andıran bulutlar güneşin önünden çekilmişlerdi. Henüz sezon başlamadığından mı yoksa yağmurdan mı bilinmez pek kimseler yoktu restoranda. Biz de ırmağa en yakın masaya oturduk birkaç meze ile bir küçük rakı söyledik. Amacım onu olabildiğince rahatlatmak, önünde uzayıp giden yaşama sağduyuyla bakmasını sağlamaktı. Sonuçta o ve çocukları yaşama devam etmeliydiler.

İlk dublelerin ardından;

“Bundan sonra ne yapmayı düşündün mü hiç?” diye sordum.

“Evet, ama hala etkisinden kurtulamadım bu ölümün. Sanırım bir iş bulmam gerekecek; herhalde bulurum.”

“Elbette bulursun, merak etme biz hep yanındayız ama önce bu yıkıntılardan kurtulmalısın, hayat her koşulda sürüyor.”

“Haklısın” dedi ve gözleri ırmağın üzerinde bir noktaya takıldı;

“Bunu nasıl yaparsın; nasıl ölürsün; nasıl ölmeye karar verirsin; beni hiç mi düşünmedin, hiç mi çocukların aklına gelmedi? Allah’ım bu ne büyük bencillik!” diyerek söylendi. Bir süre durdu, gözleri boşlukta takıldı kaldı ve

“Demek beni sevmemiş, çocukları da sevmemiş” dedi üzüntüyle.

“İyi de neden evlendin o zaman, üstelik mutlu görünüyordunuz. Neden sürdürdün o zaman evliliği?”

“Evlenmek için aşık olmak koca bir yalanmış, zamanı geldiğinde kimi bulduysan onunla evleniyormuşsun. Çevremdeki herkes evleniyordu; ondan da iyi bir baba olurdu; fiziki anlamda. Bilirsin gösterişli adamdı. Oğlanlar ona benzesin diye çok dua ettim. Belki ona benzerlerse çocukların yetiştirilmesine karışmaz diye. Karışmadı da. Ben büyüttüm onları.” İçkisinden bir yudum aldı ve

“Birkaç kez beni aldattığını da fark ettim. Sen de biliyorsun ya. Ne büyük kavgalar yaşamıştık. Ama o ısrarla inkar etti, çocukların bile üzerine yeminler etti. İnanmamıştım ama inanmak istiyordum. Sonraki yakalanışlarında artık konuyu fazla uzatmanın ikimize de bir fayda sağlamayacağını bildiğimden, beceriksizce üstünü örtmesine göz yumdum.”

Gözleri yine ırmağın üzerinde bir noktaya kaydı. Sevgi ile nefret arasındaki o bir adımlık mesafeyi hızla koştu, ağzına gelen her türlü küfürle, hakaretle Haluk’tan intikam alırcasına söylendi; kendini rahatlatmaya çalışıyordu.

“Şimdi düşünüyorum da, ben onu hiç sevmedim, hem de hiç sevmedim.” Gözleri buğulandı.

“Hadi ama ağlamaya gelmedik buraya. Evet ya, gösterişli adamdı rahmetli. Kadınların yüreğini hoplatırdı” dedim, rakıları tazelerken. Amacım konuyu biraz saptırıp dikkatini başka yöne çekmekti. Meraklı ve şaşkın bir ifadeyle bana baktı;

“Onunla yatmadın değil mi Füsun? Aranızda bir şey geçmedi değil mi?” ve daha bir sürü zan altında bırakan şeyler söyledi. Bir yandan kaybının ağırlığı öte yandan ona karşı yükselen öfkesine bağladım bunları. Onu büyük bir dikkatle dinliyormuşum gibi görünmeye çalışıyor öte yandan heyecanımı bastırmak için başparmağımdaki şeytantırnağını koparmaya çalışıyordum.

“Saçmalama Meral, sen benim en iyi arkadaşımsın, nasıl böyle bir şey düşünebilirsin! Ne yani, ben de sana eski kocamla bir haltlar yedin mi diye sorsam ne hissederdin?” Aklımdan bin bir türlü hikaye geçiyor, ne söylersem ne düşünür acaba diye tahminler yapıyordum. Gözlerinde bana hak verdiğini gösteren ifadeyi yakalayınca rahatladım.

Yatmıştım ama. Üstelik Haluk’la ilişkimiz uzunca bir süre devam etmişti. Neden yaptığımı bilmiyorum. Belki onun yatakta nasıl olduğunu merak etmiştim, belki bir boşluktaydım; evliliğim henüz bitmişti ve sanki aradaki boşluğu doldurmaya çalışıyordum. Bilmiyorum. Kendimi sıvaları dökülmüş bir ev gibi hissettim o an, çokça acı vardı içimde galiba sonsuz da utanç. Meral ikimizi biliyor muydu acaba?

Hava kararmaya başlayınca eve geçtik. Salondaki bu şömineyi yakmaya çalıştım ama beceremedim. Biraz erkek işi olduğundan biraz da alkolün etkisi olsa gerek. İçerideki odalardan birinde bulduğum elektrik sobasını getirdim. Hava çok soğuk değil ama biz gece boyunca oturacakmışız gibi geldi bana. Birlikte mutfağa geçtik, bir çilingir sofrası hazırladık. Gecenin nerede biteceği artık daha da belirsizleşti.

Yeniden rakıları doldurduk ve ilk kadehi Haluk’a kaldırdık. Vicdanım ağrıyordu. İnsanın vicdanı ağrır mı hiç; ağrırmış, yükün ağırlığına dayanamaz vicdanı ağlarmış. Pişmanlığımın artık kimseye bir yararı yoktu ve ona itirafta bulunmak yarayı daha da derinleştirecekti. O anda mutlu cahillerden olmayı çok istedim.

“Sence neden intihar etti, çözüm bulamaz mıydı ya da kendini ölümle cezalandırmak her şeyi çözüyor muydu onun gözünde?” dedi.

Bazen ağır gelir her şey, sıkıntılar, dertler, incirin çekirdeği değilmiş ya dedirtir çok sonraları. İşte böyle bir anda, yeri gelir insan kendi varlığına dayanamaz, kaybolmak, silmek ister kendini. Beden, her koşulda varlığını zihne borçlu olduğundan onu korumak için elinden geleni yapar. Zihinse, sona ulaştığını anladığında yok olmak adına bedeni harcamaktan çekinmez.”

Böylesine keskin bir söylem beni bile şaşırtmıştı. Alkolün etkisi hem çenemi hem aklımı açmıştı.

O sırada yağmur yeniden başladı ama bu kez yanına bir de fırtına almıştı. Oldum olası hep sevmişimdir fırtınaları; hep bir yüzleşmeyi çağrıştırırlar bana. Bu gece Meral’le olmasa bile kendimle sessiz sessiz hesaplaşacaktım.”

Bana döndü ve

“İyi ki geldin” dedi.

Şöminenin içinde çıtırdayan odunların iki ucundan çıkan zarif dumanlar birer ikişer kelebeklere, yusufçuklara, kız böceklerine dönüşüp ocağın içinde mutlu mesut uçuşuyorlardı. Ama o bundan çok uzaklarda bir yerdeydi. Karşılaştığı her durumu, duyguyu parçalarına ayırıp yeniden birleştirmeye çalışan, bu anlamsız evrenin anlamsız varlıklarından bir gibi hissetmeye başlamıştı. Dünyayı gördüğü gibi algılıyordu ve bunun farkında değildi.

“Sonra ne oldu? Sence Meral bir şeyler hissetti mi?” dedim.

“Hissettiyse bile bana göstermedi. Belki arkadaşlığımızı yaralamamak ya da bitirmemek adına, belki bana ihtiyacı olduğu için; bilmiyorum. Benim de Haluk’la aramızda geçenlere bakışım dünyanın en önemli şeyi olmadığı yönündeydi. Diş macununu ortasından sıkmak bile daha büyük bir suçtu benim için.”

Bir süre sessizleşti. Şöminenin içinde dolanan alevlere takıldı gözleri. İçkisinden bir yudum daha aldı, sırtındaki polar battaniyeye sarındı sıkıca.

“Meral o gece çakırkeyif olunca hiç beklemediğim bir itirafta bulundu. O da Haluk’u aldatmıştı. Bu anlaşılabilir bir şeydi. İntikam biz kadınların en kolay edindiği silah. Ama sanki bir şey eksikti söylediklerinde ya da söylemek istemiyordu. Aradan birkaç gün geçince fark ettim eksik anlattığını. Birlikte olduğu adamda bir şeyler eksikti. Fazla sahiciydi, gereğinden fazla yakışıklı, zengin, abartılı bir kibardı. Sonraki buluşmalarımızda hatırlatsam da, bu konuyu artık düşünmek istemediğini söyleyip kısa yoldan kapatmıştı.”

“Galiba senden şüphelenmiş ya da biliyor sizi; bu yüzden şüpheyi sana bulaştırmakta sakınca görmemiş. Belki onun itirafını bir çözülme gibi görüp senin de açılmanı beklemiş bence. Sırrını açmadığın iyi olmuş.”

“Bak bunu düşünmüştüm ama konduramamıştım. Sence gerçekten de bunu mu yapmaya çalıştı?”

“Kadının kocasını ayarttın, elbette o da buna bir karşılık verecek öyle değil mi?”

“Aslında ne var biliyor musun; ben onu, yani Haluk’u, galiba ben, hiç sevmedim.”

Biraz daha sarmalandı battaniyesine, saklandı olabildiğince. Gözleri şöminede oynaşan alevlere takıldı ve git gide kendi zemherisinin derinliklerinde kayboldu.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder