“Haberi aldığımda Paris’teydim. Oradan, buradan
artırdığım paralar ve biraz da kredi kartının yardımıyla dört günlük bir tura
katılmıştım. Bir gün sonra İstanbul’a döndüm ve hemen Ulus’taki evlerine
koştum. Meral yıkılmış görünüyordu. Uzun süre bana sarılıp ağladı. Arada bir
ağlaması kesiliyor ama sonra yeniden başlıyordu. Başında bekleyen hemşire uygun
gördüğünde bir sakinleştirici iğne yapıyor, böylelikle biraz uyuyordu ama
kendine geldiğinde yeniden ağlama krizine giriyordu.
Haluk’un arabasını Boğaz Köprüsü üzerinde terk edilmiş
olarak bulmuşlardı. Kendini öldürdüğüne dair herhangi bir not bırakmamıştı.
Polisteki kamera kayıtları atladığını gösteriyordu ama bizim buna inanmaya hiç
niyetimiz yoktu. Maalesef ertesi gün cesedini buldular.
Sonrasını sen de biliyorsun ya, o sıradan işler işte;
cenazesi, yedisi, kırkı, miras işleri filan. Tabi Haluk’un battığını o zaman
öğrendi Meral. Ne var ne yok her şey bir anda gitti elinden. Her ne kadar
mirası reddetse de ortak malları bir anda satılıverdi ya da birileri borca
karşılık el koydu. Bu da en az birincisi kadar büyük bir ölüm acısı oldu Meral
için.
Haluk’un ölümü üzerinden iki ay kadar geçmişti ve tüm bu
yıkıntılardan biraz olsun uzaklaşmak, onu yeniden kendine getirmek için
bizimkilerin Ağva’daki yazlığına gitmeye ikna ettim. Çocukları annesine
bırakıp, sanki kaçmak bizi mutlu edecekmiş gibi terk ettik İstanbul’u.
Nisanın başıydı sanırım. Bir Cumartesi öğleden sonra
gittik Ağva’ya. Yolda gelirken yaptığımız alışverişin torbalarını eve bırakıp,
bir iki pencere açtıktan ve çişe gittikten sonra hadi gidiyoruz dedim. Nereye
gittiğimizi sormadan, itiraz etmeden beni izledi. Irmak kenarındaki
restoranlardan birine oturduk. Yolculuk boyunca aralıklarla yağan yağmur
dinmiş, gökyüzündeki pamuk yığınlarını andıran bulutlar güneşin önünden
çekilmişlerdi. Henüz sezon başlamadığından mı yoksa yağmurdan mı bilinmez pek
kimseler yoktu restoranda. Biz de ırmağa en yakın masaya oturduk birkaç meze
ile bir küçük rakı söyledik. Amacım onu olabildiğince rahatlatmak, önünde
uzayıp giden yaşama sağduyuyla bakmasını sağlamaktı. Sonuçta o ve çocukları
yaşama devam etmeliydiler.
İlk dublelerin ardından;
“Bundan sonra ne yapmayı düşündün mü hiç?” diye sordum.
“Evet, ama hala etkisinden kurtulamadım bu ölümün. Sanırım
bir iş bulmam gerekecek; herhalde bulurum.”
“Elbette bulursun, merak etme biz hep yanındayız ama önce
bu yıkıntılardan kurtulmalısın, hayat her koşulda sürüyor.”
“Haklısın” dedi ve gözleri ırmağın üzerinde bir noktaya
takıldı;
“Bunu nasıl yaparsın; nasıl ölürsün; nasıl ölmeye karar
verirsin; beni hiç mi düşünmedin, hiç mi çocukların aklına gelmedi? Allah’ım bu
ne büyük bencillik!” diyerek söylendi. Bir süre durdu, gözleri boşlukta takıldı
kaldı ve
“Demek beni sevmemiş, çocukları da sevmemiş” dedi
üzüntüyle.
“İyi de neden evlendin o zaman, üstelik mutlu
görünüyordunuz. Neden sürdürdün o zaman evliliği?”
“Evlenmek için aşık olmak koca bir yalanmış,
zamanı geldiğinde kimi bulduysan onunla evleniyormuşsun. Çevremdeki herkes
evleniyordu; ondan da iyi bir baba olurdu; fiziki anlamda. Bilirsin gösterişli
adamdı. Oğlanlar ona benzesin diye çok dua ettim. Belki ona benzerlerse
çocukların yetiştirilmesine karışmaz diye. Karışmadı da. Ben büyüttüm onları.” İçkisinden
bir yudum aldı ve
“Birkaç kez beni aldattığını da fark ettim. Sen
de biliyorsun ya. Ne büyük kavgalar yaşamıştık. Ama o ısrarla inkar etti,
çocukların bile üzerine yeminler etti. İnanmamıştım ama inanmak istiyordum.
Sonraki yakalanışlarında artık konuyu fazla uzatmanın ikimize de bir fayda
sağlamayacağını bildiğimden, beceriksizce üstünü örtmesine göz yumdum.”
Gözleri yine ırmağın üzerinde bir noktaya
kaydı. Sevgi ile nefret arasındaki o bir adımlık mesafeyi hızla koştu, ağzına
gelen her türlü küfürle, hakaretle Haluk’tan intikam alırcasına söylendi; kendini
rahatlatmaya çalışıyordu.
“Şimdi düşünüyorum da, ben onu hiç sevmedim,
hem de hiç sevmedim.” Gözleri buğulandı.
“Hadi ama ağlamaya gelmedik buraya. Evet ya,
gösterişli adamdı rahmetli. Kadınların yüreğini hoplatırdı” dedim, rakıları
tazelerken. Amacım konuyu biraz saptırıp dikkatini başka yöne çekmekti. Meraklı
ve şaşkın bir ifadeyle bana baktı;
“Onunla yatmadın değil mi Füsun? Aranızda bir
şey geçmedi değil mi?” ve daha bir sürü zan altında bırakan şeyler söyledi. Bir
yandan kaybının ağırlığı öte yandan ona karşı yükselen öfkesine bağladım
bunları. Onu büyük bir dikkatle dinliyormuşum gibi görünmeye çalışıyor öte
yandan heyecanımı bastırmak için başparmağımdaki şeytantırnağını koparmaya
çalışıyordum.
“Saçmalama Meral, sen benim en iyi
arkadaşımsın, nasıl böyle bir şey düşünebilirsin! Ne yani, ben de sana eski
kocamla bir haltlar yedin mi diye sorsam ne hissederdin?” Aklımdan bin bir türlü
hikaye geçiyor, ne söylersem ne düşünür acaba diye tahminler yapıyordum. Gözlerinde
bana hak verdiğini gösteren ifadeyi yakalayınca rahatladım.
Yatmıştım ama. Üstelik Haluk’la ilişkimiz uzunca
bir süre devam etmişti. Neden yaptığımı bilmiyorum. Belki onun yatakta nasıl
olduğunu merak etmiştim, belki bir boşluktaydım; evliliğim henüz bitmişti ve
sanki aradaki boşluğu doldurmaya çalışıyordum. Bilmiyorum. Kendimi sıvaları dökülmüş
bir ev gibi hissettim o an, çokça acı vardı içimde galiba sonsuz da utanç.
Meral ikimizi biliyor muydu acaba?
Hava kararmaya başlayınca eve geçtik. Salondaki
bu şömineyi yakmaya çalıştım ama beceremedim. Biraz erkek işi olduğundan biraz
da alkolün etkisi olsa gerek. İçerideki odalardan birinde bulduğum elektrik
sobasını getirdim. Hava çok soğuk değil ama biz gece boyunca oturacakmışız gibi
geldi bana. Birlikte mutfağa geçtik, bir çilingir sofrası hazırladık. Gecenin
nerede biteceği artık daha da belirsizleşti.
Yeniden rakıları doldurduk ve ilk kadehi
Haluk’a kaldırdık. Vicdanım ağrıyordu. İnsanın vicdanı ağrır mı hiç; ağrırmış,
yükün ağırlığına dayanamaz vicdanı ağlarmış. Pişmanlığımın artık kimseye bir
yararı yoktu ve ona itirafta bulunmak yarayı daha da derinleştirecekti. O anda
mutlu cahillerden olmayı çok istedim.
“Sence neden intihar etti, çözüm bulamaz
mıydı ya da kendini ölümle cezalandırmak her şeyi çözüyor muydu onun gözünde?”
dedi.
“Bazen ağır gelir her
şey, sıkıntılar, dertler, incirin çekirdeği
değilmiş ya dedirtir çok sonraları. İşte böyle bir anda, yeri gelir insan
kendi varlığına dayanamaz, kaybolmak, silmek ister kendini. Beden, her koşulda
varlığını zihne borçlu olduğundan onu korumak için elinden geleni yapar.
Zihinse, sona ulaştığını anladığında yok olmak adına bedeni harcamaktan
çekinmez.”
Böylesine keskin bir söylem beni bile
şaşırtmıştı. Alkolün etkisi hem çenemi hem aklımı açmıştı.
O sırada yağmur yeniden başladı ama bu kez
yanına bir de fırtına almıştı. Oldum olası hep sevmişimdir fırtınaları; hep bir
yüzleşmeyi çağrıştırırlar bana. Bu gece Meral’le olmasa bile kendimle sessiz
sessiz hesaplaşacaktım.”
Bana döndü ve
“İyi ki geldin” dedi.
Şöminenin içinde çıtırdayan odunların iki
ucundan çıkan zarif dumanlar birer ikişer kelebeklere, yusufçuklara, kız
böceklerine dönüşüp ocağın içinde mutlu mesut uçuşuyorlardı. Ama o bundan çok
uzaklarda bir yerdeydi. Karşılaştığı her durumu, duyguyu parçalarına ayırıp
yeniden birleştirmeye çalışan, bu anlamsız evrenin anlamsız varlıklarından bir
gibi hissetmeye başlamıştı. Dünyayı gördüğü gibi algılıyordu ve bunun farkında
değildi.
“Sonra ne oldu? Sence Meral bir şeyler
hissetti mi?” dedim.
“Hissettiyse bile bana göstermedi. Belki
arkadaşlığımızı yaralamamak ya da bitirmemek adına, belki bana ihtiyacı olduğu
için; bilmiyorum. Benim de Haluk’la aramızda geçenlere bakışım dünyanın en
önemli şeyi olmadığı yönündeydi. Diş macununu ortasından sıkmak bile daha büyük
bir suçtu benim için.”
Bir süre sessizleşti. Şöminenin içinde
dolanan alevlere takıldı gözleri. İçkisinden bir yudum daha aldı, sırtındaki
polar battaniyeye sarındı sıkıca.
“Meral o gece çakırkeyif olunca hiç
beklemediğim bir itirafta bulundu. O da Haluk’u aldatmıştı. Bu anlaşılabilir
bir şeydi. İntikam biz kadınların en kolay edindiği silah. Ama sanki bir şey
eksikti söylediklerinde ya da söylemek istemiyordu. Aradan birkaç gün geçince
fark ettim eksik anlattığını. Birlikte olduğu adamda bir şeyler eksikti. Fazla
sahiciydi, gereğinden fazla yakışıklı, zengin, abartılı bir kibardı. Sonraki
buluşmalarımızda hatırlatsam da, bu konuyu artık düşünmek istemediğini söyleyip
kısa yoldan kapatmıştı.”
“Galiba senden şüphelenmiş ya da biliyor
sizi; bu yüzden şüpheyi sana bulaştırmakta sakınca görmemiş. Belki onun
itirafını bir çözülme gibi görüp senin de açılmanı beklemiş bence. Sırrını
açmadığın iyi olmuş.”
“Bak bunu düşünmüştüm ama konduramamıştım.
Sence gerçekten de bunu mu yapmaya çalıştı?”
“Kadının kocasını ayarttın, elbette o da buna
bir karşılık verecek öyle değil mi?”
“Aslında ne var biliyor musun; ben onu, yani
Haluk’u, galiba ben, hiç sevmedim.”
Biraz daha sarmalandı battaniyesine, saklandı
olabildiğince. Gözleri şöminede oynaşan alevlere takıldı ve git gide kendi
zemherisinin derinliklerinde kayboldu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder