Dudaklarının
ucunu kıvırarak güldü neden sonra; “Tebrik ederim.” Çok iyi bildiğim ve hayran
olduğum neşesi yayılmadı yüzüne. Sesinin titremesine engel olamıyordu.
Gözbebeğinin titrediğini fark ettim. Hayal kırıklığının resmi geçidi…
Ciğerlerimden
bir ateş kaydı karın boşluğuma. Daha önce nasıl anlayamadığımı düşündüm.
Boğazım düğümlendi. Yine de kuru bir sesle “Teşekkür ederim.” diyebildim. Gözlerimi
gözlerinden çekemiyordum. Sessizlik uzun sürünce boğazımı temizledim. “Önemli
bir şey söylemek istiyordun. Ne söyleyecektin?”
Güldü.
Daha önce fark etmediğim kadar güzel gülüyordu. “Senin haberinin yanında önemi
yok.” dedi. Saatine bakıp “Gitmem gerek.” diyerek aceleyle çantasında aslında
aramadığı bir şeyleri aramaya koyuldu. Bir kartvizit çıkardı derin kuyudan.
Elleri titriyordu.
Her
seferinde yaptığı gibi sarılmadı bu kez. Yanağını yanağıma değdirip elimi
sıktı. “Tekrar tebrik ederim. Hayırlısı olsun.” Kartvizitteki numarayı
telefonuna işlerken arkasını dönüp gitmeye koyuldu. Sessizlik ile kelime
arasındaki ölçülemeyecek zaman aralığında bir şeyler koptu içimde. Kolundan
tutup çevirdim bedenini bana doğru. Diğer elimle beline sarılıp çektim kendime.
Kendiliğinden birleşti dudaklarımız. Gözyaşları damla damla aktı yanaklarından
dudaklarıma. Teninden önce gözlerinin tuzunu emdim ruhuma. Elleriyle ensemden
tutup uzaklaştırdı nefesimi yüzünden. “Geri zekâlı.” dedi. Bakışlarındaki
öfkeden korktum. Anlayamamıştım. “Geri zekâlı!” diye yineledi. Hemen ardından
da “Geç kalıyorsun.” diye ekledi.
Zamansızlık
o anda sona erdi. Gerçek hayat gelip yerleşti karabasan gibi. “Ne yapacağım
şimdi?” diye sordum. “Senin hayatın, senin kararın.” dedi. Buz gibi soğuktu
sesi. Toprağa gömülmüş eski kemikler gibi çakılı kaldım yeniden gitmeye
koyulduğunda. Omuzlarımın üzerinde gezindiğine inandığım iki melek kılıçlarını
çekip havaya kaldırdı.
İlk
hamleyi sol omzumun üzerindeki boynuzlu yaptı. “Bırak da mutlu olsun!” diye
bağırdı kılıç tutan elini hasmına doğru savururken. Sağ omzumun üzerindeki kanatlı
çapraz tutuşla karşıladı üzerine inen kılıcı; “Sen zevkten, mutluluktan başka
bir şey bilmez misin?” Boynuzlu hiddetlendi; “Ya ne için gönderdik onu
dünyaya?” Zıplayıp kılıcının sivri ucunu batırmaya çalıştı kanatlının omzuna.
Çevik bir hareketle sıyrıldı kanatlı. Hemen arkasından eğilip boynuzlunun dizlerine
savurdu kılıcını. Beyaz bir tüy yükselip süzüldü gözlerimin önünde. “Burası
mutlu olunacak yer değil. Bunu kimse anlamıyor senin yüzünden.”
Boynuzlu
acı bir çığlık attı kanayan dizlerinin üzerine çökerken. Kanatlı; “Bir karar
aldı. Bir söz verdi kendine ve tutmak zorunda. Bunun geri dönüşü yok!” diye
bağırdı. İki eliyle kaldırdı kılıcını. Hasmının sırtına indirecekken “Yeter!”
diye bağırdım. Omuzlarımdaki yük bir anda boşaldı. Gölgeye karışıp kayboldular
az önce dövüşenler. Onlar gidince denizi seyreden boş banklardan birine
oturdum. Aç martıların çığlıkları arasında düşündüm bugüne kadar olanları.
Telefonda
başlamıştı öykü. “Merhaba!” dedi bir kadın sesi. “Merhaba?” diyerek karşılık
vermiştim. Ama o bildik kendini tanıtma faslına geçmemişti merhabaların
sonrası. Çok iyi bildiğim bir metni okumaya koyuldu telefonun öbür ucundaki ses.
Benim sözlerimi benden güzel söylüyordu;
Buradan bakınca anlaşılmıyor. Ne renk senin gözlerin? İyice
yaklaşmadan anlayamıyorum. Ta içine bakmam gerek. Dengemi kaybetmemek için
elini tutabilirim bu esnada. Korkma; eğer birdenbire öpersem seni. Tutamam
kendimi biliyorum. Yok canım; öyle her gözünün içine baktığımı öpmüyorum
elbette. Bu tamamen seninle ilgili. Aklımdan geçirdiklerimin dilimden dökülmesi
yanlış, biliyorum. Ama görmeden önce âşık olmuştum sana.
Bunu söylemenin nesi yanlış diye sorabilirsin. İşte o zaman
acı bir tebessüm yerleşir dudaklarıma. Bunun tek cevabı var; “Tecrübe.” diyebilirim
sadece bu soruna karşılık. Çünkü verebileceğin en güzel hediyeyi verdiğini
sanıyorsun, artık tutmak istemediklerini söylüyorsun ve büyüyü bozuyorsun
söylersen. Bu hep böyle oldu. Tecrübe korkuyu arttırmaktan başka bir işe
yaramıyor.
Âşık olunduğunu hissedenin, âşık’ına üstünlüğü başlıyor ağıza
alınmaması gerekenler söylenince. Kısacası âşık’a haddi bildiriliyor. Büyük
risk işte! Yüzüne bakılmasına bile müsaade etmeyebilir maşuk. Olasılık
hesapları biter, içinde bir şeyler kırılır. Bir kere kırılması yeter aslında
insanın. O bir kerenin sonunda yelkenleri fora etmiş tekne gibi gitmezsin
rüzgâra karşı. Dedik ya; tecrübe korkuyu arttırır. Daha temkinli atarsın
adımlarını. Ne kadar dikkat edersen et. Eninde sonunda kayıyor ayağın bir
şekilde ve düşüyorsun kıçının üstüne her seferinde.
Gözlerinin içine bakma takıntım öyle rengini anlamaya
çalışmaktan falan değil. Madem dürüstlük denizine açıldık, boğulmayı da göze
alalım. Merak ediyorum; gözlerinin içinde başka birine ait izler var mı?
Dökülmeyen bir damla gözyaşı kaldı mı benim için? Daha nitelikli meraklarım
olabilirdi. Meselâ hangi şehirde oturduğunu bile bilmiyorum. Ama tahminim ve
beklentim İstanbul olması. Başrolünde seni oynattığım siyah beyaz rüyalarımda
geçen olaylara başka bir şehir fon olamaz. Sen Kadıköy vapurunda martılara simit
atarken gizlice izleyeceğim seni örneğin. Beyoğlu’nda yürürken aniden bastıran
yağmurun altında dans etmeye zorlayacağım seni. İçmekte zorlandığın biranı ben
bitireceğim. Yazdığım öykülerdeki ulaşılmaz güzellikteki kadınları okuduğunda asılan
suratını görüp mutlu olacağım. “Şaşkın.” diyeceğim sana; “Kim bu kadın?” diye
sorduğunda. “Gece senin koynunda uyuyacağım, hayaletlerin değil.”
Başka sahneler de var aklımda ama şimdilik bu kadar yeter.
Beklediğim yeri biliyorsun. Satırların arasında yazdım. Çok da bekletme. “Hayat
kısa. Kuşlar uçuyor.” demiş Cemal Süreya. Eceliyle ölmenin Allah’ın sevgili
kulu olduğun anlamına geldiği bugünlerde hayat daha da kısa. Bu söz bana hep
Özdemir Asaf’ı hatırlatır; “Utanın! Kuşlar uçuyor, uçaklar düşüyor.”
Neyse! Benden bu kadar. Gerisi sana kaldı...
Sonuna
kadar dinledim kendi sözlerimi. Bittiğinde “Defterim.” dedim. “Defterimi
bulmuşsunuz.” Bozulmuştum. İlk sayfada yazdığım telefon numaramın altına lütfen
okumayın diye not mu düşseydim diye düşünürken; “Özür dilerim!” dedi. “Okumadan
edemedim. Defterinizdeki her satırı okudum.”
Bir
sonraki gün defterimi teslim almak üzere buluşmuştuk Beyoğlu’nda. Sonra birkaç
kez daha. Çay içip, neşeli sohbetler etmiştik her seferinde. Kalbinden yayılan
bir neşesi vardı. Her sözümü büyük bir dikkatle dinlerdi. Bütün yorgunluğumu
alır, çoğunlukla güldürürdü beni. Şimdi anlıyorum; dünya dönse de insanoğlunun
icadı zaman onunlayken duruyordu. Takılıp kalıyordu akreple yelkovan. Belki de
gizlice öpüşüyorlardı bizim onlara bakmayışımızı fırsat bilerek. Zihnimdeki
kurguların yarattığı acı yüzünden ruhuma temas ettiğini anlamamıştım.
Çok
fazla zamanımı almayacağını söyleyerek bugün buluşmak için ısrar etmişti.
Telefonda söyleyemeyeceği kadar önemliymiş. Vaktim kısıtlıydı. Yine de kabul
ettim. Değişik bir bağ oluşmuştu aramızda ve bilmeye hakkı vardı bundan böyle
görüşemeyeceğimizi. Denizin üzerinden henüz kalkmayan sisleri izlerken geldi.
Her zamanki gibi sarıldı “Nasılsın?” diye sordu, gözleri parlıyordu. Artık her
kaldırımında acı çektiğim bu şehri temelli terk ediyor olduğumu, birkaç saat
sonra uçağımın kalkacağını söylediğimde silindi tebessümü yüzünden. Sustu bir
süre. Dudağının ucunu kıvırarak güldü neden sonra; “Tebrik ederim.”
İnternette bazı yorumları okurken tanıştığım bu harika adam sayesinde, ilk başta böyle şeylerden korktum ama durumumdan çıkmak için gerçekten yardıma ihtiyacım var çünkü kocam tarafından iki hafta önce evden çıkmam için ihtar verildi. çünkü burada söyleyemeyeceğim bazı yanlış anlaşılmalar olacak, Dr Ajayi bir uzlaşma büyüsü yaptı ve biz de aramızı mahkeme dışında halledebildik, İlişki sorunlarınız için güçlü bir büyü tekeri hizmetine ihtiyacınız varsa Whatsapp'tan Dr Ajayi ile iletişime geçin / Viber: +2347084887094 veya e-posta: drajayi1990@gmail.com
YanıtlaSil