17 Ocak 2017 Salı

Mabed / Cem Başak


Üçgen terasa çıkıyorum, salıncaklar hafifçe sallanıyor, ellerimi çenemin altına koyup,  bakışlarımı boşluğa dikiyorum.

AVM’nin  tuvaletindeki sentetik sıvı sabununun baharsı kokusu yükseliyor ellerimden. Güzel koku, burnuma dolarken yüzün geliyor gözlerimin önüne ve Bülent Ortaçgil’in bahsettiği o yaşanmamış kırıntılar bir kez daha hatırlatıyor kendini.

Ruhum alışmış bir kere işte; benim için hayatın içindeki her güzel şey seninle ilişkili. Yanaklarımdan iki küçük damla aşağı kayıyor. Çevrem sigara molasına çıkmış AVM çalışanlarıyla çevrili, umurumda değiller.

Rüzgâr esiyor. Saçlarım dalgalanıp yüzümü okşuyor, varlığımı fark etmek zorunda kalıyorum. Kendi biçimsiz güzelliğimin ayırdına varıyorum. Aynı çocukluğum gibi. Fakat yetmiyor,  bir şeyler eksik.

Bu bitmeyen yola çıktığım anı hatırlıyorum sonra. Beni tamamlayacak o dünyanın en güzel kadınına içimde ayırdığım kapıyı açıyorum. Virane haldeki senden ibaret mabede bakıyorum uzun uzun.

Ayak izlerin, parça parça olmuş çiçeklerin dev yapraklarına dağılıp kurumuş. Yıllardır her gün özenle birbirinin üzerine eklediğim, içine başka hiç kimsenin hayal edemeyeceği güzellikleri özenle koyduğum renkli taş tuğlalar etrafa saçılmış.

En ihtişamlı halinle seni oturttuğum senin, tanrıçamın tahtı paramparça.  Bakıyorum; orayı darmadağın eden sen değilmişçesine. Yeniden gelir oraya oturursan hoşuna gider diye kenara egzotik çiçek tohumları falan koymuşum ne bileyim. Her an yeniden inşa edebilirim diye hazırda tuttuğum, tılsımlı kumlar falan var... Her şeyi ile sen olan küçük yeşil bir taş yıkıntıların arasında gözüme çarpıyor. Uzun uzun dalıyorum taşın her zerresine. Sonra bir koyuyorum tekmeyi. Havaya fırlayıp tık diye bakmadığım bir yere düşüyor. Kapıyorum kapıyı dönüyorum arkamı ve çıkıyorum.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder