Üçgen terasa çıkıyorum, salıncaklar hafifçe sallanıyor,
ellerimi çenemin altına koyup, bakışlarımı boşluğa dikiyorum.
AVM’nin tuvaletindeki sentetik sıvı sabununun baharsı
kokusu yükseliyor ellerimden. Güzel koku, burnuma dolarken yüzün geliyor gözlerimin
önüne ve Bülent Ortaçgil’in bahsettiği o yaşanmamış kırıntılar bir kez daha
hatırlatıyor kendini.
Ruhum alışmış bir kere işte; benim için hayatın içindeki her güzel
şey seninle ilişkili. Yanaklarımdan iki küçük damla aşağı kayıyor. Çevrem sigara
molasına çıkmış AVM çalışanlarıyla çevrili, umurumda değiller.
Rüzgâr esiyor. Saçlarım dalgalanıp yüzümü okşuyor, varlığımı
fark etmek zorunda kalıyorum. Kendi biçimsiz güzelliğimin ayırdına varıyorum.
Aynı çocukluğum gibi. Fakat yetmiyor, bir şeyler eksik.
Bu bitmeyen yola çıktığım anı hatırlıyorum sonra. Beni
tamamlayacak o dünyanın en güzel kadınına içimde ayırdığım kapıyı açıyorum.
Virane haldeki senden ibaret mabede bakıyorum uzun uzun.
Ayak izlerin, parça parça olmuş çiçeklerin dev yapraklarına dağılıp
kurumuş. Yıllardır her gün özenle birbirinin üzerine eklediğim, içine başka hiç
kimsenin hayal edemeyeceği güzellikleri özenle koyduğum renkli taş tuğlalar
etrafa saçılmış.
En ihtişamlı halinle seni oturttuğum senin, tanrıçamın tahtı
paramparça. Bakıyorum; orayı darmadağın eden sen değilmişçesine. Yeniden
gelir oraya oturursan hoşuna gider diye kenara egzotik çiçek tohumları falan
koymuşum ne bileyim. Her an yeniden inşa edebilirim diye hazırda tuttuğum,
tılsımlı kumlar falan var... Her şeyi ile sen olan küçük yeşil bir taş
yıkıntıların arasında gözüme çarpıyor. Uzun uzun dalıyorum taşın her zerresine.
Sonra bir koyuyorum tekmeyi. Havaya fırlayıp tık diye bakmadığım bir yere
düşüyor. Kapıyorum kapıyı dönüyorum arkamı ve çıkıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder